Her çocuk, tertemiz bir zihne, ışıl ışıl bakışlara sahiptir. Kin, nefret, husumet gibi düşmanca duygulardan münezzeh, bilakis berrak ve sıcak yüreklidir. Yanaklarını okşayan o pespembe haleler, gerçek sevginin en hakiki rengidir. Çehresinde ışıldayan masumiyet, yanaklarına konmuş nurdan bir busedir. Öfkeden, riyâdan, yalandan habersiz o cıvıl cıvıl gülüşüyle bütün insanlığı kucaklayacak kadar da efsunludur. Ailesinin neşesi, babasının gözbebeği, annesinin cennet çiçeğidir. Elhasıl Mevlâ’nın insana, insanlığa aziz lütfudur.
Evet, her çocuk işte bu kadar güzel, bu kadar özel ve bu denli kıymetlidir. Peki, gün geçtikçe neden tam aksi yönde bir değişime meylederler? Günbegün bu güzel hasletlerden niçin uzaklaşırlar? Okul çağı ile birlikte başlayan törpülenmelerin sebebi nedir? Topluma, aileye ve yüz binlerce eğitimciye rağmen hiç de azımsanmayacak bir bölümü, neden madde bağımlısı oluyor, ailesine baş kaldırıyor, kural tanımaz bir hal alıyor, hatta birer canavara dönüşebiliyor? Henüz 5-6 yaşlarında biz eğitimcilere emanet edilen bu pırıl pırıl yavrularımızı kim, nasıl, ne hakla değiştiriyor? Gerçekten kimdir sorumlu? Aile mi, toplum mu, öğretmenler mi, yöneticiler mi yoksa sistem midir? Aslında herkesin az çok payesi olduğunu düşünmekle birlikte, şahsen eğitim sistemimizin birinci derecede sorumlu olduğu kanaatini taşıyorum. Çünkü sistem, aynı zamanda diğer unsurları yönlendirecek kadar da önemli bir güce sahiptir.
Bir öğretmen olarak bu vahim gidişattan muzdaribim. Olabildiğince tarafsız bir nazar ile bu tabloyu tetikleyen nedenler üzerinden konuya giriş yapıp, bilgimiz nispetince hem eğitim sistemimizi, hem kendimizce tespit ettiğimiz aksaklıkları hem de önerilerimizi bir tefrika halinde siz sevgili okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
Neredeyse yegâne başarıyı sınav sonuçları üzerinden değerlendiren şu garip eğitim sistemimiz sayesinde yazık ki, her yıl nice umut ve hayallerle biz eğitimcilerin insafına terk edilen yavrularımıza bakınız nasıl da kıyıyoruz.
Mesela, 1998 yılında meslek liselerine uygulanan katsayı zulmü! Ki, vicdan sahibi herkes o uygulamanın hiç kuşkusuz zulüm olduğunu öyle zannediyorum ki teyit ediyordur. O gün, eğitimde reform kisvesiyle yasal bir zemine oturtularak hayata geçirilen değişiklik, meslek liselerinde okuyan bütün gençlerimizin hayallerini yıkmıştır. Uygulama, kademeli geçişe de müsaade etmediğinden üzülerek belirtmeliyim ki, bir reformdan ziyade bir proje olarak zihinlerde yer almış ve yaktığı canlar ile nazarımda; eğitim sistemini katleden bir giyotin olarak tarihe geçmiştir. “Giyotin” benzetmesi kimi okurlarımızca ağır bir ifade olarak telakki edilebilir. Ancak, şahsi çıkarlarımızı, ideolojik düşüncelerimizi bir kenara bırakarak, ülke menfaatleri üzerinde yoğunlaşıp; “hak” , “hukuk”, “adalet” gibi insana özgü evrensel kavramlara hürmet ederek empati kurma erdemi sergileyebilirsek, konuyu aynı istikamette idrak edeceğimizden kuşku duymayacağız.
Bakınız! Katsayı uygulamasıyla birlikte meslek liselerine olan teveccüh durma noktasına gelmiştir. Anadolu liseleri ile Fen Liseleri, üniversitelerin lisans programlarına girişin yegâne okulları haline getirilmiştir. Bu arada, kamuoyunu yanıltmak ve sağduyuyu yatıştırmak kurnazlığıyla Meslek Lisesi mezunlarına “sus payı” olarak, “sınavsız geçiş” modeli ile kısıtlı sayıda ve türde ön lisans programları reva görülmüştür. Bu uygulama, meslek lisesi mezunları için âdeta kıyım olmuştur. Bu uygulama ile meslek liselerinden mezun olan başarılı öğrencilerin, gözde lisans programlarına yerleşmeleri önlenmiştir. Mesela, 2001 yılı sayısal puan türünde Amasya, Tokat ve Çorum olmak üzere toplamda üç ilin birincisi olmuş bir öğrencimiz; normal koşullarda tıp fakültesine rahatlıkla girebilecekken, izah etmeye çalıştığım o günkü anormal koşullarda ancak eğitim fakültesine yerleşebilmiştir.
İnsan organizmasında kötü huylu bir tümörün metastaz yaparak bütün doku, organ ve sistemleri tahrip ettiği gibi; bu uygulama da, hem insanlarımız arasına nifak sokmuş, hem aile ve toplum hayatımıza sirayet ederek, yaşam tarzımıza yön verdiği gibi aynı zamanda sınav sistemine göre şekillendirmemize de sebep olmuştur. Fizyolojik anlamda zaten hantallaşmış eğitim modelimize bir dinamizm kazandırmadığı gibi, bilakis sistemin psikolojisini de bozmuştur. Hemen hemen bütün veliler, çocuklarını Fen liselerine veya Anadolu liselerine yerleştirebilmek için ilkokul (ilköğretim) ikinci sınıftan itibaren imkânlar ölçüsünde, okul içinden veya dışından destek almaya başlamış ve sekizinci sınıfa kadar bu uğurda servetler ödemiştir. İşte bu dönüşüm Milli Eğitim eski bakanlarımızdan birinin deyimiyle “test çözen, tost yiyen” yeni nesil modelini ikinci sınıflar düzeyine kadar indirgemiştir.
Meslek liselerine uygulanan katsayı düzenlemesi, öğrenciler arasındaki rekabet için elbette bir milat değildir. Bu düzenlemeden önce de liselere geçiş sınavları düzenli olarak gerçekleştiriliyordu. Ancak bu uygulama ile doğal olarak herkeste, “meslek liselerine mahkûm kalmama” fikri hâkim olmuş ve bu anlamda haklı bir algı oluşmuştur. Zira, meslek liselerinden lisans programlarına geçiş neredeyse imkansız hale getirilmiş, bir anda bütün ilgi az önce sözünü ettiğim liselere çevrilmiştir. Lisans programlarına kapı aralayan bu okulların o dönemde hem sayısı hem öğrenci kontenjanı, taleplerin ancak çok küçük bir dilimini karşılayabiliyordu. Dolayısıyla var olan yarış; yıpratıcı, bezdirici, kıran kırana bir mücadeleye başlangıç teşkil etmiştir.
Meslek liselerine uygulanan katsayı 2012 yılında tamamen kaldırılmış olmasına rağmen, toplumda oluşan paradigma hâlen aşılamamıştır. Bundan dolayıdır ki tercihler büyük çoğunlukla; Fen liseleri, Anadolu Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri ve Meslek Liseleri sıralaması ile yapılmaktadır. Bakanlığımızın verilerine göre, hâlihazırda ülke genelinde öğrencilerin %50’sine yakını meslek liselerinde okumaktadır. Aileler, “çocuklarımız bir meslek lisesine mecbur kalmasın” düşüncesiyle haklı olarak sınavlara hazırlığı her şeyden çok önemsemektedirler.
Bugüne kadar hiç vuku bulmamış olsa da ilginç bir ihtimali dikkatlerinize sunmak istiyorum. Ortaokullardan mezun olan bütün öğrencilerin, girdikleri bütün sınavlarda bütün sorulara doğru cevaplar vererek tamamının tam puan aldığını varsayalım. Bakınız! Böyle bir durumda bile, öğrencilerin yarısına yakını mecburen yine meslek liselerine kayıt yaptırmak zorunda kalacaklardır. Aynı durum üniversite sınavları için de geçerlidir. Böyle bir durumun zuhur etmeyeceğini elbette biliyoruz. Çünkü her çocuğun hatta her insanın kapasitesi, çalışma isteği, sabır eşiği, ilgi alanı, kabiliyeti farklıdır.
O halde yapılması gereken şey, her türdeki liselerimizi tercih edilebilir bir kimliğe kavuşturmaktır. Özellikle meslek liselerimiz, meslek edindirmenin yanında, alanın akademik eğitimine yönelik de avantajlı hale getirilmelidir. Yakın tarihte hayata geçirilen 4+4+4 düzenlemesi de bana göre sığ kalmıştır. Meslek liselerini 1998 öncesi perstijine kavuşturamamış, beklentileri karşılayamamıştır. Dolayısıyla çocuklarımız, dün çektikleri sınav çilesini bugün de çekmeye devam etmektedirler. TEOG ile birlikte muhakkak ki, ilkokul seviyesinde bir rahatlama sağlamıştır. Ancak, ortaokul düzeyinde durum pek değişmemiştir.
Ve bakınız! Bu uzun ve meşakkatli yolculukta çocuklarımıza neler yaşatıyor, ne çileler çektiriyoruz. Onca zahmete, eziyete duçar kalan çocuklarımızın ruh halini sözcüklerle ifade etmek kabil değildir.
Devam edecektir.
Saygılarımla…