Amasya İtimat

BAŞLIK ATMAK ZOR OLDU!

Bizim oralarda bir atasözü var: “Yığını yığdı, doruğunu tutamadı!..”
Eskiden yığın yığardık; buğday, arpa, yulaf gibi mahsulü biçtikten sonra. Çünkü, hemen harmanlanması mümkün değildi.
Bu süre zarfında, yağmur yağabilir, tarlaya yani mahsule yabani hayvanlar dadanabilir, afet vuku bulabilir, mahsul her halükarda zarar görebilirdi.
Yığın bir nev’i koruma sağlamaktı, muhafaza sağlamaktı. Ekinin bir yandan kuru ve bir yandan da araba ile taşınmak, harmana saçılmak üzere hazır kalmasını sağlamaktı…
Yığının doruğunu tutamamak demek, üstünü açık bırakmak demekti. Yağmura, rüzgara, afete karşı dayanıklı olamayacaktı; mukavemet gösteremeyecekti…
Yağmur yağacak ve yağmur suyu yığının dibine kadar geçecekti.
Islanan ekinde, kısa süre içinde çürüme, küflenme meydana gelecekti. Bu ise, bir yıllık emeğin deyim yerindeyse, teşbihte hata olmaz derler, boşa gitmesi demekti, sıfır çekmesi demekti…
Ülkemizdeki bugünkü makro sosyoekonomik yapının bize sunduğu netice de buna benziyor…
Ötesine aklım ermiyor…
***
Birkaç cümle daha kurmak istiyorum. Aklımın erdiğini düşündüğüm bir konudur. Klavyeye elini atan her insan, düşüncesini ve fikrini serdedebilir…
Fikirlerin ve seslerin kısıldığı yerlerde ve memleketlerde her zaman menfi sonuçlar doğuran olaylar doğmuş, büyümüş ve gelişmiştir…
İdeolojiler, halkı uyutma ve oyalama taktikleridir. Daima söylerim; Yüce Allah hiçbir şeyi, yeri ve göğü düzensiz, nizamsız yaratmamıştır. Her eşyanın ve nesnenin mutlaka bir görevi vardır; görevin ikmali yolunda çalışmak ve gayret göstermek eşyanın görevidir…
Allah, kurduğu nizam üstünde her dakika, her saniye muktedirdir, olumsuz her olayda yıkıp dökmez…
Hangi düzenleri neden, niçin ve neyin karşılığında yerle bir ettiğini en son kitapta, Kur’an-ı Mecid’de tafsilatlar vererek bize açıklamaktadır, anlatmaktadır…
***
Aklım ermiyor gerçekten…
Şu tarihi şehrin, dolayısıyla özel ve güzel ülkemizin eski halinden yeni haline görünmez bir el tarafından sessiz, sedasız, şuursuz şekilde evrilmesine aklım ermiyor…
Bu yüksek binalar, gökdelenler hiç mi ölçüye tabii tutulmaz, hiç mi yararı ve zararı tartışılmaz?
Tarihi yapıların karşısına, çarşısına büyük büyük, uzun uzun binalar dikilmesine aklım ermiyor…
Bizim mimari tarzımız ince, narin ve naziktir. Tonoz yapı biçimi Türk mimarisinde belki de bir siftahtır. Yurdun ortasına beyaz büyük çadır kurulmalı, diğer küçük çadırlar etrafa çil çil dağılmalıdır. Yerleşik hayat ile beraber yatay mimarinin kanımıza kadar girdiği yerlerdir bizi millet, devlet ve dahi bin senedir ümmet yapan…
Tarihi çeşmelerden bir yudum dahi su akmamasına aklım ermiyor…
Bir sebebi var mıdır?
Sehven tarihi çeşme musluklarından su akacak olsa, gönül rahatlığı içinde içilip içilmediğinin halk tarafından bilinememesine aklım ermiyor…
Yollara, caddelere, sokaklara, kaldırımlara, kaldırımın yarısına, kıyısının bir kısmına arkalı önlü araba park edilmesine aklım ermiyor…
Oysa derler ki “şehir yayalarındır.”
Kuşların, kedilerin, köpeklerin ve diğer canlıların faydalanması için, yeşil alanlarda, yol kıyılarında, sahillerde, mümkün olan her yerde su yalakları, yemek kapları yapılıp imkanlardan hayvanların da yararlanamamasına aklım ermiyor…
Lokantaların yemek artıklarının belli ellerde, belirli yerlerde toplanarak hayvanların istifadesine sunulmamasına aklım ermiyor…
Belki ihtiyaç sahiplerine de faydası dokunabilir…
Taş yapılara, tarihi binalara, tarihi miras ve tarihi doku bozulmasın, nesiller boyu yaşasın diye logo, amblem, simge, reklam ve tanıtımla ilgili olarak mermer veya ahşap tabela asılmamasına aklım ermiyor…
***
Şu Ortadoğu’da dönen dolapların iç yüzünü bilenler de var, bilmeyenler de… Amerika, Türkiye’nin müttefiki olmamalıydı…
Harici nazariye, Şii nazariye ve Sünni nazariye İslam alemini bölük bölük bölmüştür. Herkes kendine “en çok Müslüman benim” diyor. Uçmağ’ı kimseye vermiyor. Benim aklım ise Cemel ve Sıffin vakalarına takıldı, kaldı…
Yazılıp çizilen komplo teorileri başımı ağrıtıyor…
Son Söz:
“Eğer ortada bir komplo yoksa, komplo teorisi yazamazsınız…”

Selam ve dua ile.
Enver SEYHAN

Yorum Ekle