Amasya İtimat

Eğitim Yaşantıları Madalyonun Diğer Yüzü

Milli Eğitim Bakanının Şanlıurfa’da bir okul ziyareti sırasında il milli eğittim müdürüne ve okul müdürüne karşı kullandığı üslupla ilgili yazdığım yazıya olumlu/olumsuz bazı tepkiler aldım. Öncelikle değerlendirme ve yorumlarıyla katkı sunan herkese teşekkür ederim.

O yazıda “Bir de madalyonun diğer yüzü var” demiştim fakat mevzu zaten oldukça uzadığı için detaylarına girmemiştim. Şimdi bu yazıda hem bir meslek anısından bahsedeceğim hem de bu vesileyle bu tür fevri olayların arka planında olma ihtimali olan durumlardan söz etmeye çalışacağım.

Bir ilçeye ilçe milli eğitim müdürü olarak atanmıştım ve Ağustos ayı başlarında yeni görevime başlamıştım, yeni eğitim öğretim yılının başlamasına bir ay kadar bir zaman kalmıştı. İlçeye bağlı bir beldenin iki mahallesindeki iki ilkokul birleştirilmek suretiyle aynı zamanda taşıma merkezi olacak şekilde pansiyonlu ilköğretim okuluna dönüştürülmesine karar verilmiş. Buna göre yeni eğitim öğretim yılından itibaren mahallenin birisindeki bina yine okul olarak hizmet verecek ama diğeri pansiyona dönüştürülecekti. Tabi bu arada beldenin iki mahallesindeki okul binaları arasında belirli bir mesafe olması ve başka saikler nedeniyle belde sakinleri arasında da ufak tefek kırgınlıklar yaşanmış. Ben göreve başladığımda bunların hepsi henüz kâğıt üzerindeydi, yani dönüşüm için sadece bir Bakanlık onayı alınmış ama okulun yeni işleviyle eğitim öğretime hazır hale getirilmesine ilişkin bir çalışma yapılmadığı gibi bu işleri yapmak için ödenek de gelmemişti. Oysa zaman dardı, bir belde okulu da olsa bu kadar kısa süre içinde iki okulu, üstelik taşıma merkezi ve yatılı olarak tek okul haline dönüştürmek için ne yeterli zaman ne de maddi imkân vardı.

İlk iş olarak birkaç gün önce geldiğim Ankara’ya tekrar döndüm. O dönemin ilköğretim genel müdürü yakından tanıdığım bir meslek büyüğümüzdü. Kendisine durumu izah ederek ilk etapta işimizi tamamen görmese de bir miktar ödenek çıkarttım. Ödenek benden önce görev yaptığım il’e ulaşmış ama kısa vadede kullanılabilmesinin bir takım prosedürleri var. Her şeyden önce de yürürlükteki ihale mevzuatına göre o kadar parayı ilana filan çıkmadan bir çırpıda kullanabilmek için yeterli zaman yoktu. Neyse biz mevzuatı dolanarak parça parça doğrudan temin yöntemiyle ilk etapta pansiyon binasını dönüştürmeye çalıştık. Zaten kullanım ömrü neredeyse dolmak üzere olan iki katlı bir köy okulu binasını pansiyona dönüştürmek bizim için yeni bir bina yapmaktan daha zor oldu. Bu süreçte mesaimin büyük bir kısmını bu binanın dönüşümü çalışmalarına ayırdım, okul müdürü ve pansiyondan sorumlu müdür yardımcısı arkadaşımızla orada gecelediğimiz günler oldu.

Neticede bir aylık bir çalışma sonunda binayı pansiyona dönüştürdük, kız ve erkek öğrenci bölümlerini kurduk, yatılılık ve taşıma planlamasını yaptık. İlk etapta pansiyonun öncelikli ihtiyaçları olan karyola, yatak, yastık, battaniye, nevresim, çarşaf gibi şeylerle mutfak gereçlerini temin ettik. Mutfağı, yemekhaneyi, etüt odalarını oluşturduk, böylece bazı ufak tefek eksikliklerle birlikte pansiyon binasını kullanılabilir hale getirdik, diğer eksiklikleri de zaman içinde tamamlarız derken okullar açıldı. Tam da o günlerde ilimize yeni vali atandı. Vali beyin vali olarak ilk görev yeriydi, haliyle ilk etapta kendini göstermek istiyordu. İl ve ilçelerin yöneticileriyle yaptığı tanışma toplantısında, emekli valilerin meslek anılarından da örnekler vererek “Yetki elimdeyken kullanacağım, herhangi bir sorun istemem” diyerek bunu bizlere hissettirmişti.

Bu arada vali bey ilçeleri gezmeye başladı, bir gün de bizim ilçeye gelecekti. Fakat hangi aklı evvel söylediyse ilçede hem başarı seviyesi bakımından hem de fiziksel yapı itibariyle o kadar gözde okullarımız varken vali beyin pansiyonu ziyaret edeceği söylendi. Gerçi dediğim gibi pansiyonu faaliyete geçirmiştik ama ne de olsa ufak tefek bazı eksiklikler vardı ve çalışmalarımız halen devam ediyordu. Vali beyin ziyaret günü gelince pansiyona gittim, okul müdürü ve pansiyondan sorumlu müdür yardımcısı arkadaşımla vali beyi nasıl karşılayacağınızı planladık. Bir grup öğrenciyi pansiyonun giriş kapısı önüne dizerek onlara da vali beyi nasıl karşılayacaklarını ne diyeceklerini söyleyip prova bile yaptım. Fakat pansiyonun giriş kapısının hemen yanındaki elektrik panosu sökülmüş yenisi gelmediği için henüz takılmamıştı, dolayısıyla panonun yeri yıkık dökük vaziyetteydi. Giriş kapsının bir kanadını sonuna kadar açmak suretiyle yıkık yeri kapatacak vaziyete getirdim ve iki öğrenci görevlendirerek kapıyı asla bırakmamalarını, böylece tutmalarını söyledim.

Bize göre her şey tamamdı, bir eksiklik yok gibiydi. Fakat iki mahalle arasındaki husumetten bahsetmiştim, o gece pansiyonun ismi yazılı olan ışıklı tabelayı mahalleden birisi taş atarak kırmış, değiştirmeye fırsat bulamadığımızdan kırık tabela öylece yerinde sallanıyordu. Derken vali beyin kırmızı plakalı makam aracı pansiyon bahçesinin girişinde göründü. Okul müdürü ve pansiyondan sorumlu müdür yardımcısı arkadaşımla birlikte vali beyi usulüne uygun olarak karşılayıp kendimizi tanıttık. İlk sözü, kırık isim tabelasını göstererek “Şu manzaradan utanmıyor musunuz?” oldu, izah etmeye çalışsam da dinlemedi. İlk etapta vali beyin beni gözünün tutmadığını hissetmiştim, zira her sözüme iğneleyici karşılık veriyordu. Pansiyonun giriş kapısına varınca öğrenciler kendilerine öğrettiğim usul üzere “Pansiyonumuza hoş geldiniz valim” diyerek alkışladılar, bundan biraz hoşnut olduğu anlaşılıyordu. Kapıyı tutan iki öğrencinin yanına varınca “Siz ne yapıyorsunuz burada?” diye sordu. Onlar da “Kapıyı tutuyoruz!”diye cevap verdiler ama tembihim üzerine kapıyı bırakmadılar ve böylece yıkık dökük kısmı kamufle etmiş olduk.

Vali beyle birlikte basın mensuplarının yanı sıra il ve ilçelerin protokolüne dâhil zevat, siyasi partilerin temsilcileri, bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri de bulunuyordu. Ayrıca belde sakinlerinden de epeyce katılım olduğundan vali beyin pansiyon ziyareti esnasında hatırı sayılı bir kalabalık vardı. Pansiyona girince ilk işi yatakhaneler kısmını görmek oldu, her şey yeni ve temizdi, bir sorun gözükmüyordu. Bir yatak örtüsünün üzerinde madeni para büyüklüğünde bir leke varmış, onu görünce açtı ağzını yumdu gözünü, herkesin içinde hem bana, hem okul müdürü ve müdür yardımcısına ağzına geleni söyledi. Sonra mutfak kısmına geçti tencerelerin içine, dolaplara, kilerdeki yiyeceklerin kullanım tarihine kadar baktı, yemekhaneyi ve etüt salonunu gezdi. Ben anlıyordum, vali bey bu ilk ziyaretinde kendini gösterecek bir kusur arıyordu ama bulamıyordu derken çocuklarla vedalaşarak çıkmak üzere kapıya yöneldi. Ben de içimden “Tamam bu işi böylece kurtardık” diye geçirmiştim ki “lavabo ve tuvaletlere bakmadık” diyerek geri döndü. İlk tepkisi lavabolara konulan yeni sabunlara oldu, çünkü sabunlar hiç kullanılmamıştı daha doğrusu konulduktan sonra öğrencilerin kullanmalarına fırsat olmamıştı. Bize dönerek “Vali gelecek diye mi bu sabunları koydunuz?” dedi. İşin bu yönü ne benim ne de diğer arkadaşların aklına gelmemişti, görevli personel kullanılmış sabunları toplayıp yenilerini koymuştu. O esnada lavabo aynaları silinirken aynanın birisinin ortasında el ayası büyüklüğünde buharlı bir kısım kalmış onu görünce yine hiddetlendi. Vali beyin en küçük lekeye tahammül edemeyen bir yapısı var gibiydi sanki. Kameramanlara “burayı çekin” dedikten sonra Kaymakam beye dönerek “İlçe milli eğitim müdürüne soruşturma açın, okul müdürüyle müdür yardımcısını da görevden alın” dedi. Bana da “Müdür, anlaşılan akşama kadar karargâhta oturup çay kahve muhabbeti yapıyorsun, buralara hiç uğramıyor musun?” gibi birtakım sözler sarf etti. Nihayet vali bey aynada lekeyi bulmuş, kendini gösterecek fırsatı yakalamıştı. Tabi o psikoloji içinde vali beye son bir ayımı gece gündüz burada geçirdiğimi anlatmaya kalksam biliyorum ki dinlemeyecekti, onların bir önemi yoktu, o an için ona göre görünen köy kılavuz istemezdi.

İşin sonunda bana soruşturma açılmadı, nedenini bilmiyorum ama okul müdürü ve müdür yardımcısı arkadaşı görevinden alarak başka okullara öğretmen olarak görevlendirdik. Konu yerel basında yankı yaptığı gibi ulusal basında da haber konusu oldu. O gece memuriyeti bırakmayı düşündüm, ama o saatten sonra ne yapabilirdim bir türlü bir çıkış yolu bulamıyordum, her şeyi sineye çekmekten başka çare yoktu. Okula yeni bir müdür ile müdür yardımcısı görevlendirdik, o günlerde okula bir de atama yoluyla bir müzik öğretmeni geldi. İlk konuşmamda on parmağında on marifet olduğu anlaşılan böyle bir öğretmenin genelde kırsal kesim öğrencilerinin eğitim öğretim gördüğü böyle bir yatılı okula atanmış olmasını büyük bir şans olarak gördüm. Hemen okul müdürü, müdür yardımcısı ve öğretmeni çağırarak en kısa süre içinde okulda bir sanat ekibinin kurulmasını ve müzik korosunun oluşturulmasını, bunun için maddi manevi bütün desteği vereceğimi söyledim. Kısa süre içinde sanat ekibini ve müzik korosunu kurarak tüm enstürmanların bulunduğu bir müzik sınıfı oluşturduk.

Müzik koromuz umduğumuzdan çabuk yol aldı, bu vesileyle yeter ki gerekli fırsatlar verilsin bir öğretmenin isterse neler yapabileceğine bizzat yaşayarak tanıklık ettim. Önce yöreye ait türküleri derlediler, klipler çektiler, CD’ler çıkardılar derken koromuzun ünü Ankara’ya kadar ulaştı. TRT ekibi okula gelerek günlerce belgesel çekti, bu belgesel TRT televizyonunda bölümler halinde yayınlandı. Artık vali beyin il genelinde nerede bir programı var bizim müzik korosu isteniyordu. Okulumuz sanat çalışmalarının yanı sıra akademik başarısıyla da isim yaptı. Ayrıca ilçemizdeki diğer birçok okulumuz da çeşitli alanlardaki başarılarıyla dikkat çekiyordu, vali bey bizzat gelerek başarılı öğretmenlere ve öğrencilere ödüller veriyordu. Vali beyle ne zaman karşılaşsam sanki o ilk günkü fevri hareketinden duyduğu vicdani rahatsızlığı hissettirircesine benimle konuşuyor iltifat ediyordu. Bazen hiç yeri değilken “Şair müdürüm bir şiir oku da dinleyelim” diyordu. Ama ben bir tülü o ilk günkü psikolojiyi üzerimden atamadım, onunla konuşurken adeta sesim titriyordu. Öyle ki bazı toplantılarda filan gözüne ilişmeyecek şekilde kıyılara köşelere oturuyordum.

Bir defasında ilçede her yıl düzenlediğim şiir günleri etkinliğine davet ettim. Vali bey büyük bir memnuniyetle il ve ilçelerin protokolüyle birlikte etkinliğe icabet etti. Etkinlik alanında vali beyi memleketim Çamlıdere’den getirdiğim özel ekibin oynadığı Ankara oyunları eşliğinde karşıladık. Güzel bir bahar günüydü, ülkemizin dört bir yöresinden gelmiş şairler tabiatın bağrında birbirinden güzel şiirler seslendiriyorlardı. Vali bey protokoldeki yerine oturunca bir ara beni çağırıp yanına oturttu, eğitim ve kültür sanat faaliyetlerimizle ilgili bilgi aldı, şiir okuyan şairler hakkında sorular sordu. Etkinlik alanından ayrılacağı zaman bir konuşma yapmak istedi, kendisini kürsüye davet ettik. Konuk şairlere hitaben “Siz şairler olmasaydınız bizler lambada titreyen alevin üşüdüğünü nereden bilecektik, ayrılığın ölümden beter olduğunu nasıl anlayacaktık!” sözleriyle başlayan çok güzel bir konuşma yaptı, bana yaptığım çalışmalardan dolayı bir kez daha teşekkür etti. O konuşmaya muhatap olan şair yazar dostlarımız memleketlerine döndüklerinde hem etkinliğimizle ilgili hem de vali beyin anlamlı konuşması üzerine yazılar şiirler yazıp paylaştılar.

Şimdi içlerinde mülkiye kökenli dostlarımızın da olduğu bir grup şair yazar bestekâr arkadaşımızla her ay Mülkiyeliler Birliğinde buluşmaktayız. Devletin sınırsız gücü ellerindeyken incir çekirdeği meselelerden dolayı maiyetindekilere dünyayı dar eden birçok emekli valiyi lokalin bir köşesinde otururken gördükçe devlette makamların gelip geçici olduğunu bir kez daha anlıyorum. Sanıyorum onlar da benzer düşüncelerle bir iç muhasebesi yapıyor olmalılardır. İçlerinde devlet adamı kimliğini ve nezaketini her daim şiar edinmiş, çok değer verdiğimiz, saygı duyduğumuz, zaman zaman görüştüğümüz dostlarımız vardır. Onlarla sohbetimiz sırasında bazen “Sizin gibi bir valiyle çalışmış olsaydım neler yapmazdım!” diyorum. Birkaç yıl önce eski Tokat valisi büyüğümüzle birlikte bir kültür sanat etkinliğine katılmak üzere Tokat’a gitmiştik. Aradan yıllar geçmesine rağmen vali beyin etrafında bir anda oluşan sevgi çemberini görünce “İşte iz bırakmak böyle bir şeymiş!” dedim. Ne olursan ol şu gökkubbe altında hoş bir seda bırakmaktır önemli olan, gerisi laf ü güzaftır.

Bu anıdan hareketle milli eğitim bakanının Şanlıurfa’daki okul ziyaretinin bir de arka planı olabileceğini düşünmeden edemedim. Keşke Sayın Bakan müdürü dinleseydi, il’deki bunca okulun içinde öyle bir okula ziyaret planlanmasının belki makul bir gerekçesi olabilir. “Bad-el Harab-ül Basra” diye bir Arap atasözü var. Zira bazı şeylerin iç yüzü genelde iş işten geçtikten sonra anlaşılıyor.

8 Ocak 2022
Ali Rıza Atasoy / Eğitimci Şair Yazar

Yorum Ekle