Amasya İtimat

ATİ NENE İLE SÜLMAN DEDE (2) Gülcan Yenice ERDEM

0
479
Can yakar oldular. Bazıları yunan, bazıları
Bulgar. Bozuk düzeni fırsat buldular, korku saldılar.”
Atiye Nene ile Süleyman Dede’nin hikâyeleri uzundu, onlara
da arkadaş olmuştum besbelli, keyifle anlatmışlardı . Yardım
etmek için ayağa kalktım, bardakları tepsiye aldım mutfağa
götürdüm.
“Akşam oldu Ati Nene gideyim ben. Yordum sizi ama yine
gelsem bana anlatır mısınız?”
“E kal be kızım, burada yiyelim yemeğimizi Allah ne verdiyse.
Baksana biz de yalnızız, can yoldaşı olursun.”
“Teşekkür ederim Nene, arkadaşlarım merak ederler.”
“Sen, Şadiyelerin evinde kalan dört kız var derler, onlardan
biri misin?”
“Evet Şadiye Teyzelerin evinde kiracıyız.”
“Haa duymuştum. Be kızım arkadaşların merak edecek de
kayboldu mu diyecekler? Kal dinle dedeni onda çok şeyler var.
Madem merak etmiş gelmişin. Bize de can yoldaşı olursun. Siz
konuşun ben tepsiye koyarım çorbamızı. Az da biber kavurayım
domatesli, yeriz beraber.”
Ve ben kaldım yemeğe. Hem memnunum, dinleyeceklerim
var hem çekingenliğim var.
“Kırma Neneni, otur sen, anlatacaklarımı dinle şindi.
Köyde benim bir de Rum arkadaşım vardı. Adı Adonis’ti hiç
unutmam. Bir de Memet vardı bizim köyden. Adonis’le iyi arkadaştılar.
Arkadaşımız, yaşıtlarımız vardı epey. Ayrılmazdık
birbirimizden. Köyümüzdeki o gencecik arslan gibi delikanlıyı
öldürdülerdi ya, düşmandık artık onlarla. Onlarda çete varsa
bizde de vardı. Gençlerimiz guruplaşır öyle dolaşırdık. Bozuk
düzende tadımız tuzumuz kalmamıştı artık. Rum çeteler bizim
arkadaş Adonis’i de almışlar aralarına. Ne yapacak gelmem de
dese sonunda gene de karıştı aralarına. Sonraları pek göremezdik
Adonis’i. Karışmış çeteye dediler. Arkadaşı Memet’ten
duymuştuk. Bir akşam üstü, biz çeşme başında toplaşmıştık,
Rum çetesi bastı mı bizi. Aniden, arka taraflardan bastılar. Sanırsın
başımıza çökecekler. Arkadaşımızın biri bağırdı;
“Davranın.” Girdik mi birbirimize. Kim öle kim kala.
Kavganın ortalarında herkes kaçışırdı. Aslında ölüm kalım olmasını
kimse istemezdi, Ama hayatımızı cehenneme çevirenler
yok olsun. Bir yana onlar , bir yana biz derken onlardan biri
yerde yatar kalkamaz, kaldı yerde. Memet’le döndük baktık,
yaşıyor ama durumu kötü. Gözleri nasıl bakardı bize, aklımdan
çıkar mı sanırsın. O gözler yalvarırdı bize, çaresiz bakar, yardım
isterdi. Memet oturdu başına elini yüzüne sürmek ister, süremedi.
Memet yerde hem debelenir, hem söylenir;
“Abe Adonis buuu!.. Abe ben vurdum bunuu!..
“Zor kaldırdım Memet’i başından. Kaçan Rumlar da arkadan
bizim uğraşımızı fark ettiler. Seslendim, “alın arkadaşınızı
gafiller. Ya da biz götürelim.” Geldi ikisi aldı gittiler. Sonra
göremedik Adonisi. Ölmüştür dedik. Amma velakin bizim
Memet kendine gelemedi o günden sonra. Geceleri sayıklar
uyanırmış. Anasına birkaç kere “Adonis’in gözleri bana bakardı”
demiş. Sonraları da uyuyamaz olmuş. Sarardı, zayıfladı der68
ken, ekmekten yemekten de kesilmişti. “Ben vurdum onu” der
mırıldanırmış. Evlerine yakın yerde bir taş üstü bellemişti,
Memet o taşın üstüne otururdu, kollarını birbirine kavuşturur
dalar giderdi. Oturduğu yerde, kolları kavuşuk arkaya, öne hafiften
sallanırdı. Bize katılmaz olmuştu. Savaş arkada kalanlara iz
bırakır. İzi kaldı mı da bu savaş öldürünceye kadar bitmez. O
anacığı, babacığı ne yapacaklarını bilemez olmuşlardı. Adonis
Memet’lerin evlerine de gelirdi, Memet’le beraber aynı sofraya
otururdu. Anasının yaptığı börekleri severdi. Az mı beraber yemişlerdi
Türk usulü yemeklerden. Bu deli dünyanın bu deliler
savaşı, su gibi fidanları yok ediyordu, acılara boğarak alıp gidiyordu.
Ateşi söndü mü sanırsın? Sönmedi… Hiç sönmedi…
Genç fidanların arkasında alevler kaldı, yalın alev oldu kavurdu
geride kalanları. Savaş götürdü, erkek demedi, kız, kadın demedi,
ayırdı canları. Bizde türküler ağıttır. Aynı acıyı yaşayan sadece
biz değildik. Te öbür tarafta da aynıydı. Vurdurdu kırdırdılar
bizi birbirimize. Adonis anasının tek erkek evladıydı. Git da
sor bakalım ona, unutmuş mu evladının yalvaran bakışını. Savaş
bitmiş mi o anacığın yüreğinde.”
Mutfaktan tepsi elinde gelen Ati Neneye yardım etmek
için ayağa kalktım. Ne hazırladıysa koyduk sofraya. Sülman
Dedenin “haydi buyurun” demesiyle ilk lokmalarımızı yemeğe
bandırdık. Sofralarında benimle birlikte üç kişi olmuştuk. Hayatta
yalnız kalmış iki sevimli kişi neşelenmişlerdi. Yemek yedik
topladık soframızı, ben izin istedim, tekrar gelmek için söz verdim
ve ellerinden öptüm çıktım. Soracaklarım bitmemişti, merak
ettiklerim vardı. Bir yandan da anneme babama bu hikayeyi anlatmak
istiyordum.Hafta sonu Taşova’ya gittim anlattım anneme, babama.
Annem Amasya’ya tekrar dönüşümde çantama bir limon
kolanyası, bir küçük havlu koydu;
“O iki yaşlıya uğrayacaksın madem, yemeklerini de yemişsin,
sen de bunları hediye et, selamımızı da söyle” dedi.
Yine bir hafta sonu, limon kolonyası ve küçük bir havlu
ile o güzel Neneyi, Dedeyi ziyarete gittim. Ellerini öperek hatırlarını
sormam memnun etmişti ikisini de. Elimdekileri Atiye
neneye verdim, “Annemin selamı var” dedim.
“Giderken sen de götür selamımızı, zahmet etmiş” dedi ve
arkadan hatırlattı bana;
“Ah bre kızım sen gel biz bir şey beklemeyiz senden. İki
laf eder anlatırız, sen de dinlersin bizi. Kimimiz kimsemiz yok
bizim. İki ihtiyar avunup dururuz. Sen gelirsen bizim can yoldaşımız
olursun, biz taa ne isteriz.”
İki kanatlı küçük pencerelerinde kanaviçe işlemeli perdeler
dikkatimi çekti. Perdeler de pencereler gibi iki kanatlıydı ve
üzerlerine rengarenk ipliklerden birbirine bakan iki kuş işlenmişti.
Kuşlar tavus kuşuna benziyordu, neredeyse perde boyundaydılar.
“Ati Nene sen mi yaptın bu perdeleri?”
“Yaa mari kızım, ben yapmıştım. Memlekette yapmıştım.
Pek o kadar bir şeyler getiremedik, bunları koymuştum bir bohçaya.
Önceleri kullanmaya kıyamamıştım ama sonra dedim
“kime saklarsın mari Atiye, kimin var senin.” Gülümsedi… “Zaten
olsa da kimseye vermezdim bunları. Niçin bilir misin? Gel
bak ne göstereceğim sana;”

Beni götürdü pencerenin yanına, perdelerin alt köşelerine
kargacık, burgacık işlediği yazıyı gösterdi. “Sülman” yazıyordu
köşelerde. Ben de güldüm ve sordum.
“Okumam, yazmam yok” diyordun ya Ati Nene?
“Bilene sordum, yazdırdım, işledim” dedi tekrar güldü.
“Başka da bildiğim yok, te bu kaa bildiğim.”
“Usulca sordum; “Sülman Dede senin için bir şey yapmış
mıydı?”
“Yok yapmadı. Mavi mavi bana bakardı ya, o yeterdi işte.
Biz işlemelerimize sevdamızı katardık. İşlemelerimiz neler anlatırdı
neler. Ne yapacaksın, görüp de konuşamazdık ki. Kuş işler
ağzına mektup zarfı koyardık en çok. Sanki kuş mektup götürecek”
dedi Ati Nene yine güldü.
“Ati Nene, ailen vermeseydi ne olurdu?”
“Kaçardım” dedi güldü.
Ati Nene dişleri eksik, çenesi önde, yumuşacık yanaklarıyla
gülümsediğinde, aydınlık yüzü pek sevimli oluyordu. Sülman
Dede de çatışmalardan almıştı nasibini. Kolunun biri diğer kolundan
inceydi. Anlatmaya devam etti;
“Bir gün, köyün bekçisi geldi meydana “ yine geldiler toplanın”
diye bağırdı. Nara şamata toplandık. Böyle yaşanır mı?
Nereye kadar? Sonumuz ne olacaktı bilmiyoruz. Dünyanın sonu
gelmişti sanki. Ekmeğimizi tadıyla yiyemez olmuştuk. Gece
uykularımız kaçmıştı. “Gidin buradan” demeye başladılar. Ölür
müsün, öldürür müsün? Evimizden ocağımızdan mı kovacaksınız
bizi? dedik… Dedik de canımızı koruyamaz olduk,( Sonu gelecek yayında)

Gülcan Yenice ERDEM’in ”Mübadil Oldum” ve ”Ayrılık Olmasaydı” isimli kitaplarını matbaamızdan ücreti mukabilinde temin edebilirsiniz. Tel. 0542 421 00 67

Yorum Ekle