Başımıza sen açtın Gurbet denen belayı
Ekmek derdine düştük unuttuk yar sılayı
Kim açtı bu ülkenin başına bu belayı, çiseleyen yağmur ardından Bulutların arasında kayıp giden güneş kendini göstermişti. Tatlı bir esintiyle, toprağın kokusuna yüreğini açan güzelim meyve ağaçları, suyun verdiği coşkuyla, envai çeşit sebzelerin kokularının saçıldığı bostan tarlalarını, kümeste tavuğu, ahırda koyunların yanında meleyen kuzuları, gözü yaşlı anasını, yatak döşek yatan babasını, mahallede yüreğini yakan sevdalısını kimler bıraktırdı?
Dere kenarında papatya kır çiçekleri, su sesinden kuş cıvıltılarından kekik, Ihlamur kokularından koparıp otobüs, kamyon homurtusundan egzoz dumanından bıkmış, yeşilden tabiattan sevgiden uzak betonların arasına yığıldık kaldık.
Köylüyü köyünden koparıp üç beş metropole yığdık. Turizm kültür finans merkezi olması gereken o güzelim cennet şehrimiz İstanbul’u obezite yaptık. Yaşanmaz nefes alınamaz hale getirdik, doğadan uzak yeşile hasret taş, beton yığını haline getirdik. İstanbul’u, İstanbul olmaktan çıkardık.
Köylerimizde sokaklar bomboş, iki eli başında feryattı figan ağıt yakıyor. Köylüyü zoraki şehre sürgüne gönderdik, evler sahipsiz virane, tarlalar ekilmez, ağaçlar susuz sahipsiz meyvesiz kalmış. Meralar çoraklaşmış, üzerinde geçim kaynağımız olan hayvanlarımız uğramaz olmuş.
Sahipsizlik böyle bir şey…
Ne oldu bizim köylerimize, neden terk ettik? Toprağımızı ekemez çiftimizi süremez olduk, çiftçimizi bir başına sahipsiz kaderine teslim ettik, elinden tutup üretimi kolaylaştırıp malını ihraç etmek varken ithal malla terbiye etmeye kalktık.
Köylümüzün köyünden çekilmesinin maliyetini seksen iki milyonun sırtına yükledik. Mutfağında soğanı, sofrasında ki eti nohudu mercimeği kaderine terk ettiğimiz, köyümüzden değil elin ecnebisinden almayı marifet saydık.
Yirmi beş otuz yıllık süreçte köylü toprağını bırakmış ekim alanlarında yüzde seksene varan daralmalar olmuş tarım ülkesi olan ülkemiz nerdeyse tüm ürünlerde ithal eder hale gelmiştir. Aynı şekilde hayvancılıkta canlı hayvan karkas et ve saman ithal eden ülke olmanın ezikliğini yaşıyoruz.
Dün onca teknolojik gelişime rağmen daha az üretiyoruz, İthalata harcanan bu paralar üreticiye artı ilave teşviklerle desteklense, ithal yerine ihracata dönerken, milletimizin daha ucuz sebze ve et yemenin yolunu açmış oluruz.
Pazara ulaşım kanallarının yolu en aza indirip, üretim tüketim arasındaki aracıları köylümüz lehine mümkünse kaldırmalıyız. Mahalli idareler satış konusunda örgütsüz ve yetersiz olan köylüye önderlik ederek satışı üretimi canlandıracak alternatifler sunmalıdır.
Köylümüzü şehre taşıma yerine, köylerimizi şehirleştirelim şehirlerimizde nefes alsın, bu ülkenin kalkınması işsizliğin mutluluğun refahın artması köylüye kente taşımakla değil köylüyü köyünde tutmakla mümkündür.
Bu vizyona sahip mahalli idarecilerimiz köylerimiz sizlerin omuzlarında yükselecektir..
Yılmaz SERGEN