Şehir merkezinden 13 km uzakta güzel bahçede mini bir yazlık evin giriş terasında yer
minderlerine bağdaş kurmuş üç aile, doğayla olmanın serinliğiyle gönül sohbeti yapıyoruz.
Bir bölümü domates, biber topluyor, ateşi kor olmuş güzelliği izliyor ve sebzeleri
üzerine bırakıyoruz. Herkes ne yapacağını biliyor gibi.
Ev sahibi Emriye Nine sürekli ayakta evde ne var ne yok sofraya gönderiyor.
Aralıklarla da bize laf yetiştiriyor. Daha sık gelmemizi hatırlatıyor. Aralıklarla
sohbetimize de katılıyor.
Şehir yanıyor. İyi etmişde gelmişiz. Sahura kadar oturacak yemeğimizi yiyecek, sabah
namazlarımızı kılacak ve dağılacağız.
Günün bütün yorgunluğu bahçede kılınan teravih namazıyla birlikte yok oluyor.
Mevsimin ve dahi mübarek ayın feyz ve bereketiyle tüm güzellikleri akşamın serinliğiyle
birleştiriyoruz.
Semaver çayını oldum olası çok seviyorum. Sormaya gerek yok devam gençler.
Sofrada nimetler taşıyor. Çok şükür. Her şey yerli ve bahçede yetiştirilen sebze ve meyveler.
Domates, biber, patlıcan, salatalık, şeftali, erik her şey olması gereken tat ve lezzette.
Atalarımız bize çok güzel bir vatan ve devlet bıraktılar.
Allah onlardan razı olsun.
Gönül dostum, meslektaşım Mustafa Bey babası Hacı Hüseyin için ifade ettiği saygı,
sevgi ve şükran dolu sözler sohbeti zenginleştiriyor.
“Hocam bu bahçe bizim oksijen depomuz. Dinlendiğimiz, terlediğimiz, ailemizi
topladığımız dünya cennetimiz. Allah babamdan razı olsun. Bahçenin bu durumunun mimarı
ve emektarıdır. Ben sadece bu oturduğumuz mekânı yaptırdım.”
Hacı Hüseyin oğlunun sözlerinden çok memnun ki gülümsüyor. Gözlerinin gülüşünü
beyaz sakalını okşayışıyla süslüyor.
Dört kızın en küçüğü ve tek erkek evladı Mustafa Bey babasına çok iyi bakıyor.
Böylesine bağlı, tutkun, samimi ve kalabalık aile daima özlemim olmuştur.
Bahçede kaldığım sürenin tamamında Erbaa yeni mahallede oturan rahmetli Bedrettin
Uyar ağabeyimi hatırlıyorum. Yaşanılanlar dakikalarca tekrarlıyor ve vakte mühür vuruyor.
Gönül birliğimiz, muhabbetimiz. Unutulmaz sözleri… Ne zaman hatırlasam, ansam, rüyamda
görsem, sonsuz sevgimi tazeliyor mekânı cennet olsun diye dua okuyorum.
Aradan yıllar geçti. Onu tanıyan, yakınında, sohbetinde bulunan, mesai yapan ve dahi
birlikte yaşayan herkes onu özlüyordur.
Rahmetli olduğu gecenin sabahında ailece Tokat’a gelecek kahvaltıyı bizde
yapacaktık.
İşte, unutulmazlarım arasında benimle birlikte yaşayacak ve yüreğimde son nefesime
kadar var olacak olacak kardeşim, ağabeyim, müdürüm, muhtarım ve gönül dostum.
Biliyormusun sen gittin gideli Ayran Türküsünü dinlemiyorum. Duysam
uzaklaşıyorum, elimde ise kapatıyorum. Sensiz dinlenmiyor müdürüm.
Dünümün en güzel anlarında sen vardın. Bu günün anılarında yine sen varsın.
Kaç akşam, Kaç gece geçtim evin önünden. Kaç kez durdum, kaç damla yaş yaş
toprağa indi, kaç kelime yazmaya çalıştım, bahçe girişindeki söğüt ve diğer ağaçların dahi
yokluğunu hep farkettim. Seni uyuyor bulduğum dakikalardaki sıcaklığın akıntısını aldım,
hissettim, yaşadım, yaşaydın, şuan evde, bahçede, muhtarlıkta yada Erbaa’da olsaydın diye
söylendim. Dular okudum sana.
Biliyorsun sana ebedi mekânında uğrasamda uğramasamda selam veriyor, on bir ihlas,
bir fatiha gönderiyorum.
Birbirine benzeyen bahçeler.
Dünümü, bugünümü ve yarın için düşündüğüm yaşadığım ve yaşamak istediğim gönül
bahçelerim ve akıntılarım. Yine duygu yükledi bana…
Hâlbuki dinlenmeye, oksijen depolamaya, yürüyüş yapmaya, kalabalıkta yemek
yemeğe, gönül sohbeti yapmaya gelmiştim.
İnsan dününden ve gününden ne yaparsa yapsın kopamıyor.
Bahçe girişinin sağındaki söğüt ve gölgesindeki tahtadan yapılmış oturma yeri. Tatil
gecelerimin faslı, sohbet merkezi, uyku alanı, çay muhabbeti idi bir zamanlar. Dinlendiğim
tek mekândı.
“Suyu kesmişler, bahçe bu gece de sulanmayacak. oofff… Ben ağızlığa bakarım
Tuncay suyu bir dolanıp gelsin.” Artık bahçe sulamak için bir düğmeye dokunmak yetiyor
müdürüm. Bahçeyi sulamak için sabaha kadar su dolanmak seni üzdüğüyle kaldı.
Köy bilgeleri var.
Yaşadıkları küçük dünyanın her konusuna hâkim ve açıklama yapmaya,
yönlendirmeye yetkili büyükler. Sohbeti severler, bildikleri ne varsa paylaşırlar.
Bu paylaşımları türkülerle süslediğinizde herşey ayağa kalkar.
Köy türküleri… Yerinde ve serinde söylenirse okul gibidir. Ders verir, olgunlaştırır.
Yol gösteren, yol veren, yol isteyen, yol bilen kaç bilge kaldı ki etrafımızda ateş olup
etrafını ısıtacak, ışık olup aydınlatacak, demir dağları eritecek, aş pişirip etrafını doyuracak
kaç bilge kaldı.
Otuz dört yıllık eğitimciyim ulaşılmazlar bilirim, ulaştığımda kar suyu ıslanışında
serinlediğim anları yaşadığımı hatırlarım. Anlaşılmaz diye bir kelime yoktur onlar için.
“Kişi kalbinde düşündüğü gibidir.” Denmiştir.
Emriye Nine aralıklarla bana bakıyor, anlıyor ve sessizce kızıyor. Bahçenin ve
sohbetin tadını çıkarmalısın diyor. Çayın tadını almalısın. Kalem tutmayı, okumayı,
büyümeyi, spor yapmayı, helal lokma yemeyi, unutma oğul… Sen bu evin öz oğlu gibisin.
Buradasın, bahçede, bizimlesin. Uzaklara gitme, geriye ve ileriye vardığında
buldukların sana mutluluk vermeyecek. Şehir ne zaman boğsa koş buraya gel. Sen köy
çocuğun.
Unutulmazlar… duayla süsleniyor. Rahatlıyorum. Gülümsüyorsun müdürüm. Sesli
söylemediklerini anlıyorum, biliyorum.
O gecenin sabahı için çaydanlığı dahi doldurup hazır etmiştim.
Yaşamak zamana uyumsa, sevmek gülümsemektir.
Köy gençlerinin misafiri karşılaması, oturuşu, sohbeti dinleyişleri, sofra korma,
yerleştirme, kaldırma, çay ve diğer ikramlardaki hizmetleri kesinlikle bize ait olan kültürün
güzelliği.
Sizleri çok seviyorum. Bu sadece bize aittir. Dünya da başka hiçbir millette bu
güzelliği bulamam.
Vakit, gece yarısına ulaşmak üzere, yıldızlar Ay etrafında sörf yapıyor.
Doğada geceye ait ne varsa etrafımızda bizi mutlu etmeye çalışıyor.
Artık geceye ve dostlarıma teslim olmalıyım
Mustafa Bey; Üstad vakittir. Dinlenmelisin diyor. Kendini rahat bırak geceye teslim
olmalısın. Sabaha dinlenmiş dönmek gerek.
Oğuz, Fadime, Elif, Hatun, Müdür, abla, Tuncay, Altan, Toyota off…
Artık yazamıyorum.
Hasret otogarda yola çıkıyor…
Bitmeyen, tükenmeyen yeni hasretler oturuyor yüreğime.
Sevdalarım uzaklardan ses vermiyor.
Hayatımda yeni bir devir başlıyor, lakin devir bende bensiz yaşıyor.
Hüseyin amca, Emriye Nine yardım edin bana. Şeftalinin altına, çimenin üstüne hatta
söğüt de olur, bir battaniye verin, uyumak Delitayı rüyamda görmek istiyorum.
Bilirim dünya malı helallik ister.
Lakin ben helal etmiyorum.
Üşüyorum. Sırtıma kar yağıyor.
Sahura az kaldı.
Dua vakti çok yakın.
“Sabır denize indi ineli
Zehir oldu ekmeğim aşım
Hasret esir alınca kalbi
Gözyaşları benim sırdaşım.”
Şehrin birkaç km.uzağında dost bahçesinde uzaklarım yüreğime oturuyor.
Bilinmez bir akşamın serinliğinde şafağı arıyorum.
Uyumak istiyorum, canım cananı istiyor, canan çok uzaklarda ses vermiyor.
OSMAN BAŞ