ÇOCUKLAR SUÇA DOĞMAZ, SUÇA SÜRÜKLENİR

0
1162
Her toplumun aynası, çocuklarına nasıl davrandığıdır. Bir çocuğun suça sürüklenmesi, yalnızca onun bireysel tercihiyle açıklanamaz; bu, ailenin, toplumun ve devletin ihmallerinin kesişim noktasıdır. Yıllardır eğitimci olarak edindiğim gözlemlerim bana şunu öğretti: Hiçbir çocuk doğuştan suçlu değildir; onları suçla buluşturan, yetiştikleri koşullardır.
Aile, çocuğun ilk okulu, anne-baba da ilk öğretmenidir. Çocuğa sevgi verilmeyen, şiddetin sıradanlaştığı, ilginin eksik olduğu evlerde büyüyen çocuklar hayata dezavantajlı başlar. Anne-babanın sürekli kavga ettiği bir evde yetişen çocuk için şiddet olağanlaşır. Baba alkol ya da bağımlılıkla boğuşurken, anne çaresizlik içinde ayakta durmaya çalışıyorsa, çocuk sığınacak güvenli bir liman bulamaz. O noktadan sonra sokak, çocuğun yeni evi olur. Sokak ise ya koruyan bir dost ya da uçuruma sürükleyen bir tuzak olabilir.
Ailenin yanında toplumun da sorumlulukları vardır. Yoksulluk, çocukları suça iten en güçlü nedenlerden biridir. Bir yanda lüks içinde yaşayanların ihtişamı, öte yanda çöplerden kağıt toplayan çocukların çaresizliği… Bu uçurum çocuğa “sen bu toplumun dışındasın” der. Çocuk bu dışlanmayı hissettiğinde, yasa dışı yollar bir çıkış kapısı gibi görünür.
Bir başka derin yaraysa, çocukların daha küçük yaşta “eğitim” ya da “yurt” bahanesiyle tarikat ve cemaatlerin eline bırakılmasıdır. Bilimle, özgür düşünceyle büyümesi gereken çocuklar karanlık yapılarda itaate zorlanır. Böyle bir ortamda çocuk kendi iradesini kaybeder, sorgulamayı unutur. Kimi şiddete yönelir, kimi istismara açık hale gelir. Daha vahimi, yetkililerin bu durumu görmezden gelmesidir. “Bir kereden bir şey olmaz” denilerek kapatılan gözler aslında çocuklarımızın geleceğini karartmaktadır. Oysa bir kereden çok şey olur; bir çocuğun hayatı sönerse, tüm toplum bundan zarar görür.
Eğitim sistemi de çoğu zaman bu çocukların elinden tutmaz. Testlere, ezbere ve sınavlara boğulmuş bir okul düzeni onların ruhuna dokunamaz. Oysa bir futbol sahası, bir resim atölyesi, bir tiyatro kulübü çocuğun kaderini değiştirebilir. Yıllar sonra bana “Hocam, resim kulübüne girmeseydim belki de sokaklarda olacaktım” diyen öğrencimin sözleri, bu gerçeğin en yalın kanıtıdır.
Arkadaş çevresi ve sokak kültürü de çocuğu şekillendirir. Ait olma duygusunu evinde bulamayan çocuk, arkadaş grubuna sıkı sıkıya sarılır. Eğer bu grup kötü alışkanlıklarla iç içeyse, çocuk için bu yol neredeyse kaçınılmaz olur. Çeteler, bu açlığı çok iyi kullanır.
Devletin koruyucu mekanizmaları da çoğu zaman yetersiz kalır. Sosyal hizmet uzmanlarının, psikologların, çocuk polislerinin sayısı sınırlıdır. Okullarda devamsızlık birkaç gün sürdüğünde aileye hemen destek sağlanması gerekirken, bizde çoğu zaman çocuk tamamen kaybolduktan sonra fark edilir. Oysa erken uyarı sistemi devreye girse, kayıp önlenebilir.
Medya ve dijital dünya da işin başka boyutudur. Şiddeti kahramanlık gibi sunan diziler, kolay yoldan köşeyi dönmeyi cazip gösteren filmler, çocukların bilinçaltını zehirler. Saatlerce gangster filmleri izleyen bir çocuk, sokakta hayali tabancasıyla dolaşırken aslında zihnine işlenen rolü sahneye koyar.
Peki çözüm nerede? Öncelikle şunu kabul edelim: Bu mesele ailede ya da toplumda tek başına açıklanamaz. İkisi birbirini tamamlayamadığında çocuk boşlukta kalır. Güçlü bir aile, destekleyen bir toplumla birleştiğinde çocuk korunur. Güçlü bir devlet, zor durumdaki ailelerin yanında olduğunda çocuk kazanılır.
Çözüm için ailelere destek, okullara nefes, mahallelere gençlik merkezleri, devletin güçlü sosyal hizmet ağı ve medyanın sorumluluğu şarttır. Çocuk suça sürüklendiğinde aslında yalnızca kendi geleceğini değil, bütün toplumun geleceğini kaybettirir. Bu yüzden her çocuğa zamanında el uzatmak bir vicdan değil, bir toplumsal görevdir. Çünkü unutmayalım: Bir çocuk kaybolduğunda, aslında hepimiz kaybederiz.
İsmail Erdal
Emekli Eğitimci Ekim 2025

Yorum Ekle