Amasya İtimat

ZÖHÜRLÜK

Hasan Öztürk                                                                                                Ramazan denilince akla hemen eskiler gelir ve  büyük bir özlemle  “NEREDE ESKİ RAMAZANLAR” diyerek iç çekeriz.. Bu yazımı da iftar ile zöhür arası yazdığım için başlığı da  bu şekilde atmak istedim..

        Aslında özlem,  eskilere olduğu kadar  çocuklukta yaşadığımız o güzel günler içindir…

      Şimdiki nesle göre daha hareketli ve güzel RAMAZAN akşamları  yaşadığımız bir gerçektir.. Doyasıya yaşadık biz çocukluğumuzu,   yudum yudum ve sindire sindire  yaşamanın verdiği  Ramazan tutkusunu  günümüz neslin çocuklarında görmek ne mümkün..

      Her Ramazanda bir öncekini anarız ve biliriz ki  her dönem bir parça daha farklılaşmaktadır  bu mübarek aydaki  alışkanlıklarımız..

     Ramazan denilince,  aklımıza ilk olarak   İFTAR,  RAMAZAN PİDESİ ,  ZÖHÜR,  DAVUL,  TERAVİH ve RAMAZAN TOPÇUSU  gelmektedir..

    Her bölgenin , yörenin   hatta mahallenin bile  kendine has alışkanlıkları ve gelenekleri vardı.   Davulcunun olmadığı yerde teneke çalarak ahaliyi kaldıran yerler gördüm ben…

     Ramazan topçusunun havası ise  kimselerde yoktu.. Tepeden atılan topu görmek için tüm çocuklar orada toplanırdık.   Top patlar patlamaz  ise topun içinden çıkan çaputlar yere düşmeden  soluğu evlerde alırdık..

 

      Yokluk yaşadık,  bolluk görmedik  fakat  mutluluğun ne demek olduğunu hep o  özlemle andığımız çocukluğumun Ramazanlarında gördüm ben….

      İlk tuttuğum  orucu bile hatırlıyorum.  Çocukluğumuzun   Ramazanı yaza rastlamıştı. 

     Uzun yaz günlerinde oruç tutabilmek her babayiğidin harcı değildi.. Top oynayıp yorulunca  bir ağaç gölgesine kıvrılıp     uzandığımız    BOĞADAMINDA  uyuyup kaldığımız günleri  bile halâ   hatırlarım..PİDE  kuyruğundaki  muhabbetleri hiç  sormayın..

      Çocukken oruç  tutmak  ve büyükler tarafından nazlanmak  çok hoşumuza giderdi..

     Genelde  bir iş buyurulsa,  “O, oruç  onun gözü almaz”  denmesi bile ayrıcalıklı olmanın hazzını veriyordu bizlere.. Oruç ayı, naz ayıydı bizim için.. Herkesin değerlendiği ve kıymete bindiği,  bu mübarek ayı sırf bu ulvi duygular yüzden iple çektiğim günler olmuştur..    Şimdi   bir nazlayanımız   bile yok.  

      İlkokulda iken,  öğleye kadar tuttuğumuz  TEKNE ORUCU yani şimdikilerin deyimi ile part-time oruç   ile ısınma turlarına başlamış ve  full-time oruç günleri ile de  adamlığımızı ilan etmiştik  yedi düvele…

      İftardan sonra,  hemen soluğu sokakta alır,  ıslıklarla arkadaşlarımızı dışarı davet ederdik..

      Uzun yaz akşamlarının biteceği yok..   Kimimiz,  yazlık sinema önüne,  kimimiz de  büyüklerimizle birlikte  TERAVİH namazı için camiye giderdi…

     Teravih namazında muziplik yapan ve gülen çocukların  camii cemaati tarafından önce  uyarılıp,  yine yaramazlıklarına  devam ettiklerinde dışarıya gönderildiklerine  çoğumuz    şahit olmuşuzdur..

     Çarşıya intikal için diğer  mahalle çocukları  ile  buluşma  noktamız ise;    KIRIK  ÇEŞMEYDİ.. TAŞOVANIN  TEK  TARİHİ   YAPISI ve HERKESİN BİR  ANISINA  ŞAHİTLİK  ETMİŞ  OLAN   KOZMİK  ÇEŞME….şimdi  yerinde  yeller  esiyor…..

    Teravih çıkışı film bitmediyse  bizde zaten açık olan kapıdan girerek filmin finalini izleme şansını  yakalardık..

    O dönemlerde  ilçemize tiyatro  bile  gelir ve  yazlık  sinemada  gösterime sunulurdu.  İlk seyrettiğim tiyatro;   ASHAB-I  KEYF  (YEDİ UYUYANLAR)   isimli  tiyatroydu.  Yokluk  dönemlerinde  bile  sosyo-kültürel açıdan  bugünden  daha zengindik…

    Çarşı mesaisi bitince,  doğru KAYALAR CADDESİNİN tozlu sokağında aklınıza gelen ne kadar çocuk oyunu varsa  kızlı, erkekli oynar ve ZÖHÜRE  kadar mahalleliyi uyutmazdık.

    Bizim çocukluğumuz da,  zöhüre -(sahur)- kadar durmayan arkadaşlar  pek itibar görmez ve horlanırlardı..

    Kalktım  diye çocuksu  yalanlara  başvuranlarımız   bile  olurdu..

    Rahmetli Nazım Caba ağabey bile çoğu bayramlıkları yetiştirmesini  zöhüre kadar  çalışmasına borçludur..

    Bu arada davulcu  davula  tokmağı vurmaya başladığında  ise  evlerin ışıkları yanmaya başlar ve  kısa bir süre içinde  o dönemin olmazsa olmazı  BİŞİLERİN KOKUSU mahalleyi kaplardı.. 

    DAVULCULAR,   tam bizim mahalleden geçerken sanatçı ruhu ile tanıdığımız  rahmetli ADÜLLÜ  EMMİ onları  durdurur  ve  sevdiği türküleri çaldırıp  güzel  sesi  ile  ortama   eşlik  ederdi.. Bir  başka  güzeldi eski  ramazan  günleri….

     Geçenlerde bir sosyal paylaşım sitesinde eskileri tekrar yaşamak isteyen  ATİLLA KONYAR kardeşim sayfasında öyle güzel bir zöhürlük sofrası yayınlamış ki,  dayanamadım  ve yorum yazdım…Bana cevabı ise;  “Ağabey,  sen  böyle zöhür sofrasını  seviyorsun  diye yayınladım ”  deyince  çok mutlu olmuştum….

    Çok sadeydi sofrası…peynir, domates, biber  ve salatalık…..    ben de ÇÖRDÜK ÇALKAMASI da iftara iyi gider deyince,    bizim yorumlara katılan  ŞENOL ÖKER kardeşim  ” Bu kadar tesadüf olmaz ağabey,  bu akşam kana kana çördük çalkaması içtim” demez mi?

    Taşova insanın güzelliği bu işte dedim  kendi kendime…..

    Bu güzelliklere veda etmeye sayılı günler kaldı.. Yine hüzünlü ve acılı bir şekilde bir RAMAZAN ayına  daha  vedaya   hazırlanıyoruz…

 

    Etrafımızdaki ateş çemberinde zor durumda kalan  Müslüman kardeşlerimize  ve zulüm gören tüm TÜRK DÜNYASINA  Yüce RAB’BİMİN  ŞEFAATINI DİLERKEN   SİZLERİN DE MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINI ŞİMDİDEN KUTLUYORUM….

İYİ ZÖHÜRLER EFENDİM….

Yorum Ekle