Amasya İtimat

CORANA VİRÜS OLAYINA BİR DE BU AÇIDAN BAKALIM…

Türkiye’deki virüsün çoğalma nedenleri gerçekten devlet tarafından anlaşılmamış belli ki!

Virüsün bu kadar yayılma sebeplerini size maddeler halinde sıralayıp sonrada çözümüne yönelik önerilerimi paylaşacağım. Sizlerde bütün devlet kademelerine iletene kadar paylaşım yapın!

(NOT) Bu yazdıklarımdan kesinlikle yabancı düşmanı olduğum çıkartılmamalıdır.

Virüsün yayılma Nedenleri ;

1- Virüsün yayılma sebebinin en büyük nedeni işyerlerimizde gayrı resmî çalışan başta İranlı ve Gürcüler olmak üzere sırasıyla Afgan, Suriyeli, Türkmen, Afrika kökenli kaçak mülteciler ve Özbeklerdir.

Özellikle Bodrum katlarda bulunan Tekstil Atölyeleri yabancı çalıştırmaktadır. Bunların birçoğu da kaçak işyerleri olduğunu toplumca biliyoruz. Sigorta ödememek ve Asgari ücretin altında maaş vermek için bu Atölyeler Virüs bulaştırma merkezi haline gelmiştir. Küçük Sanayi işletmelerinin yüzde 60-70’inden fazlasında kaçak yabancı uyruklular çalıştırılmaktadır. Bu sayede de Türkiye’de ki işsizlik oranı yüksektir. Eğer bu yabancılar ülkeden giderse Türkiye’de ki işsizlik oranı yüzde 5 in altına düşeceği bilinmelidir. Ayrıca sigorta gelirleri yerli insanımızı çalıştırarak artacaktır.

İtalya bu örnek yüzünden ölümlerle boğuşmaktadır. Bize benzer vaziyette olanTekstil Atölyelerinde ucuz maliyetle Çinlileri çalıştırdığı ve bu Çinliler kendi yılbaşı tatilleri için (12 Şubat ) ülkelerine gitmiş ve dönüşlerinde bu virüsü İtalya’ya yaymıştır. Özellikle yaşlı bakımı İçin on binlerce Çin’li ülkelerinden kaptıkları virüsü yaşlı hastalara bulaştırmış ve İtalya hala ölümlerle dibe doğru batmaktadır.

2- Şehirlerde yaşayan yaşı ilerlemiş emekli sınıfında olan bir çok insanımız kendini köylerde daha güvende olacağını zannederek Şehirlerden köylere ve kasabalara kaçıp gitmişler. Bu nedenle şu an 12 köy ve kasaba karantina altına alınmıştır. Bu köy ve kasabalarda bir tane bile hasta yokken emekli göçü nedeniyle köyler ve kasabalar virüs merkezi haline gelmiştir. Gerçi bu gün Sağlık Kurulu kararıyla şehirlerden çıkışa seyahat yasağı getirilmiş ve bu virüs göçünün önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Ancak köyleri zor günler beklemektedir altını çizelim.

3- Hastahanelerimize panikleyip giden binlerce insan kuyruklarda test yaptırmak İçin bekletilmektedir. Bir çoğu da bu bekleme esnasında virüse maruz kaldığı bilinmektedir. Türkiye’nin hastahane kapasitesi Yüzde 63-65 oranında dolmuştur. Solunum cihazları sipariş edilmiş ama yetişmesi en azından 15-30 günü bulabilir. Bu arada Çin’in yaptığını yapmak lazım hastaneleri tıka basa doldurmak yerine Sahra Hastaneleri modelini yaygınlaştırmak gerekir. Başta İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa ve diğer Büyükşehirler olmak üzere acilen buralarda spor salonları karantina merkezi haline getirilmeli ve buralara acilen solunum yetersizliği bulunan hastaları yerleştirmeleri gerekmektedir. Solunum yetersizliği bulunan hastalar hastahane merkezlerinden bu oluşturulacak karantina merkezlerine sevk edilmelidir.

4- Dünya’da Virüsün ilacı henüz olmadığından, başta sıtma tedavisinde kullanılan Klorokin ve Mers ve Ebola virüsüne karşı etkin olan Remdesiver isimli ilaçlar ile denemeler yapılmakta
ve ülkemizde ise Çin’den getirilen Favirapir isimli ilaç kullanıldığı Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca tarafından açıklamıştı. Bunun yanında Parasetomol içeren ağrı kesicilerin bazı Covid-19 hastalarına iyi geldiği bilinmektedir. Bunların dışında da doğal çözümler öne çıkmaktadır. Bunlar ise televizyon programlarında öne çıkan bir kaç isim tarafından dillendirilmektedir. Bunları zaten yakınen herkes takip etmektedir. Asıl sorunu çözmek ilaçtan çok korunmaktan geçtiğini anlamamızda sorun var…

Şimdi biraz kendimizle yüzleşelim…

İbn-i Sina yüzyıllar önce ne güzel uyarmış ve o dönemde ki veba salgınını Ruslar film yapmış. Ortaçağın en büyük hekimlerinden biri olan İbni Sina’yı konu olan Rusya yapımı filmde sirkenin önemine vurgu yapıldığı ortaya çıktı.

Çin’den tüm dünyaya hızla yayılan koronavirüs (Covid – 19) salgını sonrası hekimlerin önderi olarak bilinen İbn-i Sina’yı konu alan Rusya yapımı film akıllara geldi.

Filmdeki yaklaşık 3 dakikalık sahnede insanlık tarafından “Kara Ölüm” lakabıyla anılan veba hastalığına karşı mücadele eden Sina’nın nasıl mücadele verdiği aktarılıyor.

Sirkeye dikkat çektiler
Filmde ayrıca antiseptik özelliğiyle başta insan sağlığı olmak üzere cilt ve saç bakımında oldukça faydalı bir besin olan sirkenin önemine vurgu yapılıyor. Bu mikroplar saça, yüze ve elbiseye yapışır diyor İbn-i Sian. Bu virüsleri de bir canlı olduğunu açıkça vurguluyor.

Ayrıca filmde bazı öğütlerde vermektedir İbn-i Sina. Birincisi hastalıktan ödlekler ölür diyor. Öncelikle ruhsal açıdan güçlü olmamız gerekliliğine vurgu yapıyor filmde. Kim Korkmaz ise hastalık ondan uzak olur diyor İbn-i Sina. Öncelikle temiz elbise giymek ve bulaşıkları sirke ile yıkamaktan bahşediyor bu Rus yapımı filmde. Ayrıca kişilerin ahaliyle birlikte dolaşmamalarını ve ellerini ve yüzünü sirke ile yıkamaları konusunda zamanın hükümdarının tellalı vasıtasıyla ilan ettiriyor ve uyarıyor halkı. Evinizde oturun ve neşelenin diyor.

Belli ki sirke en azından bulaşma riskini azalttığı anlaşılıyor filmden. Bizlerde hastalığın çaresi bulunana dek bu uyarıları dikkate alalım ve hijyene ve temizliğe önem verelim.

1918 İspanya gribinde de İspanya, Amerika ve İngiltere’de 1 milyondan fazla kişinin öldüğünü, o dönemde ise Osmanlı’da ise ölümlerin sadece 10 bin olduğu biliniyor.

İspanya gribinden 10 yıl sonra bir İngiliz Doktor İstanbul’u ziyaret ediyor. Amacı ise Osmanlı bu gribi nasıl ucuz atlattığını araştırıyor. Ülkesine döndüğünde aynen şunları aktarıyor.

Osmanlı’nın gribi az hasarla atlatmasının sebebini şöyle açıklıyor.

“Müslüman olan Osmanlı Tuvaletten sonra taharet ediyor. Beş vakit abdest alıp elini, yüzünü, kollarını yıkıyor ve saçlarının dibini suyla mesh ediyor. Ağzını gargara yapıp burnunu temizliyor o da yetmezmiş gibi yerden gelebilecek mikroplara karşı ayağını yıkıyor.” diyor.

Buda gösteriyor ki müslümanların abdest konusu tamamen hijyeni yanında beraberinde getiriyor.

Şimdi soruyorum ?

EVET! ülkemiz Müslüman ama yüzde kaçımız Namaz Kılıp günde beş defa abdest alıyoruz?
Müslüman’mıyız gerçekten?

Zamanın alimi İbn-i Sina’yı biraz dinlemenin vaktidir artık. Ayrıca İbn-i Sina bütün hastalıkların çaresi var diyor. Çareyi’de bitkilerde arıyor.

Bu yazımı lütfen ama lütfen tüm Devleti yönetenlere duyana ve ulaştırana dek paylaşalım ve yayalım.

Ülkemizde ki hekimlere artık İbn-i Sina’nın ;

El-Kanun fi’t-Tıb, Kitabu’ş Şifa Öteki önemli yapıtları arasında Kitab fi’s-Siyaset, Risale fi’l-Aşk, Hay bin Yakzan, el-Hidaye’yi okutmamız gerekmez mi ?

Devlete sesleniyorum Lütfen!

Zamanın ve geçmişin en büyük şifacısı İbn-i Sinayı ve, 10. Yüzyılda ilk kanser ameliyatını gerçekleştiren ve Nöroloji ve psikoloji alanlarında da çalışmalar yapmış olan Ali bin Abbas’ı,Cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanan El-Razi’yi,

“Cerrahiyatü’l-Haniye” eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiş Amasyalı Sabuncuoğlu Şerefeddin’i,

Ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiş Ali Munşi’yi,

Üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı ”Tezkiretü’l-Kehhalin fi’l-Ayn ve Emraziha” isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler vermiş Ali bin İsa’yı,

Kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıları ve atar damarların temiz kan, toplar damarların kirli kan taşıdığını, kanın akciğerlerde temizlendiğini, kalbe dönen temiz kanın beyne ve vücudun diğer organlarına aort tarafından taşındığını gösteren İbnü’n Nefis’i,

İstanbul’da hem mühendislik hemde tıp tahsilinde bulunmuş, her iki alanda da pek çok eser yazmış,Tıp konusundaki en önemli kitabı, “Hamse-i Şanizade”yi yazan Şanizade Mehmed Ataullah’ı

Okutmak lazım gelmez mi geleceğin tıbbiyelilerine…

Gelin! Elin gavurunun bizim tıbbiyecilerimize öğretmediği ilmi kendimiz okuyup öğrenip tıbbı biz çözelim. Aşımızı ve ilacımızı kendimiz yapalım.

Ülkemizde bulunan milyonlarca hasta, başta Kanser, Şeker, Kalp, ve Tansiyon gibi hastalıklar bilerek ve isteyerek ilaçlarla iyliliştirilmemektedir. Bu süre giden hastalıklar sayesinde, gavurun ilmi, bu hastalara şifa verecek ilaçlar yerine onları kendilerine bağımlı olan ilaçlarla ne kadar yaşata bilirsek o kadar kar mantığıyla ilaçlar üretilmemekte ve bu hastaları ‘Yolunacak en kârlı Kaz” görmektedirler. Devlet’te milyarlarca doları bu hastalara harcamaktadır. Biline ki en önemli amaç hastayı ilaçla yaşatmak değil ilaçla tedavi edip hastalıktan kurtulmasını sağlamaktır.

Türk tıbbı elbette küçümsenmeyecek kadar ileridir. Hatta önemsenecek derecede Tıp alanında iyi Doktor’lara sahibiz. Atatürk’ün de dediği gibi “TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR ve ÇALIŞKANDIR.” Ancak ilaçta tamamen dışa bağımlıyız. Bu sayede ülkemizdeki insanlar hayattan kopuk sürünerek yaşatılmaktadır
Elbette dünyaya meydan okuyacak değiliz onların tıbbından da faydalanacağız. Ancak onların istediği gibi değil bizim istediğimiz gibi tedavi amaçlı ilaçlar üretmek zorundayız. Başta bu saydığım hastalara ömür boyu reçete ile ilaç vermek yerine tedavi edici ilaçları bulmak zorundayız.

Biz İlim ve bilim insanlarını artık yetiştirmek zorundayız. Bekleyelim de elin gavuru Corona Virüs’ün aşısını bulsun da alalım mantığına bir son vermeliyiz.

Geç kaldık biliyorum…

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla deyip tıbbımıza gereken iddialı atılımı yapmak mecburiyetindeyiz.

Trilyonlarca dolar harcamak yerine, Türkiyenin de ortağı bulunduğu, Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi veya Fransızca adı “Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire” in kısaltmasıyla CERN, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarı gibi bir bir merkezini İstanbul’da (Çünkü Tıbbın Merkezi İstanbul’dur) Türk Dünyası ile yani İstanbul’da yani altını çizerek TÜRKİYE’de başkalarından bağımsız kurmak zorundayız. Dünya tıbbını Türkler olarak yeniden yazmak ve değiştirmek zorundayız. Hatta yerini de söyleyeyim, kapatılan eski Atatürk Havalimanını Millet Bahçesi yapmak yerine “Türkiye Cumhuriyeti Nükleer Tıp Merkezi” kısaltılmasınıda yazıyorum “TIPMER” i kurarak büyük bir atılım gerçekleştirebiliriz.

Olmazsa ne olur?

Ne mi olur? Şimdi olduğu gibi dışa mahkum yaşamaya devam eder, ölenlere rahmet dileriz.

Durum budur Sayın Başkan Erdoğan, Sayın İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Bakanımız Dr. Fahrettin Koca beyefendi!

Şimdi bu işe gerekirse milyarlarca dolarımızı ayırararak başlayalım. Ayıralım ama bu ülkenin en büyük Tıp dalında ki dünyanın en büyük TIP MERKEZi’ni ve Laboratuvarını kuralım. Hatta yerin altına 10 kat yerin üstüne de 50 katlı bir bina olsun en az bu Merkezimiz.

Nasılsa her şeyin en büyüğünü kurmasını öğrendik artık. Bu tecrübeye de sahibiz. İstersek olur.

Neden olmasın ki!

Haydi duyurun sesimizi…

Yarın çok geç olmadan! Yarınların ne getireceğini bilemeyiz …

Sağlıklı ve huzurlu ömürler diliyorum cümlemize.

Allah’a emanet olunuz.

Naci Özkan
28 Mart 2020

Yorum Ekle