Osman BAŞ.
Uzun yıllar çalışmak ve hayatımın geri kalan kısmını yaşamak üzere yaşadığım şehire
yerleşiyorum.
İlk günler de hiçbir şeye aldırmıyor, trafikte geçen saatlerin tatlı taraflarını yakalıyor,
bulunduğum mekânlarda Sevelim sevilelim diyen yüreği destekliyorum.
Toplu taşıma araçlarının Ulus, Sıhhıye ve Kızılay’daki merkezlerinde sırada beklemek ve
konuşulanları dinlemek çoğu kez günün yorgunluğunu dahi alıyor, dinleniyorum.
Bazen telefon konuşmalarına takılıyor, özellikle gençlerin kontrolsuz ses tonları ile özgür
sohbetleri dinleyenlerin ilgisini çekiyor, her kes kendi ekseninde olumlu olumsuz değerlendirmeler
yapıyor, bazen gülümseyerek, göz kırparak, el işaretleri gibi jest ve mimiklerle kendi sessizliklerinde
değerlendiriyor.
Günler, ikindi vaktimin akşam öncesi seyrinde başkentte kendi iş yoğunluğuyla akıp gidiyor.
Uygun olacağını düşündüğüm, orijinal diye tanımladığım bazende bende iz bırakan gördüklerimi ve
duyumlarımı not alıyor, denemelerimin alt yapısını oluşturacağını bildiğim için arşivliyorum.
Bir kuşluk vakti, Cevizlidere son duraktan Aşti, Gazi, Ulus hattı için Karapınar minübüslerine
biniyor, aralıklarla bu hattı kullanıyor, hareket noktasına ulaşmak için yaklaşık bir kilometreyi çoğu
kez eşimle yürüyorum. Eşim, beni yolcu ettikten sonra Dikmen caddesindeki iki kilometre yürüşüyüşü
ile sabah sporunu tamamlıyor.
Bahar serinliğinde yaklaşık yirmi dakika bekledikten sonra minübüse biniyorum, hiç ara
yolcusu yok. Koltuklar dolu. Ön koltukta otuzbeş, kırk yaşlarında bir bayan daha sıra halindeyken
başladığı telefon konuşmasına arabada da devam ediyor. Ses tonunu ayarlamadan, nerede olduğuna
dikkat etmeden özgür ve sesli konuşuyor. Bazen argo da kullanıyor.
Özel bir görüşme için evden çıktığını anlıyor, dinliyor ama takılmıyorum. Bu ve buna benzer
konuşmalara zaman zaman şahit oluyorum. Tabii benim aradığım kültürdür. Evde, sokakta, toplu
taşıma araçlarında telefon görüşmelerinde kültür seviyesi çok önemlidir. Kalp, manevi beslenmemizin
merkezlerindendir.
Konuşma arabada da tek ses olarak sürüp gidiyor. Ben dâhil yolcular birbirine bakıyor,
bazıları gülümsüyor, bazıları küçük bir hareketle alkışlamak için hazırlık yapıyor. Çıt yok. Herkesin
kendine baktığını görünce yarı mahcup kızarmış, titrek sesle “ Gazi Tıp” diyor, son derece şık ve
bakımlı.
Aslında onlarca insanın günlük yaptığı bu konuşmadan bende iz kalmaması gerekirken,
kelimeleri bir araya getirip denemeye doğru yürümeme neden oluyor.
Bu ve buna benzer onlarca konuşmayı dinleyen, okuyan dahi hayal eden bozkırın yalnız adamı
şehrin kaldırımlarında yürüyorken gülümseyen, güzel söz söyleyen insanların sayısına uygun
hayatının akışı devam etmektedir.
Caddelerin, kaldırımların, beş yıldızlı konferans salonlarının, lüks alışveriş merkezlerinin
yüzyıla uygun donanım ve düzenine uyum sağlamış bir köy çocuğu olarak gökkuşağının güzelliğinde
dünya hayatına devam ediyor.
Toplumların yarınları için; kültür, bilgi ve birikimlerinin sürekli beslenmesi gerek.
Özel hayat, mesleki hayat, dünya hayatıyla orantılı aklımıza gelen hemen her konu ve alanda
kültürlü olmak ve mevcut durumu hergün desteklemek söze, öze ve köze gülümseyen akıntıları
yönlendirecektir.
Söz güzelliğinin cümlelerle süslendiği dakikalarda yağmur damlaları balkon camına vurmaya
başladı. Yunus; “Ararsan Mevla’yı gönlünde ara” demiştir.
Bu tür yazıları deneme akışı içinde süslemek, derinleştirmek ve akışına bıraktığımda
uzaklarımla yakınlarım bir araya gelmiyor, gönül dağlarına sis çöküyor, duman bürüyor, bulutlar
gezintiye çıkıyor tenimde titreşimler oluşuyor.
“Hiç kimseye hor bakma, incitme, gönül yıkma” bu sözler ne güzel. Mutlu günler hepimize
Kar suyu, göze suyuna karışanda tadı doyumsuz, vücuda, sağlığa ve vakte gülümseyişindeki
güzelliklere eyvallah demek ve ol deyince olduranın emrinde dua vaktini teslim olmanın huzurunu
bilirim.
Uzaklara, şehirden kilometrelerce uzaklara saatlerce yol gitmenin yorgunluğuna aldırmayacak,
göğüsleyecek yürekleri alkışlıyorum.
“İncinsen de incitme” günlerdir tesbih taneleri gibi tekrarlayıp duruyorum.