Amasya İtimat

HEY GİDİ GÜNLER!

Mahmut Emmi’nin çay ocağının bulunduğu mahalde aradan geçen kırk küsur sene sonra anımsadım.

Yaşım 12 falandı. Babam beni ortaokula kayıt ettirdi ve sonra da Çay Ocağı İşletmecisi Mahmut Emmi’ye emanet etti. Bir sene onlarda kaldım. Yenge de kendisi de çoktan Rahmet-i Rahman’a kavuştular. Rahmet olsun.
Salı geceleri, geç saatlerde televizyonda Türk sineması oynuyordu ; kaçak olarak çay ocağını açardık ve film izlerdik. Duyduğunda çok kızardı ve tedbir alırdı. Çay ocağının hemen karşısında, ara bir girişten sonra yazlık sinema vardı. Beyaz perdenin o zamanki ünlülerinin filmlerini nefes almadan izlerdik. Bazen alkış tufanı kopardı.
Hey gidi günler!
Taşova o yıllarda küçük bir Anadolu kasabasıydı. İdari manada ilçe sıfatını almasından beri üç çeyrek yüzyıl geçmiş değildi. Şöyle geriye dönüp bakınca henüz otuz küsur yaşında imiş…
ğım ekmek fırını konumunu koruyor. Diğerlerini hatırlamıyorum. Bir ara arkadaşım Müsellim’in kendisinin ya da kayınpederinin giyim dükkânı vardı.
Baharın tebessüm etmesiyle beraber tütün çimi ekilirdi. Sabahları köprüden geçerek yolun sağ tarafında kalan yerde, Yeni mahallenin hemen girişinde, kenarında yaşlı bir kavlağan ağacının bulunduğu tarladaki tütün çimini sitil marifetiyle ırmaktan su alarak sulardık ve işimiz bitince doğruca çay ocağına gelirdik. Bahsettiğim kavlağan ağacının bu sene ya da geçen sene kuruduğunu gördüm, üzüldüm.
Okula gecikmemek için eve dönmezdik. Mustafa, araba tamircisinde çalışıyordu. Hidayet ile ben okula gidiyorduk. Sabah çorbamızı sokak başındaki Bolu Zevk Lokantası’nda içerdik. Lokanta da çoktan tarihe mal oldu…
Hey gidi günler!
Hatıralardan dönüp bugünü görmek, bugünü yaşamak, bugünü yazmak, yorumlamak lazım.
Taşova’da tarıma ve istihdama katkısı asla inkâr edilemeyecek ve yadsınamayacak olan devlet tesisinin kapısı kapanalı çok oldu. Şimdi mevcut alanda ve binalarda diğer kamu kurum ve kuruluşları hizmet veriyor.
Samsun Caddesi’nin bir kısmında soluk bir hal ve durum müşahede ettim. Şehirlerarası yol artık oradan geçmiyor. Samsun Caddesi’nin adı Atatürk Bulvarı olarak değişti. Ancak bilerek kullanma ihtiyacı hissettim. Caddenin bir bölümünün ise daha ziyade kalabalık, daha güzel, canlı ve tarifte, teşbihte, söylemde hata olmaz, muhteşem olduğu muhakkak. Zira çarşı pazar o bölgede. O bölge için otopark sıkıntısının var olduğu gözleniyor.
Normal şartlarda şehir konumu, yerleşim alanı, çevresi ile kendinde doğal bir güzelliği barındırıyor. Şehirlerarası yol yanı başından geçiyor. İçinden istinat duvarları ve çevre düzenlemesiyle harikulade bir hal ve durum arz eden Yeşilırmak akıyor.

Yine yeşilin her türünü sinesinde toplamış güney tarafındaki adını bilemediğim ormanın ne denli hususi güzellik ve özellik kattığını kalem ile kelama dahil etmek oldukça güç! Doğu ve kuzey tarafında da az da olsa ağaçlık alanlara rastlamak mümkün. Okul yıllarımda o zamanlarda kır ve boz bir halde bulunan o sahadaki ağaçlandırma çalışmalarına katılmıştım. Ağaçların yeşermiş ve boy atmış olmasından mutlu oldum.
Şehirlerin uzun ömürlü olmalarının bazı ön koşulları var. Ekmek kapısı olup olmaması bu şartlardan ilki. Eğer şehir ikamet edenlere ekmek kapısı olamıyorsa, göç vermeye başlıyor. Hele bu devirde en bariz özellik de bu…
Çevre önemli faktör. Su daha da önemli. Orman, bitki örtüsü, iklim gibi faktörleri de saymak gerekiyor. Doğal afetlerin fazlaca uğradığı, yakıp yıktığı şehirlerin uzun yaşama şansı oldukça düşük…
Tarih nice nice ekonomisi, gücü, kuvveti, çarşısı, hanı, hamamı ile şan ve şöhret bulmuş kenti kendi haline terk etmiş ve yerine başka şehirler kurmuştur. Hele bazılarının esamesi okunmamaktadır.
Sebepleri, nedenleri, yok oluşları değişkendir fakat şehirlerin yaşaması için ille de halkın şehre kıymet, ehemmiyet ve değer vermesi, yaralarını sarması, onarması, yenilemesi ve sevmesi gerekir. Günün koşullarına göre yenileme, düzenleme, onarma faaliyetleri yapılmalıdır. İstihdam alanları tesis edilmelidir.
Bilişim, teknoloji ve uzay çağının içindeyiz. Uzağı anında bir tuş yardımıyla görüyoruz, seyrediyoruz. Çağın bütün imkânlarından ve nimetlerinden faydalanıyoruz. Gözümüzün önünde cereyan eden bütün olaylar bize bir şeyler fısıldıyor, tarif ediyor, yol gösteriyor.
Aklınızı, fikrinizi, düşüncenizi kullanın diyor. Geleceğinizi planlayın, tasarlayın, akledin, düşünün diyor.
Benim aklım ve düşüncem Taşova’ya hayat sunacağından emin olduğum Ayvacık devlet yolunda hala. Beraberce bir el verebilsek…
***
Bir internet sitesinde haber olarak okudum. Sizlerle de paylaşmak istedim.
Kızılırmak deltasındaki yüzlerce kaçak yapı yıkılmış, bu alan araç trafiğine kapatılmış ve Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmek için de başvuru yapılmış. Listeye eklenmek için gün sayıyor.
Haberin içeriği, niteliği ve özelliği içimi titretti.
Neden mi?
Çünkü galiba biz bazı değerlerimizi çoktan kaybetmişiz! Öyle görünüyor.
Zira bahse konu kuruluşlar tarafından koruma ve muhafazaya alınmamış olsa demek ki varlıklarımıza, etrafımıza, ormanlarımıza, sahillerimize sahip çıkamayacağız.
Çünkü fırsattan istifade zam yapıyoruz, fırsattan istifade noksan ölçüyoruz, eksiltiyoruz, ayarımız tutmuyor, ölçüyü kaçırıyoruz, yok ediyoruz, kesip döküyoruz, kırıyoruz, eşiyoruz, deşiyoruz, kanun nizam dinlemiyoruz, kapıp kapatıyoruz, etrafını çeviriyoruz, üstüne plansız, nizamsız inşaat yapıyoruz.

Gözümüzün kestiği her yeri…
Dağı taşı ormanı…
Yazıyı, vadiyi, kırı bayırı…
Pınarı, suyu, ırmağı, gölü, denizi…
Kendi halinde, doğal şeklinde, fıtratı üzerinde bırakmıyoruz…
Bırakmıyoruz; hemen alelacele tabiata, çevreye, toprağa insan eli değsin, arzusunca değiştirsin, maddileştirsin, paraya dönüştürsün istiyoruz. Plansız, programsız, özellikle kaçak göçek, ruhsatsız, kanunsuz, kuralsız, intizamsız yapılan işler tabiatı yüreğinden bıçaklıyor. Tabiat kan kaybediyor, hastalanıyor, can çekişiyor. Hatta ölüyor, intihar ediyor.
Galiba bizim meselemiz çevre bilincinden yoksun oluşumuz. Oysa çevreyi korumak, sahiplenmek, sahip çıkmak, temizlemek, nizama intizama uymak artık bir mecburiyet halini almış. Almış da bizim haberimiz olmamış…
Tabiat olur olmaz bahanelerle fıtratına, düzenine, hayatına, şartlarına insan eli dokunmasını, farklı şekil şemal verilmesini, huyuna suyuna karışılmasını pek kabul etmez, bu da doğası gereğidir. Mutlaka tepki verir, verecektir.
Sen olsan kabul eder misin?
Orman, deniz, ırmak, göl, yekûn olarak tabiat insan eliyle harap edilince, delinip deşilince, inşaat alanı seçilince, hayat suyu kurutulunca, can damarı kesilince iyi mi olacak? Çok mu zengin, çok mu mutlu olacağız? Çok mu uzun yaşayacağız?
Hayır!
Bu kapitalist kuruluşlar iyi niyetli mi, değil mi?
Bize ait tarihi, doğal ve özel yerleri, bize ait kıymetleri niçin listelerine alsınlar? Sebepsiz mi? İyi niyetli olacaklarına inanmak istiyorum.
Son Söz:
Her millet ve devlet kendi politikası yürüsün, kendi politikasına uyulsun ister. Doğal mı? Bence değil. Ya sizce?

Selam muhabbet ve dua ile.
Enver Seyhan
8 Ekim 2018

Yorum Ekle