Enver Seyhan
Tarihini bilmediğim bir yazı. Yazmışım ki önüme düştü. Belki yıllar içinde birikti birer ikişer üçer sonra cümle oldu oluştu. Sanırım, Facebook sorunca veya görüntü gönderince cevap niteliğinde olsun babında başlamışım devam etmişim. Öyle düşündüm okuyunca. Belki de değil. Mesele yok.
…
Beni kötü konuşturacak!
Sana ne benim düşündüğümden gördüğümden!
Benim ömrüm savruk şeylerle oyalanmayı geride bırakalı yıllar oldu.
Ne kaldı şurada?
Şükür ki dağınık ve düzensiz bir insan olmadım.
Dinin bütün gereklerini yerine getiremesem de bilirim.
“Kırkından sonra azanı teneşir pâklar!”
Ben dedemin iki kelamını belli yaştan sonra kendime rehber edindim.
Yola çıkacağım zaman yanına uğrardım.
Hep tek cümle kurardı.
Derdi ki:
“Namazını kıl. Namaz yolda komaz!”
Bu iki cümleyi çok tekrar ederdi.
Ömrümün bir katmanından sonra dedemin bu hususi nasihatını düşündüm.
Fıkıh ilminde namazın yeri ve önemi konusunu inceledim.
Farz oluşunu mecburiyetini hazmettim.
Hayatım olumlu veya olumsuz şartlarda derede tepede ovada vadide dağda bayırda kırda taşrada şârde öyle veya böyle devam etti.
Acılar çektim…
Başladım bitiremedim.
Koydum alamadım. Aldım koyamadım. Aradım bulamadım. Hepsini sabırla yoğurdum.
Huzursuz oldum, huzurlu oldum. Eskilerin deyimiyle “mutuna erdim eremedim!”
“Ömür kısa
Kuşlar uçuyor” demiş şair.
Çünkü bu dünya bana ebedi değil…
Hakiki yurdum ahiret yurdu olacak. Kaçış yok. Çünkü bugün yanımda ne babam ve ne dedem var. Çoktan bırakıp gittiler…
Varlığın içinden yokluğun içine, kendini karısını ve çocuklarını alıp çıkan dedeme bazı kere sorduğumda…
Babasına:
“Baba bana ne bıraktın?”
Diye sorduğunu söylerdi.
Veli adam Mehmet Hoca’nın verdiği cevap:
“Oğlum çıkışamıyorum. Ne yapayım? Sana elimi bıraktım.”
Çıkışamıyorum dediği dedemin ağaları.
Takmıyorlar…
Takmamışlar…
Bu derin konuları Şaban Efendi’nin kızları Havva ve Halime ememle vaktinde sordum ve konuştum.
Dedem babasına kırgın gibi yaşadı. Ya da söz icabı ben öyle düşündüm yıllar yılı.
Babası, “kazaların imamı Mehmet Hoca” 1946 yılında bu dünyaya veda etmiş! Bu vasfını çok defa babaannemden dinledim. Amcam da Seferberlik zamanına dair olmak üzere dedesi hakkında bildiklerini yakın zamanda anlattı.
Başını kırkardım.
Hani herkesin malumu o eski tıraş makinesi vardı evinde.
Kafasında kocaman ve boydan boya yarıklar vardı.
İki büyük yarık vardı ki bu yarıklardan sonra sağ çıkması mucize demeyeyim ama Yüce Allah korumuş bağışlamış…
Birini ağası taşla yarmış diğerini babası…
Babası söz geçiremediği oğullarından birine kızıyor, koyun ağılına geliyor ve dedemin başını yarıyor. Ağıl aşağıda. Üst taraftaki yoldan kaldırıp taşı fığdırıyor.
Başını elimle sıvazlardım. Yarıklar dere gibi! İçimden bin şey geçerdi.
“Bu boyla bosla bu bedenle cılız cühnüz adamlara bir şey yapamadın mı?”
Derdim.
Cevabı şu cümle olurdu:
“Büyüğe karşı saygı hürmet vardı!”
Ben itiraz ederdim.
“Sevginin bittiği yerde saygı kalır mı?”
Bu konu valideyle sohbetlerimizde hâlâ arada bir güncellenir…
O da şahittir.
O da bilir dedemin babasından el aldığını. Daha doğrusu mal mülk yerine babasının dedeme elini bıraktığını. Ne oluyorsa işte…
Valideye de anlatmış defalarca.
Dedem okul okumuş liseden almış babası malının başına çoban yapmış. Yüz sene önce geçim kaynağı davar.
Çok kızmış kırılmış küsmüş babasına.
Aralıksız 25 sene koyun gütmüş. Derler ki: “Koyun ölüñe ağlatmaz.”
Babası yanında sigara içmesine izin vermiş. Sırf gönlü olsun diye.
Ehl-i vukuf bir şahıstı.
Çözmediği mesele yoktur yakın çevrede.
Bir küçük camide imamlık yapacak kadar da dini bilgiyle mücehhezdi.
Her gün Kur’an okurdu.
Babasından kalan Fıkıh ve diğer kitaplara ehemmiyet verirdi.
Onlardan beslenirdi.
Sade yaşadı.
Çünkü bilirdi ki “sade yaşamak imandandır.”
Rahmet olsun.
Yeri babaannemin de dedemin de cennet bahçeleri olsun!
Bütün aile efradımın çevremin köyümün akrabamın komşumun tanıdığımın geçmişlerinin ruhu şâd olsun!
Hatıralar yad etmeler dualar olmasa neyi kalır ki geriye yalan dünyanın…
Bir gün yavaş yavaş unutulacak hatıralar da…
Varlık da…
Mal da mülk de…
Yüz sene öncesinde kimler yaşadı?
Bugün kaçının hatırası yaşıyor?