Naci Konyar
13 Nisan 2025 Pazar günü saat 17:39’da merkez üssü Taşova Destek beldesi olan 4,6 şiddetinde bir deprem yaşadık. Bu deprem bize 6 Şubat 2023’de 11 ilimizde maruz kaldığımız asrın felaketi diyebileceğimiz, tarifsiz kederlere ve acılara tanık olduğumuz 7,7 şiddetindeki depremin maddi ve manevi acılarını bir defa daha hatırlattı.
Geçmişten zamanımıza milletimiz bu coğrafyada tarihin önümüze çıkardığı bir çok depremi yaşamıştır. 1509 yılında İstanbul’da olan Kıyamet-i Sugra (küçük kıyamet), 1855 Bursa depremi, 1752 Edirne depremi (Zelzele-i Azime) bu bağlamda öne çıkan depremlerdir. Zelzele-i Azime depremin büyüklüğünü ve şiddetini anlatan bir ifadedir. Yine Erzincan, Gediz, Gölcük, Van, Varto, Gölcük Körfez, Bingöl, Elazığ, İzmir depremlerin sembolik örnekleri olarak Türkiye tarihinde önemli depremler olarak hatırlanmaktadır.
Tarih gösteriyor ki millet olarak bir deprem coğrafyası üzerinde yaşıyoruz ve her kuşak depreme tanık oluyor. Bilindiği gibi ülkemiz Kuzey Anadolu Fayı ile Doğu Anadolu Fayı olmak üzere iki önemli fay hattına sahip bir deprem kuşağındadır.
Her deprem yaşandığı yeri enkaz yığını haline dönüştürmüş, evler ocaklar ve nice canlar bu yığınların altında kalmış ölümler acılar yaşanmıştır. Bu depremlerin acı sonuçlarına rağmen geçmişte yaşananların yeni nesiller için bir tecrübe olacağı göz önüne alındığında depremlerin öğretici işlevinin değerlendirilerek tanık olduğumuz eski depremlerin dramatik öyküleri, ibretlik anıları anlatılmalı unutturulmamalıdır.
İşte 6 Şubat 2023 yüzyılın felaketinden kurtulan iki depremzedenin anlattığı, depremin vahametini ve dehşetini gözler önüne seren dramatik öyküsünü ve ibretlik anısını beraberce paylaşalım;
‘Sarsılıyorduk. Daha bir dakika öncesiydi vardık, hayattaydık, huzurlu bir uykudaydık. Sıcak yataklarımız vardı. Kışın dondurucu soğuklarından bizi koruyan evlerimiz vardı. Ama yoktu şimdi. Evimiz dünyamızdı. Dünyamız başımıza yıkılıyordu. Kayboluyorduk. Ölüm en büyük öğretmen ve geçtik biz de rahle-i tedrisatından yeniden öğrendik biz, yeniden farkına vardık. Meğer ne çok şeye sahipmişiz. Meğer sahip olduklarımız ne kadar da değerliymiş. Bir tas sıcak çorbanın, merhabalaşmanın, bir parça ekmeğin nasıl da kıymeti varmış. Kalbini kırdığımız insanların gönlünü almaya, helallik borçlu olduğumuz insanları görmeye bir daha vaktimiz olmayabilirmiş. Gün olur ki ihmal ettiğimiz sevdiklerimizi canlı görmeye mucize; cenazelerini bulup gömebilmek, bir mezarının olduğunu bilmek dahi büyük bir nimetmiş. Lüks semtlerdeki dairelerini kiraya veren insanlarla kiracıların aynı ateş başında beraber ısınmaya çalışırken, aynı tas çorbaya beraber uzanırken gördük. Demek ki ansızın en başa dönebilir; bizi ayakta tutan, bize güç ve güven veren her şeyimizi bir anda yitirebilirmişiz…
‘Yıl 2023 günlerden 6 Şubat Pazartesi gecesi saat 04:17 yer çatladı, gök patladı. Bir anda koptu kızıl kıyamet. Kırk, kırk beş saniyede yıkıldı ülkenin bir bölümü. Yollar yarıldı. Dağlar kırıldı, oynadı yer yerinden. Gecenin bir yerinde yakaladı zelzele, kaçabilen kaçtı yalınayak, nereye gittiklerini bilmeden, koştular koştular…
Bir kızıl kıyametti koptu feryadı figan akşama kadar bağrıştılar içerden gelen imdat seslerini duya duya çırpındılar ancak çare olamadılar, beklediler çaresizce yardım gelene kadar. Ulaşım zordu yollar yarılmıştı ve sokaklar enkazla dolu, öylece akşam oldu. Yatacak yer, tutacak dal yok. Geceyi üşüyerek geçirdiler. Üşüyüp ölenler oldu. Bir depremzede anlatıyor ayaklarımın soğukta bıçakla kesildiğini hissettim öyle bir üşümeydi ki bu anı anlatmaya söz kifayet etmez. Bir diğeri diyor ki perişan bir haldeyim bir ara yardım kamyonu gördüm bir çorap verin başka bir şey istemem dedim bir çorap, bir de su verdiler, ömür boyu unutmayacağım bu yardımı hep dua edeceğim onlara diyor. Bu çaresizliğin resmi olsa gerek.’
Tarih boyunca bir doğa olayı olarak meydana gelen depremlerin hayatımızın bir parçası olarak devam edeceği yaşadığımız bir gerçek. Elbette depremlere karşı alınacak önlemler, toplumun bilinçlendirilmesi önem taşımaktadır. İktidarı muhalefeti, üniversitesi ve sivil toplum örgütleri, müteahhiti ve mühendisiyle toplumun her kesimine bir doğa olayı olan depremin felakete afete dönüşmeden, yaşamak için herkes üzerine düşeni yapmak zorundadır. Doğa kurallarına bilimin ışığında ve günümüz teknolojisiyle depremleri doğal afete dönüştürmeden bu topraklarda deprem korkusu duymadan yaşayabiliriz.
Sonuç olarak depremi doğru anlamanın yolu her şeye kader diyerek sorumluluklarımızı Allah’a yüklemek değil, sorumluluklarımızı yerine getirmektir; yani önce tedbir/bilim, sonra tevekkül/dua’dır. İnsanlarımız hep keramet aradı durdu; halbuki keramet dürüst olmakta, namuslu olmakta, insan olmaktaydı…
Tedbir, depremin şiddetini azaltmıyor ama zararı aza indiriyor. Dileğimiz tedbirlerin zamanında alınması ve gerek ilimizin ilçemizin gerekse ülkemizin bir daha deprem afeti yaşamamasıdır.
Yazımızın başlığı duamız olsun. Allah ülkemizi her türlü felaketten muhafaza eylesin…