Yorgun bir akşamın sabahından endişe eden şahıs evin önündeki taşların üzerine oturur, sırtını da duvara yaslar. Tarladan birlikte döndükleri ailesi de oturur. Sabah ezanıyla ayakta olan herkes çok yorgundur. Gün boyu tütün fideleri toprağa dikilmiş, sadece yemek için mola verilmiştir.
Tarladan dönenlerin evin önüne oturduklarını gören nine;
“ Haydi, bakalım herkes sofraya. Sıcak sıcak çorbanızı içip yatıp dinlenin.”
Kimsenin itiraz edecek halini kalmamıştı. Hiç kimse konuşmadı. Nine sofrayı salonu hazırlamıştı. Yemek esnasında birer ikişer konuşmaya başladılar. “iyi ki bitirdik Ketir’deki tarlayı, yoksa yarında gidecektik.
İlköğretim Okulu 7. Sınıfa giden evin en küçüğü babasının konuşmasını istiyor gibi. “Baba bu gün tütün diktiğiniz tarla kaç dönüm.” Babası çaktırmadan bakar, oğlunun gülümsediğini görür, sorunun ne amaçla sorulduğunu anlar.
Oğluna bakar. Kıyamaz. Gözünden sakınır. Kıskanır. Üç kızın bir erkek çocuğudur. Evlatlarının hepsi Can’dır onun için. Ama erkek bir başkadır. Babasının kendisinin neden okutmadığını onca yıl sonra akıl erdiremez. Köydeki bütün emsalleri Sivas Yıldızeli Pamukpınar Öğretmen Okulu sınavlarını kazanmışlar öğretmen olmuşlardır. Babası onu göndermemiş. Bir de konu açıldığında, ya da yaşıtlar bir oğlunu okutup da kurtarmadın dediklerinde “ bu öğretmen dediğiniz memur kaç kuruş alıyor.” Diye anlamsız kelimeleri bir araya getirir konuşur ve üste çıkmak içinde oğluna bırakacağı tarlaları, traktörü ve ahırdaki hayvanları sayar, öğretmen olunca ne olacak.” Gibi sözleri tekrarlayıp durur. Bir oğlunun gözünün bebeği olduğunu, bir gün bile ayrılığına dayanamayacağını bir türlü söyleyemezde tarladan, bağdan, bahçeden bahseder durur, kimseye de söylediklerinde haklı olduğunu ikna edemezdi.
“Baba beni niye okutmadın. Bak yaşıtlarım, arkadaşlarım hep öğretmen oldular.” Dediğinde yerin dibine girmiş saatlerce konuşmamış, “en büyük yanlışı yaptım oğul, seni okutmalıydım. Sen benim tek oğlumsun sen gidince hasretine nasıl dayanacaktım diyememiş. Ama şimdi çok pişman olduğunu da söyleyememişti.
“Ah babam. “ diyebildi. Sessizce. Babama dünyasını değiştireli nerdeyse on seneyi geçti. Sen daha yeni yürümeye başlamıştın. Düşüyordun. İki taraflı kucak kucak yapıyorduk. Yattığı yerden annene ve ablalarına kızıyor, “Bir çocuğa sahap çıkamıyorsunuz” sesli söyleniyordu.
Bir akşam kahveden geç gelmiştim. Anamı uyutmamış. Oğlan gelince bana getir. Konuşacağım demiş. Yatsı sonrasında evde olan ben, o akşam gece yarısına doğru eve gelmiştim. Anamı evin merdivenlerinde oturuyor görünce babama bir şey oldu sandım.
O gece helallik istedi benden. “Çocuklarını okut oğul” bu cümleyi kaç kez tekrar etti bilmiyorum. “okut oğul.”
Anama çay yaptırdı. Sabaha kadar konuştu. Onca yıl demediklerini dedi. Bir ömrü anlattı sabaha kadar. Demediklerini, diyemediklerini, yanlışlarını ve doğrularını paylaştı. Benim çocukluğumda tarla bereketliydi. Ürettiklerimizden iyi para kazanıyorduk. Yetiyordu bize. Her yıl tarla da alıyordum. Bir de senin hasretin. Salamadım gurbete. Dayanamam, ölürüm sandım. Çocuklarını okutanlar haklı çıktı. Memur olanlar rahat etti. Bir ayaklarını şehre attılar. Zaman şehre akıyor oğul. Köyler boşalıyor. Erbaa’daki arsayı taşınırsan bulun diye, çocukları okutursan ihtiyacın olacak diye aldım.”
Anam hiç konuşmadı. Sabaha kadar başını sallayıp durdu.
24.05.2012 /Ankara