Amasya İtimat

Meslek Anıları – Öğretmen Olmak ve Bir Öğretmeni Tanımak 2

0
505
Ali Rıza Atasoy Meslek Anıları

MESLEK ANILARI

Bir dönem ilçemizde Milli Eğitim Müdürlüğü yapmış öğretmenimizin yazıları.

ÖĞRETMEN OLMAK VE BİR ÖĞRETMENİ TANIMAK

Ali Rıza Atasoy
Eğitimci Yazar ve Şair
Taşova Yeşilırmak Şiir Vadisi Grubu Kurucusu ve Yöneticisi

<<Önceki Bölüm/ler İçin Tıklayınız>>

Bölüm: 2

Güzel bir Haziran gününün öğle saatlerinde şehirlerarası otobüs terminaline geldim. Elimde içinde kıyafetlerimin olduğu bir bavul ile el çantam vardı sadece. Van otobüsüne bindim, otobüs bir bilinmez yere doğru Ankara içinden geçip giderken, yüzümü yasladığım otobüs camından belki de son kez Ankara’yı seyrediyordum. Kayaş semtine varınca otobüs yakıt ikmali için bir benzin istasyonunda durdu. Burası yıllarca görev yaptığım okulumun aşağısındaki vadinin başlangıç noktasıydı aynı zamanda. Hemen otobüsten indim, bu noktadan mahalle ve okulum görünüyordu. Aşağıdan yukarıya doğru kalenderler mahallesine, okuluma ve öğrencilerimle şarkılar şiirler eşliğinde nice kez güzel anlar geçirdiğim vadiye son kez bakıp, iç geçirdim.

Birkaç dakika süren bu kısa molanın ardından tekrar yolculuğumuz başladı, bir süre sonra da artık Ankara uzaklarda kalmıştı. Yüzümü yasladığım otobüs penceresinden dalgın gözlerle dışarıyı seyrederken nerelerden geçtik, o an içimden neler geçiriyordum belleğimde pek bir iz kalmamış bugün. Ancak yolculuğumuz sürerken ilk mola verdiğimiz yerleşim yerinin Darende olduğunu anladığımı, otobüsten inip birkaç bardak çay içtiğimi hatırlıyorum. Darende’deki yarım saatlik ihtiyaç molasının ardından yolculuğumuz yeniden başladı. Malatya il sınırı içindeki topraklardan geçerken yol boyunca görünen yerleşim yerlerinde tarlalarda ve kayısı bahçelerinde çalışan insanlar görünüyordu. Bir müddet sonra da hava karardı ve böylece Ankara gibi gündüzü de geride bırakmış olduk.

Gece olmuştu ve ben yine yüzümü cama yaslayıp kendi âlemime dalıp gitmiştim. Bir taraftan gece karanlığında geçtiğimiz yerlerle ilgili zihnimde tahminler yürütüyor, diğer taraftan da biraz uyumaya çalışıyordum. Gecenin bir yerinde gözümü açıp dışarıya baktığımda Kömürhan Köprüsü levhasını okudum. Kendi kendime “demek ki Elazığ topraklarındayız” diye fikir yürüttüm ve uyuma isteğiyle gözlerimi tekrar kapattım. Bundan sonra epey bir zaman uyumuş olmalıyım, gözümü açtığımda Gevaş levhasını okudum. Sabahın ilk saatleri etraf aydınlanmaya yüz tutmuş, uzaklarda sis pus içinde dağlar ve biraz daha yakında ise deniz misali Van Gölü ile gölün ortasındaki efsanevi Akdamar Adası belirgin bir şekilde görünüyor. Az bir vakit sonra da Van şehirlerarası otobüs terminaline vardık ve yolculuğumun buraya kadarki kısmı bitmiş oldu.

Otobüsten inip bagajdaki eşyalarımı alınca bir de baktım ki etrafımı bir dilenci kalabalığı sarmış olduğunu gördüğümü ve ilk şaşkınlığımı yaşadığımı, bugün bile net hatırlıyorum. Karşılaştığım ve gördüğüm manzara televizyon belgesellerinde izlediğimiz Ortadoğu’nun bazı bölgelerindeki insan ve şehir manzaralarını andırıyordu. O güne kadar sadece kitaplarda ve gazetelerde okuduğum, görsel medyada gördüğüm ve arkadaş sohbetlerinde konuştuğumuz doğu gerçeği ile ilk kez yüz yüze gelmiştim. Önce Muradiye yolcu minibüslerinin kalktığı yeri buldum, yazıhaneye eşyalarımı bırakarak ilk kalkacak araçta yerimi ayırttım. (Halbuki ilçeyi arayıp beni il’den almalarını söyleseydim gelip alırlardı muhakkak, nedense böyle bir şey aklıma gelmedi!).

Sonra da bir çay ocağına oturup çayla birlikte simit yedim, ilk kez çayın ve simidin tadının alıştığımdan farklı olduğunu fark ettim, belki de o an bana öyle geldi. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkayıp biraz da oralarda oyalandıktan sonra yolculuğumun geri kalan kısmını tamamlamak üzere belirtilen saatte gidip minibüsteki yerime oturdum ve minibüs hareket etti. Bana en ön koltukta, yani şoför mahallinde yer vermişlerdi, içerideki yolcuların hepsinin yerli halktan olduğu ilk bakışta fark ediliyordu. Şoför dâhil herkes bilmediğim bir dili konuşuyorlardı, minibüsün teybinde Kürtçe türküler çalıyordu. Bir an diğer yolcuların beni kuşkulu gözlerle süzdüklerini hissettim, içimde sebebini bilmediğim bir tedirginlik, bir nedamet duygusu vardı sanki. Derken bu minval üzere geçen uzunca sayılabilecek bir yolculuğun sonunda Muradiye’ye vardık.

Muradiye ilçesinin adını ilk kez henüz lise öğrencisi olduğum 1976 yılında ilçeyi vuran büyük deprem haberleriyle duymuştum. O yıllarda TRT’nin siyah beyaz haber kanalında deprem görüntülerini izleyip felaketin boyutuna ilişkin yorumları dinlemiştim. Deprem sonrası geçen zaman içinde Muradiye şehir merkezi biraz daha aşağıya kaymış, şehrin kuzey ucunda daha fazla olmak üzere çevresinde halen depremin kalıntılarından izler var. Muradiye şehir merkezi olarak Van Gölü’nün kuzey kıyısında orta ölçekli bir yerleşim yeri, içinden ünlü Bendi Mahi Çayı geçiyor. O yıllarda bile oldukça yoğun bir nüfusa sahip ve daha gelişmiş olan Erciş’in gölgesinde kalmış olduğu anlaşılıyor biraz, ama doğu şartlarında güzel sayılabilecek bir yer.

Muradiye’ye inince İlçe Milli eğitim Müdürlüğünü sordum, tarif ettiler, bulunduğum yere yakınmış, yürüyerek gittim. Nihayet bundan sonraki çalışma hayatımı önceden kestiremediğim bir zamana kadar sürdüreceğim yeni mekânıma gelmiştim. İlçe hizmet binası eski bir ilkokuldan dönüştürülmüş, dışarıdan bakılınca eski olduğu kadar bakımsız hali de dikkat çekiyor ve pek kullanışlı olmadığı izlenimini veriyor. İki kattan ibaret olan binanın zemin kattaki bölümleri İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü* hizmetlerine, üst katı da birkaç yatak kapasitesi olan Öğretmenevi hizmetleri için tahsis edilmiş. Bir duvarla çevrili genişçe bir bahçesi var, duvar boyunca belirli aralıklarla dikilmiş kavak ağaçları ile bahçe içerisinde belirli aralıklarla kamelyalar ve kamelyalar içinde de masalar var. Güneşli bir Haziran gününün öğle saatleri hava güzel, masaların çoğu dolu, bahçe oldukça kalabalık, kimi sohbet ediyor, kimi yemek yiyor veya bir şeyler içiyor. Elimdeki eşyaları bir kenara bırakıp ortalarda boş görünen bir kamelyadaki masaya oturdum.

Oturmamla birlikte görevli genç birisi yanıma geldi ve bir isteğimin olup olmadığını sordu. Burada yemek hizmeti de veriliyormuş, o an acıkmış olduğumu hissettim. Görevlinin isimlerini saydığı yemeklerin tamamı kebap türü ve bunların bir kısmı o yöreye ait, kendime hemen kebap ısmarladım, ardından da çay getirmesini söyledim. Bu arada görevli genç birkaç kez yanıma gelip gitti, her gelişinde sanki bir şeyler merak ediyormuş veya bir şey soracakmış gibi bir halinin olduğu dikkatimden kaçmamıştı. Sonunda “Yabancısınız galiba, memur musunuz, buraya yeni mi geliyorsunuz?” dedi. Ben de bu soru üzerine buraya eğitim yöneticisi olarak atandığımı ve göreve başlamak üzere geldiğimi söyledim. Ben bunu söyler söylemez, görevli genç bir an telaşla karışık bir şaşkınlık geçirir gibi oldu ve ardından toparlanarak “Hocam hoş geldiniz, hayırlı olsun, sizi bekliyorduk o yüzden biraz da tahmin ettiğim için sormuştum” gibi bir şeyler söyledi. Kendisi Öğretmenevi personeliymiş, diğer masaların birinde sohbet etmekte olan düzgün kıyafetli grubu göstererek “İlçe Kaymakamımız ve diğer daire amirleri” dedi, Kaymakam** beye geldiğinizi haber vereyim mi, diye sordu. Ben de şimdi acelesi yok, ben daha sonra kendilerini ziyaret eder tanışırım dedim ve ilaveten Öğretmenevi yetkilisi arkadaşımız buradaysa ona haber verebilirsin dedim.

Bu konuşmadan birkaç dakika sonra benim yaşlarımda, biraz esmerce güler yüzlü birisi yanıma gelerek “Müdürüm ilçemize hoş geldiniz, hayırlı olsun” diyerek kendini tanıttı. Öğretmenevi müdürü İbrahim beymiş, daha önce bir dönem ilçenin belediye başkanlığını yapmış, seçimi kaybedince asli mesleğine dönmüş ve Öğretmenevi müdürü olarak görevlendirilmiş. Konuşkan ve girişken birisi olduğu her halinden belli oluyordu. Ankara’dan geldiğimi ve aslen de Ankara’nın Çamlıdere ilçesinden olduğumu söyleyince, mesleğinin ilk yıllarında Kızılcahamam’ın bir köyünde görev yaptığını söyledi. Ve o yıllarda Çamlıdere’ye de birkaç kez gittiğinden, siyaset yıllarında ise zaten işinin icabı sıkça Ankara’ya gidip geldiğinden bahsetti. Konuştukça daha önce birebir tanışmamış olsak da aynı tarihlerde bir iki kez de olsa aynı ortamlarda bulunduğumuzu ve ortak tanıdıklarımızın olduğunu fark ettik.

İbrahim hocaya bir anda içim ısınıverdi, onunla konuştukça yalnızlığımı biraz unutur gibi oldum. Orada kendisine herkesin halen başkan diye hitap ettikleri dikkatimden kaçmadı. O arada görevli personeli çağırıp bahçenin girişine bırakmış olduğum eşyalarımı göstererek “Müdür beyin eşyalarını odasına çıkarın ve herhangi bir eksiklik var mı, odayı tekrar kontrol edin” dedikten sonra bana dönerek “Geleceğinizi bildiğimiz için size bir oda ayırmıştık, sanırım evi taşıyıncaya kadar burada kalacaksınız. Bir ihtiyacınız ve isteğiniz olduğunda ben ve görevli personel buradayız, uzun bir yolculuk yaptınız yorgun olmalısınız odanıza çıkıp dinlenin isterseniz, daha sonra daha çok sohbet ederiz ” dedi. Kendisine tanıştığımıza ve yakın ilgisi için teşekkür ettim ve dinlenmek üzere odama çıktım.

Bir bilinmez yola girmiş olduğumu ve ucu belirsiz bir istikamete doğru gittiğimi düşünüyordum içten içe. Evimi buraya taşımayı, ailemi getirmeyi de hiç düşünmüyordum. İlk fırsatta en azından kendi çevreme yakın bir yere atanmanın hayalini kurmaya başlamıştım şimdiden. Bir an, Ankara’dayken her gün şehrin bir ucundan diğer ucuna birkaç vasıta değiştirerek dersime yetişmeye çalıştığım günleri hatırladım. Şimdi ise işyerine ulaşmak için sadece birkaç basamak aşağı inecektim, hepsi o kadar! Bu duruma sevinmek mi lazımdı, bilmiyorum! Ama ne olursa olsun, dediğim gibi en kısa zamanda buradan gitmenin hayali içten içe içimde yer etmeye başlamıştı bile. Bu ve benzer hayaller ve karmaşık düşünceler içinde Muradiye’de ilk gecemi geçirdim.

(*) Şube Müdürü olarak atanmıştım ama bir süre ilçe milli eğitim müdürlüğüne vekâlet ettim.
(**) O zamanki ilçe kaymakamımız şimdiki Van Valisi Mehmet Emin Bilmez’di, iyi anlaştığım değerli bir yöneticiydi, bu vesileyle sayın Valim’e saygı ve selamlarımı sunarım.

(devam edecek)

 

1. Bölümün Videolu Seslendirmesi

 

..

 

2. Bölümün Videolu Seslendirmesi

 

 

.

Yorum Ekle