Zaman ve mekânı bir araya getirdiğimizde istediğimiz ve olsun dediğimiz ne varsa bir
araya gelmesini arzu ederiz. Yol hazırlığı tamamlandığında hedefe ulaşmak için harekete
geçer, uzun ince, gece gündüz, inişli ve yokuşlu, asfalt, taşlı, çamurlu her türlü oluşumu
önceden değerlendirir, gerekli tedbirleri almış olarak, emin adımlarla yol yürürüz.
Daha çocuk yaşımda başlayan hayat mücadelesi halen devam etmektedir. İlkokul,
Öğretmen Lisesi, Eğitim Enstitüsü ve ülkemin en doğusunda başladığım öğretmenlik yıllarım.
Öğretmen ve yönetici olarak çalıştığım yıllarda üniversite sınavlarına hazırlanır, tek
okul ve bölüm için nasıl ders çalıştığım saatleri hiç unutamıyorum.
“İnsan çok istediğinde nasip oluyor” denilmiştir. Bende de gerçekleşiyor, 1994 yılında
Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Denetimi ve Ekonomisi
bölümünde 2+2 lisans tamamlıyor ve Tokat Milli Eğitim Müdürlüğünde İlköğretim Müfettişi
olarak aynı yıl 2 Kasımda göreve başlıyorum.
Bulunduğumuz ve çalıştığımız her yerde hayat kendi seyri içinde istenilen ve
istenilmeyen birçok birlikteliği barındırarak devam ediyor.
Öğrencilik ve yaklaşık otuz beş yıllık görev süremde dikkat ettiğim çok önemli
ayrıntılardan biri dini bayramlarda köyümde olmak isteyişimdir. İstedim ki büyüklerimle
birlikte olayım. Gönüllerini hoş edeyim. Mutlu edeyim. Hayır, dualarını alayım.
Bayram namazında camii önünde yapılan toplu bayramlaşmada bulunayım.
Ne zaman bayram namazında köyde olmadım, bayramlar bana zul oldu. Hasret o gün
yüreğime oturdu. Kor olmuş yüreğime her mevsim kar yağdı.
Şimdi, geriye baktığımızda gülümsediğimiz, dudak büktüğümüz, duygu aldığımız ve
üzüldüğümüz ne varsa film şeridi gibi akmaya başlıyor, çoğu kez vakti hüzünle dolduruyor,
şarkılarla dans ediyor, saz faslında, söz ağırlığında türkülere ulaşıyorum.
Ayak seslerinden tanıdığım köy türkülerine eşlik ettiğim anlarda “Telli Turnam,
Yemen Türküsü, Mihriban, Hey On beşli On Beşli, İki Keklik,” gibi. Sayısını onlarla ifade
edebileceğim her yaşa uygun ve farklı türkülerle birlikte yaşamanın ses ve söz bütünlüğüne
hep tabii olduğumdur.
İşte bu oluş hayatı anladığım ve yönlendirmeye çalıştığım gençlik yıllarımdan itibaren
şiirle yaşıyor, yol alıyor ve yarınlara akıyorum.
Şiirin yürüdüğü patika yollarda selam verilecek bir o kadar ses tonunun geriye
dönüşünde huzura ulaşan tatlı heceler olmalı. Kelimeler cümleleri oluştururken güfte
gülümseyişiyle geceleri sabaha eklemeli.
Birçok yazımda şiirle ilgili ara notları eklememin elbette nedeni var. Şiir olmayan
hayat düşünemiyorum. Edebiyatın hangi alanında yazıyorsam yazayım şiir ebediyen benimle
Şiir öldü mü? Yaşıyor mu? Şiir kitapları az mı satıyor, çok mu? Takılmıyorum.
Ayrıntılarla da dünya hayatımın olmazsa olmazlarına ulaşamıyor, ama şiir okumanın çok
önemli olduğunu söylüyorum. Şiir okununca güzelleşiyor. Şiir okumayı seviyor ve güzel
okuyorsun diyenleri onaylıyorum.
Nitelikli şiir, okuyucu ve kütüphaneler üçlüsü şiiri daima canlı tutacaklardır.
Ramazanın son günlerine kadar serinliğini koruyan havanın bayram ve sonrasında
sıcaklığı devam ediyor. Ramazanın son iki akşamını Erbaa merkez ve köyde büyüklerimizle
birlikte yapıyorum. Kayınvalidem çok mutlu oluyor. Son aylarda Samsun’a taşınan en küçük
kardeşimin Arife günü köye gelişi özellikle beni rahatlatıyor. Bayram beklediğim gibi normal
seyrinde güzel geçiyor. Özellikle İstanbul’dan gelenlerle uzun uzun sohbet ediyorum.
Bahçelievler, Bağcılar, Beykoz, Üsküdar’da yaşayan gençlerle sohbet beni mutlu ediyor.
Hayatımın bir döneminde İstanbul’da yaşayamadığım için içimde bir eksikliği sürekli
hissediyorum. İstanbul sokakları, semtleri gün olur tarihin birikimlerini benimle de paylaşır
inşallah.
Köyümde peş peşe vefat eden iki büyüğümüze üzülüyorum. Hacer teyze ( Aray’lı
Abu) doksan yaşında idi. Ne zaman ablamları ziyarete gitsem merdivenlerde otururken görür,
hal hatır sorar, sağlık haberlerini alırdım. Komşu Aray köyünde doğan ve bizim köye gelin
olan Hacer teyzenin (Aray’lı Abu) gerçek adını da yeni öğreniyorum. Köye; komşu köy,
kasaba ve şehirden gelin gelenlere doğduğu yerin adı ile hitap etme geleneği var. Yaşına göre
de hitap ediliyor. Niksar’lı gelin, Emeri’li, Hosan’lı, Karayaka’lı, Tokat’lı yenge gibi… Kendi
ailemde de Boğama’lı ve Ayan’lı gelinler var. Bu isimler komşu köy, kasaba, ilçe ve il
adlarıdır. Aray’lı Abu’da böyle bir gelenek sonrası hitap edilen bir ifade. Ve büyüğümüz,
buradaki Abu aileden sayılma, saygı ve yaşa olan hürmetle orantılı kullanılmaktadır.
İkinci ise yaklaşık yedi sekiz yaş benden büyük olduğunu düşündüğüm bir arkadaş,
önünde uzun yılları bırakıyor, istemiyor, ebedi mekâna gitmek için acele ediyor ve vaktini
tamamlıyor.
Allah rahmet eylesin. Mekânları Cennet olsun.
Köyde olduğum gün ve gecelerde sınırsız anılarım olan hemen her yerde yürüyüşler
yapıyor, rastladığım herkesle selamlaşıyor, sohbet ediyorum.
Erbaa’da olduğum anlarda da sıcağa aldırmadan mini bir şehir turu atıyor, o kadar çok
arkadaşımla görüşüyorum ki hepsine de zaman ayırıyor, genel durumları hakkında bilgi
alıyor, görüşmenin tadını tatlı bir sohbetle tamamlıyorum.
“Yaşlandık be tertip. Sende emekli oldun mu? Aman ha… Aha ben emekli oldum da
ne oldu. Sağlığın elverdiği sürece çalışmaya devam et. Pazarda yaprak satıyorum. Emekli
olunca ne yapılır, nereye gidilir. Ya kahve ya da camii… Gibi.” Uzayıp giden sohbetlere çay
eşlik ediyor.
“Emmim gilin Hasan’ı görüyon mu? Atmışını geçti halen çıta gibi çalışıyor. Ben
bilmem hısım kendini iyi görüyorsan emekli olmayacaksın.” Tabii konu tatlı ve örneği de çok.
Köyde bağ kur emeklileri ile şehirden sigorta emeklileri bir araya gelince örnekler uzayıp
gidiyor.
Baba ocağında bayram nedeniyle bir araya gelen eşimin ailesine damatlarda iştirak
edince büyük sofra kuruluyor. Bayramın ikinci ve üçüncü akşamı kebap ikramları ve uzun
sohbetler zamanı süslüyor, kalabalık sofralarda özlemimizi gideriyoruz.
Aile bahçemizde kendi ellerimizle yaptığımız yüzde yüz yerli patlıcan, biber ve
domatesin kullanıldığı ve kalabalık bir aileyi bir araya, bir sofraya toplayarak yediğimiz Tokat
kebabı bayram ziyaretimizin önemli ayrıntılarından olduğunu da belirtmem gerek. Yılda sayılı
da olsa bütün bir ailenin bir araya gelmesi, aynı sofrada buluşması, bize ait olan dini ve milli
günlerimizin tartışmasız güzelliklerindendir.
Yine akşamlarımda Delitay’lı dakikalar. Zamanın ve mekânın şaha kalktığı ve bin bir
soru akışına eyvallah denilen huzur ve sessizlik.
21 Temmuz 2015 Salı günü sebze pazarına çıkıyorum. Salı günleri Erbaa’da haftadır.
Pazar canlı. Sebze ve meyvelerin büyük çoğunluğu yerlidir. Tezgâhlarında yerli ürünleri sesli
olarak alıcılara duyurma telaşında olanların mini rekabeti mutlu ediyor beni.
Kahvaltı öncesi eşimle birlikte şehir içinde sabah yürüyüşü yapıyoruz. Bir zamanlar
oturduğum, iş yaptığım, alış veriş yaptığım yerlerde yürüyor, geçmişi de hatırlayarak
sporumuzu da tamamlıyoruz. Pazar yeri yürüyüşümüz planladığımızdan da uzun sürüyor.
Sağlı, sollu ürünlerle ilgili reklam amaçlı bağıranlar güzelde müşteri topluyorlar. İki
kasa dağ kirazını araçtan indiriyorken izlediğim satıcı hemen bağırmaya başlıyor.
“Yayla kirazı. Sabah toplandı. Kurt çıkarsa paranızı iade edeceğim.” Birkaç dakika
sonra yaprak ile ilgili sözler ilgimi çekiyor. Yörede yaprak çok önemli bir ekonomik girdi
sağlıyor. İlçede üzüm bağları sürekli çoğalıyor.
Pazar ziyaretimde sıcağa rağmen satıcı ve alıcı arasındaki arz ve talep edilen fasılların
güzelliklerini yakalıyorum. Çoğu kez sebze ve meyveleri seçerek poşete doldurma anındaki
sohbetler beni memnun ediyor.
“Erbaa’da dört mevsim” adlı şiirimin bir bölümünde;
“ Hasat zamanı derler
Zaman bolluk vaktidir
Sebze ve meyveler dolu dolu
Ucuz mu ucuz
Pazar dolup taşar
İnsanlar satış telaşında
Yüzler güler, bakar gözleri
Mutludur köylü, kasabalı, şehirli
Şenlikler yapılır, Küçük Yayla’da
Bayramlar gibi.”
Hayatta her şeyin bir başlangıcı, yolu ve bitişi var olduğu sürece insana kilitlenen
beklentiler yarınları yönlendirmektedir. Dünya hayatını çekilebilir hale getiren önemli
ayrıntılardan biri de hayallerdir.
Ayrılma vakti geliyor. Sınırlı bir Orta Karadeniz turu düşünüyorum.
“Yola çık, yoldan çıkma.” Denmiştir.
Osman BAŞ
20.07.2015 /Erbaa