Ünlü Tatar , komünist Sultan GALİYEV Sovyetlerde komünizmin ilk kuruluş sürecinde düşünce ve eylem adamı olmasının yanında, Rusya’da müslüman ulusların geleceklerine dair ideolojik öngörüleri olan, ayrıca marksizmin, komünizmin, önce İngiltere ve Avrupa’da kurulacağı beklentisiyle ilgili o meşhur analizini yapmıştır. Sultan GALİYEV’, ”Avrupa proleteryası kendi sömürgeci burjuvasıyla işbirliği yapmıştır. Sömürge kaynaklarını burjuvazisiyle ortaklaşa paylaşmıştır. Dolayısıyla Avrupa solu dünya sosyalizmine öncülük edemez, itici güç olamaz.” şeklindeki ifadesi tarihi bir tesbittir.
Klasik marksist ideolojinin sınıf mücadelesi temelinde yapıldığını iddia ettiği tarihsel mücadeleler, maalesef öyle öngörüldüğü gibi olmadığı olmayacağı da, yaşanılan sosyal ve siyasal olgularla görülmüştür.
Yakın tarihimize baktığımızda, 1923 yılında kurulmasına izin verilen Türkiye Cumhuriyeti kendisinden önceki Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde yeşertilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ekonomik yapılanması, mülkiyet , üretim paylaşım ilişkilerine bakıldığında henüz birbirlerine düşman sınıfsal ayrışmaları yaşamayan Prekapitalist bir yapılanmaya sahiptir.
Ulusal kurtuluş savaşında halkımızın, emperyalist devletlere karşı duruşunun ana dinamiği ve gücü proleterya ve onun ruhu komünist ideoloji olmayıp, bağımsızlık arzusu , dini ve milli değerleri koruma arzu ve isteğidir.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti; sosyal yapının ana unsuru halk tarafından değil, Osmanlının oligarşik askeri ve sivil bürokrasisinin elitlerince kurulmuştur. Sınıfsal bir sosyal yapılanma olmadığı için cumhuriyetin kuruluş dinamiklerinde sınıfsal oluşumdan bahsedilemez.
Cumhuriyetin kuruluşuyla halkımıza has sosyal ve kültürel değerlerin yerine batı kültürünün yerleştirilmesi çalışmaları devlet eliyle ”devrimler ya da inkılaplar” adı altında baskıcı ve tepeden inme yöntemlerle hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Yeni devletin üretim, paylaşım ve mülkiyet ilişkilerini düzenleyen yapısal düzenlemeleri köklü değişimden uzaktır. Toprak reformu yapılamamış, topraksız köylüye bozuk orman alanlarının söktürülerek araziye dönüştürülmesi teşvik edilmiş, Osmanlı toprak sistemi gereği kullanım hakkını elinde bulunduran tımar sahiplerine geniş tarım arazileri
cumhuriyet dönemiyle tapulanma yoluyla tescillenmiştir. Doğudaki Aşiret yapılanması devam etmiş, toprak ağalığı güvence altına alınmıştır. Batıda ise çiftlik sahipleri yeni cumhuriyetle kolayca kaynaşmıştır. Osmanlının olmayan sanayisi el sanatlarının küçük işletmeler haliyle bile kendi toplumunun ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olup, ihtiyaç fazlası üretim yapmaktan acizdir. Cumhuriyet, sanayi politikalarının uygulanmasına altyapı oluşturacak beyin ve yetişmiş iş gücünden yoksundu. Devletin kurduğu sanayi ve işlettiği madenlerin sayıları ve kapasitelerinin istenilen şekilde yeterli olmadığı görülmektedir. Tarım sektörü geleneksel usullerle üretim yapmaya çalışırken, köylü 1970’li yıllara kadar tarım makinalarıyla tanışamadı . Tarım sektöründe büyük çiftliklerde toprak ağalığının köylüyü yarıcı, maraba olarak çalıştırması, küçük toprağa sahip köylülerinde kendi işlerini kendileri ya da imece usulüyle yapmaları nedeniyle tarım ve sanayi alanınında işçi sınıfı oluşmamıştır, var olan az sayıdaki işçiler de sendikal ve sınıf bilincine sahip değillerdi.
Türkiye’nin sanayi ve tarımsal alanında marksist ideolojinin işçi sınıfı tanımına uygun bir sınıf oluşmamıştır. İşcinin sahip olduğu tek güç emeğidir, o emeğiyle üretir patronlar onu satın alırlar. İşçinin emeğini satın alan patronlar onu kullanma hakkını da elde ederler.
Bütün bu açıklamalardan sonra esas konuya Ak Parti’nin oyunu aldığı sosyal yapıyı oluşturanların sınıfsal durumları nedir, gerçekten Türkiye’de sınıfsal bir mücadele var mıdır? İşçi sınıfının nicel ve nitel özelliği nedir, çalışanlar kendilerini işçi sınıfına ait hissediyor mu? Yakın tarihimizde işçiler sınıf bilincine niye sahip olmadı? Yapılan serbest seçimlere sol söylem ve vaatlerle giren siyasi partiler ne kadar sınıfsal bilince sahip? CHP’ye ve HDP’ye oy verenler hangi temel siyasi dinamiklere göre oy veriyorlar.. Ak Parti, 2002’den beri yapılan serbest seçimlerde işçi sınıfının, köylünün kısaca proleteryanın oyunu aldı mı? Gerçekten Türkiye’de Marks’ın öngörülerine uygun proleterya sınıfı var mı?, yoksa tarihsel sürecinde niye oluşmadı?
Ak Parti ye oy veren seçmen, oy verirken hangi değerleri ön plana çıkarıyor.
Türkiye halkı kapitalizmi ve sol ideolojileri ne kadar sahipleniyor. Dini inançlar sosyal yaşamda ve seçimlerde ne kadar belirleyici oldu…
İleri ki yazımızda bu sorulara cevap arayacağız.