Amasya İtimat

YORUM, BİLGİ, NOTLAR.. Enver Seyhan

0
236
AKÇA KÖYÜ
Fidi köyünün ilk defa kaydedilen 1831 tarihli Nüfus Defteri’ni okudum ve kısımlar halinde yazıp yayınladım. Yerleşim yerlerinin nüfus kayıtlarını okurken elbette bazı okuma hataları oluyor. Bu durumu, önceden de ifade ettiğim gibi normal karşılıyorum. Yerel veya yöresel ünvanları, isimleri ve lakapları okumanın güzelliğinin yanında olumsuz yanlarının olması da olasıdır. Bazı yazılarımda köylerdeki yerleşimler ve soyadları konusunda öngörüde bulunduğum oldu. Soyadı Kanunu yürürlüğe girdikten sonra, soyadı alırken, sülale isimlerine müracaat edilebileceğini tahmin ediyordum. Araştırmalarımda gördükçe, öngörümde yanılmadığıma şahit oldum.
İlgisini ve merakını bu konulara adayan değerli insan ve öğretmen H. Ulupınar, gönderdiği mesajda, her şeye rağmen benim için, tahmin ve bir taraftan da müphem olan hususa açıklık getirdi.
Mesajında diyor ki:
“Hayırlı akşamlar Enver abi. Akça’nın devamını okurken arzu ederseniz saha teyiti için yazabilir yahut arayabilirsiniz. Bende 1941 defteri de mevcut. Orada soyadlarla birlikte her hane reisi yanında soyadı öncesi kullanılan aile şöhretleri de bulunuyor. Yüzyıllık zamana rağmen aile ünvanları yüzde doksan aynı.”
Devam ediyor:
“Soyadı kanunu çıkınca insanları nüfus idaresine davet etmişler. Gidebilenler kendine yeni soyadlar seçmişler. Gidemeyenlerin gıyabında aile şöhretinde yazan kısmı “oğulları” ibaresini çıkarıp soyad olarak vermişler. Dönemin yasaklı gördüğü bazı şöhretler de soyadı olarak verilmemiş.”
Daha önce “oğlu” ekiyle bağlantılı soyadı verilmediğine dair bir hatıramı anlatmıştım. Burada “tahmin ve müphem durum” olarak ifade ettiğim mesele çözüme kavuşmuş oldu. Yani 1941 yılı Nüfus Defteri’nde, önceki devirlerde hanenin veya sülalenin kullandığı lakap, nam, ünvan veya isimlere, hane reisi adının yanında yer vermişler. Aile namını not etmişler ki soyadı verirken bu durum göz ardı edilmesin. Geçmişle bağ kopmasın.
Örnek veriyor:
“Peyniroğlu olarak okuduğunuz ailelerin soyadı köyde Peynir ve Peynirci.”
Ayrıca:
“İlk sırada okuduğunuz sabık Müftü Ömer Efendi bizim büyük dedelerimizden birisidir.”
Teşekkür ediyorum.
Bu konularda yaşadığım ve şahit olduğum örnekler elbette var. Fakat konu uzamasın istiyorum. Öz ve kısa olması daha güzel.
Kısaca:
1857 yılında başlayan çalışan kadınların hak arama mücadelesi neredeyse Yüz Sene boyunca devam etti. New York’ta, fabrikada yangında onlarca kadın yandı ve can verdi. “Eşit iş ve eşit ücret, çalışma saatlerinin azaltılması, koşulların iyileştirilmesi, doğum izni” gibi taleplerle başlayan grevler, itirazlar, protestolar ve direnişler sonunda kadın hakları ve kadın kimliği dünyanın gündemine oturdu. Hakikat şudur ki “Kadınlar Günü” kadın işçi hareketinden doğdu.
“Kadınlar Günü Kutlu Olsun!”
Umarım, bizim kültürümüzde “alın teri” olarak ifade edilen “emek” istismar edilmez.
Bugün de kadınlar çalışma hayatının içinde. Sadece okumuş kadınlar değil. Önemlisi ve değerlisi de alt kademelerde çalışan ve “alın teri” döken kadınların emeğine saygı duymak, ehemmiyet vermek gerekir. Ki Türk toplumunda kadın, ailede her yerde, her işte, her alanda emeğiyle ve kâbiliyetiyle vardı, vardır ve var olacaktır da.
Eskiden, normal şartlarda, evde, tarlada, mutfakta, pazarda, iyi günde kötü günde aile içinde, kadının olmadığı yer yoktu. Bugünkü dünyada da, büroda, fabrikada, bankada, okulda, mağazada kadın var. Gelir seviyesi yüksek aileler için belki farklıdır, değişkendir ama normal ailelerde kadının yükü hâlâ çok ağır.
Enver Seyhan
8 Mart 2025

Yorum Ekle