Eğitim konusunda, ülkemizde tartışmalar sürecek gibi. Memur maaşlarına yapılan yetersiz artıştan sonra memur sendikalarımızın 23 Mayıs’taki ortak tavırları, ilk kez grevi birlikte yapmaları önemli bir adım.
Özellikle öğretmenlere yönelik açıklamalar çok üzücüydü. Bu konuda Kemal İNAL’ın yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum. (Yazı 19 Haziran 2012 tarihli BİRGÜN Gazetesinde çıkmıştır.)
“Milli Eğitim Bakanına Açık Mektup
Sayın Bakan,
Emriniz altındaki on binlerce öğretmenin günlük hayatını veya çalışma koşullarını düşündünüz mü hiç? Pek de aktif olmadığını, küresel rekabete dayanıklı, etkili ve verimli eğitim vermediğini ileri sürdüğünüz bir öğretmenin nasıl bir hayat yaşadığını düşündüğünüz olur mu bazen? O istatistiklerde, rakamlarda, maaş bordrolarında bir gösterge olarak gösterilen öğretmenlerin nasıl bir insan olduklarını tahayyül ettiniz mi bir kez olsa bile? O ki, her gün nice çileli trafikten sonra yorgun argın okul bahçesine giren, ağır ağır sınıfına çıkan, birçoğu söz dinlemez onlarca çocuğu insan yapmaya çalışan; bunu yaparken kafasında bin bir sorun olan öğretmenler nasıl insanlar acaba? Umutlarını, geleceklerini, düşlerini çoktan yitirmiş o öğretmenlerin neden bu hale geldiklerini merak ettiğiniz olur mu? Mesleği kutsallaştırılan ama kendisi toplumda garip, biçare edilen o öğretmenlerin ne haller yaşadıklarını bilir misiniz?
Bilmem bilir misiniz: Kiminin çok ciddi hastalıkları, bazılarının borçları, birçoğunun da bıkkınlıkları ve şiddetli kaygıları vardır. Mesleğinin stresi nedeniyle kaç öğretmen boşanmıştır acaba? Böyle bir istatistik tuttuyor musunuz? Genç yaşında türlü-çeşitli haatalıktan yılda kaç öğretmenin öldüğünden haberinizn mı? Eğitim uğruna morali bozulan, toplumdastatüsü dibe vurmuş, aldığı ücret ile keyifli bir tatil yapmaktan bile aciz kaç öğretmen vardır, bilir misiniz? Düzgün beslenemeyen, beslenemediği için zaman zaman en yakınındaki insanların isimlerini bile unutan öğretmenlerimizden bahsediyorum. İstatistiklerden değil, hayat gibi gerçeklerden söz ediyorum. Bir zamanlar gözü kapalı kız verilen onlar şimdi tam birer proleter oldular, Eskilerin deyimiyle baldırı çıplaktır artık onlar. Çoğu. işçilerin yaşamına gıpta ile bakıyor, çünkü onların sendikalarının toplu sözleşme ve grev hakları var. En küçük bir eylemde bile hemen tepesine üşüştüğünüz o öğretmenleri ileri demokrasiye geçtiğimizi nasıl ikna edeceksiniz? O ki, onca haksız, keyfi uygulamaya karşın öğrencileri için didinir durur; çoğu zaman üç kuruşluk maaşın üzerinde insanüstü performans gösterir. Buna rağmen performans ve standartları düşük diye yeni uygulamaların içine ittiğiniz öğretmenlerimizin bu halleri niyedir böyle?
Reform diye getirdiğiniz yeni düzenlemeler öğretmenlerimizin birçoğunu, yıllardır çalıştığı okullarından, o okullardaki arkadaşlarından, nice alışkanlıklarından, anı ve hikâyelerinden; ama en çok da sevdiği öğrencilerinden etti. Şimdi okullar arası göç yaşanıyor. Yakında birçok öğretmenin evinin önüne kamyonlar çekilecek ve eşyalar taşınmaya başlanacak. Hem de bu sıcak ve bunaltıcı günlerde! Çoğu burnundan soluyor. Neden “niye” diye sormazsınız onlara? AKP hükümetleri döneminde, 2002’den bu yana dört Milli Eğitim Bakanı gördüler. Hepsi de birbirlerinden farklı idi. Hepsi de gelir gelmez rüzgâr gibi estiler, çok acil reformlara giriştiler. Esip gürlediler. Adı reform olan ama gerçekte hiçbir şeyi iyileştirmeyen, düzeltmeyen, ıslah etmeyen o uygulamalar öğretmenleri ne hale getirdi, bilir misiniz?
Çoğu öğretmen artık MEB’e güvenmiyor. İşlerini sevdiklerini söylemek çok zor. Mecburen öğretmenler, başka yapacakları bir iş olmadığı için öğretmeye devam ediyorlar. Öğretmenlik mesleğine de işine de yabancılaştılar artık. Çoğu, işini mekanik bir şekilde yapar hale geldi. En insancılı bile zaman zaman sistemin içinde yarattığı gerilimi dışa vururcasına hıncını ya öğrencisinden ya da yakın çevresinden çıkarıyor. Sayın Bakan, öğretmenlerimiz mutsuz, neredeyse hepsi tam bir sinir küpü. Acaba bu hale gelmelerinde sizin de bir rolünüz var mıdır? Öğrencisini boğacak dereceye gelen öğretmen sayısı hiç de az değil. İsterseniz sorun bunu öğretmenlerimize. Böyle eğitim sistemi mi olur? Neden? Acaba bunda sizin bir sorumluluğunuz, hatanız veya dahliniz olabilir mi? öğretmenlere bu sıcak yaz günlerinde ne işe yaradığını kimsenin bilmediği seminerler çıkardınız. Slâytlarda yazılanı okumaktan aciz uzmanlar gönderdiniz onlara dinlesinler ve baksınlar diye. Böyle yaşam boyu veya hizmet içi eğitim olur mu Allah aşkına? Görüntülü konferansınızı dinlemelerini buyurdunuz. Bence bunun tam tersi olmalıydı. Onların sizi değil, sizin onları dinlemesi gerekmez miydi? Bir dinleyin onları, göreceksiniz, kâğıt üzerinde mükemmel olarak gördüğünüz sisteminiz yürümüyor. Emeğe saygınız varsa, onlara kulak verin. Onlar ki, sizin derslikteki gözünüz, kulağınız, elçiniz olmalı, değil mi? Reform diye önlerine sürdüğünüz yenilikleri gerçekleştirecek olanlar onlar. Oysa kafanızda tasarladığınız resim bir türlü çizilemiyor okullarda. Çünkü eğitime bakarken küresel rekabet geliyor aklınıza ama öğretmenlerin hayatı, çilesi, umutları gelmiyor. Velilerin çektikleri nice çilelerden ise hiç haberiniz yok. Öğrenciler ise sürekli sınavlara girmekten yorgun düşmüş vaziyetteler. Kafanızda rakamlar, istatistikler, modeller, hedefler, misyonlar ve vizyonlar olabilir ama bir öğretmen ne yer, ne içer, nerede yaşar, günü nasıl geçer; işte bu sorulara cevaplarınız muhtemelen yoktur Sayın Bakan. Çünkü MEB, artık insan merkezli değil, küresel şirketler merkezli iş görüyor çoktandır. Çoğu öğretmenimiz muhtemelen şöyle diyordur: Bana ne şirketlerin rekabet gücünden! Onların piyasalardaki yüksek rekabete dayanıklı insan gücü yetiştirilmesi talep ve hedeflerine lanet olsun! öğretmenlerimiz artık toplum için, insan için, güzel erdem ve değerler için öğrenci yetiştirmek istiyorlar, öğrencilerimizi yarıştırmak istemiyorlar. Bıktılar bu rekabete dayalı pedagojiden. Görün bunu artık.
Sayın Bakan,
Okullar, öğretmenler, veli ve öğrenciler hiç de sizin bildiğiniz gibi değil. Elbette maaşları çok düşük, sosyal hakları güçlü değil, imajları zayıflamış durumda. Öğretmenlerimiz kendilerini yeniden üretemiyorlar. Siz de ortalama bir insan gibi öğretmenlerin az çalıştıklarını düşündünüz durdunuz, öğretmeniyle kavga eden, onları eleştiren bir Bakan olur mu hiç? Onların yükünü artırmaya çalışıyorsunuz. Ama unuttuğunuz bir şey var: Yükü artırılan öğretmenler o yükü taşıyamaz hale geldiler. Girin bir günlüğüne bir dersliğe. Altı saat boyunca kalın bakalım bir sınıfta; her biri diğerinden farklı, haşarı, yerinde duramayan, söz dinlemez, öğretileni anlamaz, bin bir türlü sorunu olan, ter kokan, sürekli gaz çıkaran 40-50 öğrencinin karşısına geçin ve eğitim yapın. Deneyimle sabit; bu yıl dördüncü sınıfları okutan öğretmen eşimi dinlemek ister misiniz? Sayın Bakan, bu sisteminiz son derece iyi öğretmenleri bile perişan ediyor. PERİŞAN. Aşırı yoran, bıktıran, gına getiren, sinir küpüne çeviren bu sistemi iyileştirmek mi istiyorsunuz? İyi, o zaman yapacağınız tek şey var: Bırakın Batı patentli modelleri, bir işe yaramaz uzmanlarınızı, kağıt üzerindeki hedeflerinizi, işverenlerin taleplerini; gidin okullara ve öğretmenlerinizi dinleyiniz. Emin olun, onlar size bu sistemin neden işlemediğini ve nasıl işlemesi gerektiğini çok etkili bir şekilde anlatacaklardır. Yani, dinletmekten önce dinlemeyi öğrenin. Zira bugüne değin öğretmenler hep dinlediler. Artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorlar. Şarkı söylemek: DEMOKRASİ.”