Enver Seyhan
Yazıdan bazı kısımları sildim, sadece bazı üç beş cümle ilave ettim. Lakin gerekip gerekmediği hususunda hiç de mutmain olmadım. Yazının mahiyetini koruduğu kanaatini taşıyorum. Edebiyatta “Türkçülük” akımının öncülerinden, kısa hikayeciliğin kurucusu rahmetlik Ömer Seyfettin’i rahmetle yad ediyorum.
Takdimi örneğini ekte paylaştığım ondan bir paragrafla yapayım:
“Eskiden Türk milletini parçalayan iki kuvvet vardı:
1-Rus pençesi
2-Milli gaflet
Birinci kuvvet artık kırıldı. Fakat ikinci kuvvet hâlâ duruyor. Bu kuvvete karşı uğraşmak, bugün bütün milliyetini idrâk etmiş Türkler için bir farzdır.”
“Ömer Seyfettin” adını bilmeyen duymayan yok gibidir. “Yok gibidir” diyorum; zira duymayan bilmeyen olacaktır; bu da gayet normaldir. Bu toprakların ilk hikayecilerinden biridir. Öyle hikaye deyip geçmeyin. Önemlidir. Belki yığınla insan bir hikaye kitabı da okumamıştır. Mecbur da değildir. Fakat Anadolu’da elbette kadın kız kızan dededen, ebeden, babadan ve anadan yol hikayeleri dinlemişlerdir. Araya bazı sebepler girmiştir, muhakeme edememişler, belki boş vermişlerdir. Çevreye şuraya buraya yetişme, ufku genişletme imkanı bulamamış da olabilirler. Toplumun köyün şehrin genel kuralları kaideleri ve görenekleri, görünenin bilinenin alışılmışın eskinin zıddına yeni bir durumu, hareketi ve eylemi beğenmeyecek, kabul etmeyecek ve kınayacaktır. “Kınanma” korkusu ruhi bir korkudur. “Kınanmak” eylemi toplumda kadınların “yok sayılması” ile eşdeğerdir!..
Yol hikayeleri dedim ya… Yazar Veli Güven’in sözlerinden birkaç cümle geçmek isterim. Bahsin kapısını akşamdan sabaha köslü tutmak istemem. Şöyle diyor:
“Yol hikayeleri, ne sadece bir kitap denemesidir ne de kırkına varmış bir yazarın anılarının bakiyesidir. Yol hikayeleri, en çok Anadolu’dur, anadır, kadındır, dinlemeye takati olanlara kısa bir hayatın uzun havasıdır.”
Velhasıl tozuyla toprağıyla her ömür uzun bir yoldur!..
Yazdıklarımı inceleyenler, irdeleyenler, Türkçe Dil Bilgisi kurallarından dem vuranlar oluyor.
Diyorlar ki:
“Ünlem işaretinden sonra çift nokta konulmaz. Yani ünlem ile biten cümle üç noktalı yazılmaz.”
Ne diyeyim ne edeyim bilmiyorum ki? Ben böyle kullanmayı seviyorum. Ünlem işaretini iki nokta ile besliyorum. Elimde değil…
Okuyucuyu düşünmeye sevk eder gibi geliyor bana. Yol açar belki fikir meydanına doğru. Hayata dokunur da belki gelişen oluşan, müspet menfi hadiseleri, geçip giden zamanı lalettayin akışına bırakmaz. Kim bilir?
Bir hakikat var ki:
Dünya öyle bir dünyadır ki “su akar yolunu bulur” diyenlere inat arzulandığı gibi bir imkan tanımaz…
Yalan dünya daraltmış buñaltmış olmalı ki koskoca servetlü devletlü kıymetlü Süleyman dahi diyor ki:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
Bu şiirin ana temasını “sıhhat” olarak algıladım ama… Onu da “yok devletin önemine atıfta bulunuyor” diyerek açıklamaya çalışanlara tesadüf ettim. Yok tevafuk olmadı!..
Demek oluyor ki; halktan birileri de ortaya çıkıp durup dururken öyle keyfinden türkü yakmaz. Mutlaka bir nedeni vardır. Yolun bir yerinde hikayenin tadı kaçmaya başlamıştır…
Ömer Seyfettin:
Harika hikayeler yazdı. Genç yaşında şeker marazından ahirete göçtü. Türkçe yazmayı denedi. Halk dilini kullandı. Medreselerde talebeler Pers dilinin kaide ve kurallarıyla Arapça’dan devşirdikleri kelimeleri yazı diline geçiyorlardı. Arapça kökten değişmeli dil olduğu için Anadolu insanı anlamakta zorlanıyordu. Çünkü kelime çekimlere sigalara ve değişimlere sokulduğunda çok farklı manalara gelebiliyordu.
Ömer Seyfettin:
6 Mart günü Haydarpaşa’da vefat etti. Mekteb-i Harbiye’den mezuniyetini takiben askeriyede göreve başladı. Balkan Savaşı’nda esir düştü. Adına aşina olanlar, tanıyanlar onu hikaye yazarı olarak bilirler. Askeri kimliği ve kişiliği çoğu okuyucu tarafından bilinmez. Cümle âlem tarafından tanınan ve bilinen bir kişidir. Nedeni ise elbette şöhretli bir kısa hikaye yazarı olmasıdır. Günün şartlarında gerçek olayları tahkiye ve tasvir ederek hikayelerini sonraki nesillere emanet bıraktı, geçti, göçtü, gitti…
Buraya kadar…
Ayrıca; her hikaye özünde hayat ağacından bir dal, bir yapraktır. İncinir mi acaba denilmeden üstüne basılan eşilen deşilen kara topraktır. Öznesi insandır…
Kalemi elime aldığımda yazacaklarım bunlar değildi. Bir internet paylaşımına yapılan yorumlara dair bir iki cümle kurmak ve kendimi mutlu etmek istiyordum. Ama olmadı. Yazı amacından çıktı.
Diyordu ki bu resimli internet paylaşımında:
“Taze ekmeğin yokluğuna isyan etmek yerine, bayat ekmeğin varlığına şükür etmek gerekir.”
Düşündüm!..
Yani “dünyanın çivisi bu yüzden çıkmış” dedim. Birileri hep kanaat edecek; kötülüğe köleliğe açlığa yokluğa şükür edecek ama birileri hep taze ekmek yiyecek! Tabir amiyane ama bizim orada bir laf var: “Bunlar gümüşlü mü?” Sözün özü itibariyle sevk edilen yolda, şükür edecek kimseler de bir ömür boyu en zor işlerle uğraşanlar. Tarlada bağda bahçede, dağda yaylada, inşaatta, fabrikada çalışanlar. Oysa üleşim adil olsun: “Gavur ellerindeki gibi! Adam taze ekmek de yesin, şükür de etsin!”
Şimdi bu cümlenin neresinde hilaf var?
Mart 2021