Amasya İtimat

BOŞANMALAR ÜZERİNE…

İsviçreli Prof. Gaston Jezz’in “Türk Milletinin aile nizamını elinden alınız, geride hiçbir şey kalmaz.” diye övdüğü aile yapımız çatırdıyor.
2014 yılı raporlarına göre evlenen çiftlerin sayısında azalma, boşanan çiftlerin sayısı ise bir önceki yıla göre % 4,5 artarak 130 bine varan bir yükselme olması meclisimizin yeni yasama döneminde muhalefetinde ortak önerileriyle boşanmanın artma nedenleri ve alınması gereken önlemler üzerine bir araştırma komisyonu kurulacağı haberini basından okuduk.
Bu konuda ilk kuracağımız cümle “tekniğin, iletişimin zaferi, insanlara aradığı huzuru getirememiştir.” cümlesi olacaktır. Evlenmekte nazlanan bir arkadaşımın annesi oğlunun evlenme konusundaki kararsızlığını televizyonlara bağlıyordu. Bu televizyonlar çıkalı bizim oğlana kız beğendiremiyoruz derken televizyonların günümüz gençleri üzerinde göze ve kulağa hitap ederek kitleleri hangi noktalara sokabildiklerinin olumsuz örneğine işaret ediyordu.
Eskiden kadın anaydı, halaydı, ablaydı ve bacıydı. Hürmet ve fazilet abidesiydi kadınlarımız. Şimdi kadın nefs açısına ayarlı kameralarla cinsel obje haline getirildi.
Kem aletlerin(kötü alet) kemalata(gelişmeye) olan zararını gördüğümüz günümüzden geçmişe bir yolculuk yapacak olursak Türk ailesinin ve kadınının yeri ve konumunu daha iyi anlayabiliriz.
Evet geçmişte haram ile helali, doğru ile eğriyi, güzel ve çirkini mektep sıralarına oturmadan öğrenen bahtiyar bir nesil vardı.Eski cemiyet kadını evini mabet aile hayatını da ibadet kabul eder, fakir de olsa, çirkin de olsa, sarhoş da olsa eşini kabullenir, kader olarak değerlendirir ve de küçük anlaşmazlıklar için çatının dirliğini düzenliğini bozmazdı. Bir anekdot hatırlıyorum:
– Yaşlı çifte sorarlar; kaç yıldır evlisiniz?
– Tam 65 yıl.
– Bunca yıl nasıl evli kaldınız?
– Yaşlı çiftin cevabı; bizim doğduğumuz zamanlarda bir şeyler kırılınca tamir edilirdi. Çöğe atılmazdı. O yüzden…

Ve o eski zaman kadınlarımızın büyük çoğunluğunun okuma yazması yoktu. Ama onlara cahil denemezdi. Zira atalarından aktarıla aktarıla anasına kadar gelen anasından da kendisine, kendisinden de evlatlarına ve torunlarına geçen bir şifahi kültür olan terbiye sisteminin ananevi yolculuğu ecdat yadigarı olarak nesilden nesile aktarılırdı.

Bir annenin gelin kızına nasihatı bu şifahi kültürün bir parçasıydı ve şöyle başlıyordu:

“Ey benim ak duvaklı kızım”

Bugün baba ocağından ayrılıyorsun, tanımadığın ellere uçuyorsun. Adetleri adetlerimize, huyları huyumuza benzemez. Sabırlı ol kızım elbette Rabbimiz kolaylık verecektir.

Sana beşikteyken söylediğim ninniden beri beyaz gelinlik içinde şu kapıdan yolcu olacağın günü düşledim, durdum. Allah’a hamd ederim, bugünü de gösterdi.

Yavrum, namusuma helal getirmedim namusuna helal getirmeyesin diye…
Mideme haram koymadım midene haram koymayasın diye…

Ahmet Yüksel Özemre “Üsküdar ahh Üsküdar!” adlı kitabında Üsküdar kadınlarının aile hayatlarının sağlam olmasının nedenlerini açıklıyordu:

“Üsküdar kadınlarının en belirgin özellikleri nelerdir diye soracak olursanız, kendi gözlemlerime göre bunlar: 1- İffet. 2- Sabır. 3- Tevekkül. 4-Merhamet. 5-Tutumluluktur. Bu beş haslet ailede istikrarın teminatıydı. 1970’lerin ortalarına kadar Üsküdar’da kulağımıza ancak iki ya da üç çiftin boşanmış olduğu haberi gelmişti. Çünkü, Üsküdar’ın kadınları “Allah’ın en hoşlanmadığı helal boşanmaktır.” hadisine olan iman ve inançları dolayısıyla sabırlı bir hayat tarzı olan evliliklerine zarar getirmemişlerdir.

Boşanma konusunda yazı yazmama vesile olan ilham veren bir gazete köşesinde okuduğum röportajı sizlerle paylaşarak geçmişin güzelliklerini yad etmek istiyorum.

“Yaşı seksene yakındı. Başından çok şeyler geçmişti. Fadime nene ile altmış yıl önce evlenmişti Hasan dede. Fadime nene altmış yıllık hayat arkadaşını şöyle anlatıyordu: ” Uşağum, habu adam beni kaçıralı neredeyse altmış sene oldu. Bir kere elini kaldırmadı. Bir kez olsun bana bağırmadı. Altı evlat verdim ona. Bir tek emzirmedi çocuklarımı… Gece benimle uyandı. Benimle beşiklerini salladı. Uyurken üşümeyeyim diye üstümü örttü. Uykusuz kaldı ama beni uyuttu. Bana hiçbir zaman kıyamadı. Rahat etmem için her şeyi yaptı. Sen okumuş adamsın oğul, sevgiyi, yardımlaşmayı, erkeği, kadını, adamı bilirsin. Ben yetmişin ortasındayım oğul. Ben de senin bilmediğin başka bir şey bilirim.
On sene öncesine kadar şiir miir bilmezdim. Sonra sardım bu işe neden bilir misin? “Kocam olacak habu güzel adam var ya, ilkokulu bile bitiremedi. Dört sene askerlik yaptı. Artık orada mı öğrendi bilmiyorum, iki satırı var ki, ne zaman gözlerime bakıp dese bana başım döner.”

Gazeteci Fadime neneye Hasan dedenin söylediği o iki satır için ısrar edince nene, utangaç bir tavırla beyaz yaşmağını kulağının ardına atarken diyor ki;

“Mevlam senin cennetin
yarimden güzel midir?”

Ve gazetecinin son satırları şöyledir: ” Bu iki insanın yüz hatlarına dikkatle baktım. Ve bitmesi mümkün olmayan bir aşk gördüm ve de okumamış bir adamın altmış yıllık karısına bakarken gözleriyle mükemmel şiirler yazdığını …”

Evet toparlayacak olursak ez cümle “şiddetli geçimsizlik” kılıfı ve mazeretiyle boşanmaların arttığı günümüzde, bugünün okumuş yazmış kadını erkeği, eski devrin o tarihi emaneti nesilden nesile nakletmiş sağlam duruşlu kadını ve erkeği ile boy ölçüşemez hale gelmiştir.

İşte, bu kaybettiğimiz kadını ve erkeği bulmak lazımdır…

Yorum Ekle

CEVAPLA

Yorumunuzu giriniz.
Lütfen isminizi giriniz.