Yaşam tarzınızı, yerleşim yerinizi, özgür iradenizle sizler mi seçtiniz?
Tabide evet demeyin.
Acık biraz düşünün.
Neden geldiniz? İstanbul’a
Ankara’ya, İzmir’e
Üretim toplumunu tüketim toplumuna devşirmek için.
Doğduğunuz yerde, doymanızın imkânı anlaşılmaz bir şekilde elinizden alındı. Tarım kentleşmeye, şehirlerde sanayileşmeye kurban edildi.
Güzelim Anadolu’nun her yanına dağıtılması gereken fabrikaları üç, beş Şehrin doğasını perişan ederek, günlük ve kolay kazanç adına, yarınlar düşünmeden yapıldı. Anadolu’da atadan miras fabrikalar ya kapatıldı; yâda özelleştirme adıyla işlevini yitirip, kapısına kilit vuruldu. Arsaları bedavadan biraz ucuz fiyatına ranta açıldı.
Kapatılan fabrikalarla: Köyden kente kaçışın üstüne benzin döküldü. Yangın tüm Anadolu’yu baştan sona sardı.
Köylüde de yatağı yorganı topladı. Haraç mezat üç beş dönüm toprağını satıp, Yangın yerinden kaçarak, gurbetin yoluna düştü.
…
Dönüp bir bakın arkanıza neleri bıraktınız?
Sıtmalı gibi zoraki tüten ocağın başında: aşını kaynatan seksen yaşındaki anayı, iki büklüm biçare babayı bir başına bıraktınız.
Yemyeşil ormanları, bereketli toprakları yapa yalnız koydunuz. Kekik kokulu yaylalardaki koyun, keçi sürünüzü sahipsiz bıraktınız. Çağıldayarak akan dereleri, suyun sesiyle raks eden kuşların cıvıltılarını duyamaz oldunuz. Envaı çeşit meyvelerle dolu bağınızı, bahçenizin kapısına kilit vurdunuz. Buğday tarlasında başakları okşayan, tertemiz kirden pasaktan uzak havayı, serin rüzgârın verdiği coşkudan vazgeçtiniz.
Gün batımında evinizin yolunu tutan, aileden biri olan, size naz yapan düvenizi pazara çekip kahırla sattınız. Salına salına gezen kümesteki tavuklarınızı, ördeklerinizi, kazınızı, yolunuzu kaçamak bakışıyla gözetleyen sevdalınızı boynu bükük bıraktınız.
Ağustosun kavuran sıcağıyla çöken yorgunluğun üstüne, ulu çınarın gölgesine uzanıp, cana can katan öğle arası şekerlemenin keyfinden vaz geçip.
Bir bilinmeze, hengâmeye, neden gurbetin yoluna düştünüz?
Olmuyor be dediniz.
Çok çalışıp az kazanmak; bedeninizden çok yüreğinize dokunur oldu.
Anlatılanlara imrendiniz…
Gün doğumundan gün batımına kan ter içerisinde çalışıyorsunuz. Onca parayı alın terinizle yoğurup hemdert olduğunuz toprağa gömüyorsunuz. Hasat zamanı geliyor: bir yıllık emeklerinizi tüccara bin bir umutla veriyorsunuz. Elinize sayılan parayı alacaklılara dağıtıyorsunuz.
Gübre, mazot, ilaç, tohumun parası, kooperatifin yüksek faizli borcu derken, elde avuçta sadece alın teriniz kalıyor.
Ömrünüz çalışmakla geçiyor. Yaşlanıyorsunuz, ayaklarınız yorgun bedeni taşıyamaz oluyor. Velhasıl dermanınız kesiliyor, gidemiyorsunuz tarlanıza.
Tamam artık! Emekli olurum diyemiyorsunuz…
Sosyal güvenceniz yok! Yetmiyor kazancınız BAĞ-KUR’unuzu yatırmaya.
İstiyorsunuz ki; çocuklarım benim çektiklerimi çekmesin, iyi okullarda okusun, cebi para görsün sosyal güvencesi olsun.
Haksız da değilsiniz.
Köyünüze şehirdeki imkânlar taşınsaydı, elinizde alın terinden fazlası kalsaydı, Yaş kemale erince sizde emekli olabilseydiniz…
Düşer miydiniz gurbetin yoluna?