Sosyal yaşantımızın köylülük olduğu o yıllarda dede, nine, oğullar ve torunlar bir arada aynı evde yaşıyorlardı. Kış aylarını ocaklı odada geçiriyorlardı. Ocağın ateşi sadece ocağın önünde oturanların yüzünü, göğsünü ısıtırken sırt taraflarının buz tuttuğu, geceleri ayaklarının dibine tuğla koyarak tuğlanın sıcaklığıyla uyumaya çalıştığını söyleyen ninem o çileli günleri arada anlatır sözlerini ama mutluyduk diye bağlardı…
İletişimin ve şehirleşmenin bu denli olmadığı o mahrumiyet yıllarında eski ev insanlarının tek uğraşıları toprak ve hayvanlarıydı. Hayatlarını mevsimler ile yaşıyorlardı. Toprak her şeyleriydi. Çünkü en önemli erzakları yarına güvenleri ambarlarında duran undu…
Eskiler tarım ve hayvancılıkla ilgili bir yıl içinde yapacakları bütün işleri bir takvime göre yaparlardı. Bu takvim yazılı bir takvim olmaktan ziyade atadan dededen kalan o yörenin iklim şartlarının incelenerek uzun deneyimlerden sonra ortaya çıkan, yerel özellikleri ifade eden bir zaman bölümleriydi.
Halk takvimi adı verilen bu takvim çiftçinin tabiatın egemenliğine karşı, tarım ve hayvancılıkta mevsim içerisinde yapacağı işlerin, alacağı tedbirlerin takvimiydi.
Unutulmaya yüz tutan kültür miraslarımızdan biri olan halk takvimi bugün duvar takviminin yapraklarında ve yaşlı insanlarımızın bilgi dağarcıklarında yaşatılmaya çalışılıyor.
Kemalettin Kamu’nun ‘ Bingöl Çobanları’ şiirinde
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini
dizelerinde ifade ettiği yılların geçtiğini kuzulardan anlayan, okuma yazma bilmeyen, takvimleri doğa olan Anadolu insanının takvimidir halk takvimi…
Bütün dünyası ekip biçmek ve hayvancılık üzerine olan eskinin insanları için bu takvim çok önemliydi. Halkın tabiat, bitki ve hava olaylarına dair bir takım inanışları vardı;
Kuşburnu çok olduğu yıl kış çok sert geçecek denirdi. Kara kışta sıcak olması kıtlık olacağı şeklinde yorumlanır, kuşların toplu uçması fırtınanın gelebileceğinin işareti olarak değerlendirilirdi. Kışın çok kar yağması iyiye yorulur yazın bereketinin işareti olarak kabul görürdü.
Ağaçların dikimi budanması ve aşılanması da yine bu takvime göre yapılırdı.
Yaşlı tanıdıkların eski hesaba göre diye söze başlayıp sayılı günler tabiriyle mevsimin özelliklerini yansıtan günleri isimleriyle tek tek saymaları bu şifahi takvime dayanmaktaydı.
Baharın güzel günlerinin içinde yaşanan soğuk ve fırtınalı sayılı günler april 5 olarak adlandırılırdı. Kırsal alanda yaşayan, geçimini ziraat ile sağlayan yöre insanları “Kork aprilin beşinden, öküzü ayırır eşinden” derken april beşi önlem alınması gereken sayılı günler olarak değerlendirmişlerdir.
Halk takvimi bizim kültürümüzün bir ürünüdür. İklim koşullarının takvime yansıması değişik adlarla isimlendirilmiştir:
Zemheri, güçük, eyyam-ı bahır, cemre, mart dokuzu, leylek kışı, koca karı soğukları, kırlangıç fırtınası, hıdrellez, kiraz ayı, ceket ayı, gazel ayı, pastırma yazı gibi isimler bu adlandırmanın önemli isimlerindendir.
Bir de evlerimizin duvarlarında asılı saatli maarif takvimleri vardı. Bu takvimler eskinin ansiklopedisi gibiydiler. Takvim yapraklarından doğacak çocuklara isimler beğenilir, ev hanımları bugün ne pişirelim bölümüne bakarak yapacağı yemeğe karar verir, özlü sözler fıkralar önemli günler ve haftalar hakkında, bugün hava nasıl olacak şeklinde meteorolojik bilgiler sunan bu küçük ebatlı yazılı sayfalar günümüzün iletişim çağının google, internetiydiler…
Bizler yani çocukluklarını 60’lı yıllarda yaşayan nesiller olarak asırlardan sürüp gelmiş, artık son demlerini yaşayan o geleneksel hayatın son yaşlı temsilcilerinin ağızlarından eski hesaba göre diye başlayan mevsim değişikliklerinin o eski tabirlerini anlatan hikayelerini çok dinledik.
Bizim çocuklarımız eski hesaba göre diye başlayan mevsimlere yorum getirecek kimseleri ne yazık ki tanıyamayacaklar…
Yeni neslin böyle bir derdi de yok zaten. Yazar Mustafa Kutlu “fark etmez” derken buna mı işaret ediyor dersiniz:
“Fark etmez. Mevsimler unutulmuştur artık. Gün dönümü, koç katımı, bağ bozumu, kırlangıç fırtınası, karakış, zemheri, hıdrellez ile çiğdemin çıkması veya günlerin uzayıp kısalması fark etmez”