Amasya İtimat

HİKMET LEVHALARI…



 

 

 


         


        Manevi duyguların kelimelere dökülerek iki minareli camilerde minareler arasına ışıklı iplerle sergilenmesi geçmişten günümüze devam ettirilen bir ramazan âdetidir.


 


        Ramazan ayına ve kutsal gün ve gecelere verilen önemi gösteren ve onların gelişlerini duyurmak için hikmet ifade eden sözler mahyalarla ışığa yansıtılarak manevi iklimin göze hitap eden coşkusunun yansıtıldığı bir ramazan etkinliği olan mahya geleneği günümüzde de yaşamaya devam etmektedir.


 


        On bir ayın sultanı, oruç tut sıhhat bul, hoş geldin ya şehri ramazan, şefaat ya Resulallah gibi yazılar en çok okunan mahya yazılarıdır.


 


        Mahyanın yanı sıra eski evlerin duvarlarını süsleyen Arapça ya da Türkçe yazılmış “Ya Hafız, maşallah, Mülk Allah’ındır” gibi yazılarda maneviyat dünyamızın söze dökülmüş örneklerindendir.


 


        Ya Hafız “Ey koruyucu Allah”, maşallah nazara karşı, mülk Allah’ındır da her şeyin sahibinin yaratıcı olduğunu hatırlatmak için eski evlerimizin duvarlarına asılan hikmet levhalarıydı.


 


        Yine eski zaman evlerimizin duvarlarında birkaç kelimeden müteşekkil ama ifade ettiği mana derin olan beyitlere de rastlanırdı.


 


                *                      *                      *


                “Bu da geçer ya Hu”


                *                      *                      *


 


        Başa gelen bela ve musibetlere sabretmeyi telkin ve tavsiye eden özlü bir sözdür.


 


        Sağlıkla ilgili binalarda Kanuni Sultan Süleyman’ın meşhur beytinin yazılı olduğu levhalar süslerdi duvarları.


 


                *                      *                      *


        “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi


          Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”


                *                      *                      *


 


        Geçmişin ilim yuvalarında çokça rastlanan bir söz de “Edep Ya Hu” sözüdür. Eskiler edep’i “Edep ya Hu” ihtarına muhatap olmamak olarak ifade ederlermiş.


 


        Mektep duvarlarına kâmil insan olmanın şifrelerini veren hikmet öğüten sözler yazılı levhalar asılırmış.


 


                *                      *                      *


        “Kelamın fıdda ise sükûtun olsun zeheb


          Kemal ehli kemalatı sükût ile buldu hep”


         (Sözün gümüş ise susman altın olsun)


                *                      *                      *


 


        Olgunluğun az ve öz konuşmaktan geçtiğini anlatan bu cümleleri günümüzde sazı ele alıp sözü kimseye kaptırmayanlar da keşke arada bir okuyuverseler.


 


        Esnaf ve sanatkârlarımızın üreticilikten aracılığa tenzil ettirilmediği, çarşı hayatı ruhunun söndürülmediği, marketlerin küçük esnafı bitirmediği yıllarda dükkân duvarlarında “ El-rızku Allalah” rızk Allah’tandır levhaları asılı dururmuş.


 


        Yine eski zaman esnafları yaptıkları işin pirinin isminin yer aldığı bir beytin yazılı olduğu levhaları dükkânlarının görünen bir yüzüne asarlarmış. Terzi dükkânlarından bir örnek;


 


                *                      *                      *


        “Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız


          Hazret-i İdris Nebidir, pirimiz üstadımız”


                *                      *                      *


 


        Bazı dükkân duvarlarında da müşteriye verilen kıymeti ifade eden beyitlerin yazılı olduğu levhalara rastlanırdı.


 


                *                      *                      *


        “Müşteri velinimetimizdir”


                *                      *                      *     


 


        Sanat icra edilen yerlerde de “Marifet iltifata tabidir” “Müşterisiz meta zayidir” levhaları okunurdu.


 


        Eskinin adı kıraathane olan ismiyle mütenasip kitapların okunduğu sohbetlerin yapıldığı kahvehane duvarlarında da:


 


                *                      *                      *


        “Gönül ne kahve ister ne kahvehane


          Gönül bir dost ister kahve bahane” yazısı en çok okunanıdır.


                *                      *                      *


 


        Evet, ecdadımız kalemle tasvir-i kelam eyleyip (sözü resimleyip) duvarlara asmış hikmeti öğütüp kalplere yerleştirmiş.


 


        Günümüze gelelim birazcık da ironi yapalım. Bugün duvar yazıları yok mu var. Bir birini tanımayan, selamlaşmayan ölüsünü koktuğunda farkına varan insanların oturduğu o devasa apartmanların ön yüzünde yazan “Mülk Allahın’dır” yazısını okurken neler hissediyorsunuz? Samimi buluyor musunuz? Samimi bulmayan bir yazar soruyor; Mülk Allahın da tapu kimin?


 


        Veresiyeden canı yanmış bir içkili lokanta patronunun duvara astığı levha da az hikmet(!) içermiyor:


 


                *                      *                      *


        “Az iç


         Peşin iç


         Kime ne de


         İç…”


                *                      *                      *


 


        Bir de meyhane duvar yazıları vardır. “Önüne gelene borç tak ki en çok aranan kişi sen olasın”


 


        Bir şeyleri arıyoruz, bir şeyleri anıyoruz. Bir şeyi anmak, maziyle avunmak hal ile dövünmek manasında değerlendirilmemelidir. Test, bilgisayar ve cep telefonlarından kafasını başka yöne çeviremeyen bir nesle geçmişin güzelliklerini, hülyalarını nasıl devşireceğiz.


 


        Geçmişin güzelliklerini yarına nasıl taşıyacağız. Belki biz bunu yapmaya çalışıyoruz.


 


        Bizi sadece kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimiz zengin yapacaktır. Biz “geçmiş günlerimiz var, geleceklerden güzel” demeye devam ediyoruz.


 


        Daralan ruh dünyamızın ferahlandığı güzel iftar akşamlarının yaşandığı mübarek ramazanınız kutlu olsun.             


       


         

Yorum Ekle

CEVAPLA

Yorumunuzu giriniz.
Lütfen isminizi giriniz.