Mevsim her gün kendi tat ve lezzetini insanlığa sunuyor. Doğadaki değişimlerin görüntüsünü hemen hemen her gün takip eden ve farkında olan biri olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Her ay, her hafta, her gün değil günün sabahı ve akşamı arasındaki hatta saatlerindeki oluşumları dahi gözlemliyor, farkında oluyor, izliyor, zaman zaman hayretler içinde dünya hayatının huzur ve mutluluğuna ulaşıyorum.
Ağustos ayı ortalarından itibaren gün be gün mevsim değişiyor. Diğer bir ifade ile sonbaharın ayak seslerini duyuyor, hissediyor, görüyor ve birlikte yaşamak için uyum sağlıyoruz.
Ağaçlar bin bir çeşit renge bürünerek bir başka güzelleşiyor. Değişimin alevi ve ateşine dayanamayan yapraklar dalından kopuyor kendini rüzgâra bırakıyor.
Dünya hayatında sonbaharın gelmesi kış hazırlıklarının da başlaması anlamına gelir. Yeryüzünde hareket eden, nefes alıp veren, doğan, büyüyen ve ölen her canlı üzerinde farklı farklı da olsa değişimi ve hareketleri izlemek mümkündür.
Yazarlar ve şairler için ilkbahar ve sonbahar mevsimleri çok daha özeldir. Biri dirilişi, uyanışı diğeri bitişi, mutlu sonu, dinlenişi, ölümü anımsatıyor. Yaşatıyor.
İnsanların ikinci bahar söyleminin derinliğinde istek, arzu, gizem ve hayallerinin temelindeki niyet ölüm öncesi hayatın her gün her saat tadı ve lezzetini yaşamak isteğidir.
Aşkın tarifini yapanlar, yapmaya niyetlenenler, yaptığını sananların yolu mutlaka sonbahardan geçer. Aşkın rengi bahar mı, sonbahar mı sorusunda sonbahar diyenlerin sayısı az değildir. Yine aşk her mevsimde güzel ama sonbaharda bir başka yaşanılır, değer verilir, beslenir, incinmez, incitilmez, kışın bütün olumsuz şartlarından geçip bahara ulaşması için yoğun bir mücadele verilir. Bahara ulaşan aşkın önünde sıcak, verimli uzun bir zaman vardır.
Okulların yaz tatili sonunda yeni eğitim öğretime başladığı mevsimdir Sonbahar. Okula ilk defa gidecek çocuklar. Okul öncesi ve ilkokul birinci sınıf öğrencilerindeki heyecanlı, telaşlı, duygular, ömürde de bir defa sadece sonbaharda yaşanılır. Ne tatlı şey bunları yaşamak, yaşayanları izlemek, onları anlamak hatta öğretmenleri olup, meslek aşkıyla başarıya yürüyüşe başlamanın gurur ve şeref dolu yarınlara yolculuğa başlamak, ülkenin yarınları ile birlikte bir ömür birlikte olmak. Öğretmen aileden sonra ilk güvenilir insandır. Çocuklar özel ve gizil tüm bilgileri ve yaşadıklarını paylaştıklarıdır. O nedenle “öğretmenlik kutsal bir meslektir” deriz.
İlk çanta, defter, kitap, kalem, açacak, silgi, önlük, yakalık yeni bir ortam, aile, arkadaşlar, öğretmenler ne çok şey var yazacak, paylaşacak.
Ortaokul, lise ve üniversite heyecanıyla gurbete uzanan yıllar. Aileden ilk ayrılış. Farklı şehirlerde yarınlara doğru rotayı belirleyip ufukların ötesine başlayan yolculuklar.
Hepsi ve daha nice duygular, yaşanılanlar ve ilkler sonbahara hastır. Merkez burasıdır. Başlangıç noktasıdır. İlköğretim haftası, seminer çalışmaları, yıllık planlar vs. vs. vs.
2020-2021 Eğitim –Öğretim yılında korona virüs nedeniyle uzaktan eğitim, söz konusu olsa da bu günler geçecek okullar yeniden çocuklarla süslenecek, öğretmenlerle donanacak cıvıl cıvıl mutluluk seslerine kavuşacağız. İnşallah…
Renklerle dans eden günlerde insanlar sarı renk başta olmak üzere, kırmızıyı tutku, yeşilde masumiyeti, suskunluğu kahverengiyle ifade eder. Maviyi de unutmamak yerinde olur. Her rengin günlük hayatımızda kendine özel görevleri, sorumlulukları da var. Gözümüze tatlı görünen renkler bulundukları yer ve konuma göre değişik olabilir ve görünebilir. Sonbahara has renkler de öyledir. Ovadaki görünüşleri ile yaylalarda, sahilde, dağlarda, sık ormanlarda görüntü ve oluşumlarındaki farkı görmek mümkündür.
Sahi dalından kopmak, özgür olmak, kendini rüzgâra ve doğaya salmak mutluluk mudur? Hüznün gözyaşıyla ifadeye yetmeyip taşması mı? Ayrılış mı? Bir daha dönmemek üzere gidiş mi? Hayata kahrediş, engin derinliklere savruluş mu?
Baharın, yaz mevsimine sunduğu hemen hemen her şey değişiyor. Önce hasat yaptık. Toplama, biçilme vakti gelenleri tarlalardan, topladık. Olgunlaşan, vakti gelen meyve ve sebzelerle bol ve tatlı sofralarda buluştuk. Mini bahçemizde elimizi uzattığımızda domates, biber, salatalık, çilek, patlıcana ulaştık. Başta, sabah kahvaltılarımız olmak üzere tüm sofralarımızı birinci sınıfa doğal yiyeceklerle süsledik, kendimize ikram ettik. Masalarımızı çiçeklerle, güllerle süsledik.
Eylül ayının ilk günlerindeyiz. Mevsim normallerinin üzerindeki sıcak günler. 38-40 dereceli saatleri yaşıyoruz. Toprak üzerinde var olan mahsuller yanıyor. Kuruyor ve yavaş yavaş dünya hayatına son veriyor.
Tepekışla ve Hasan Uğurlu barajlarının ortasındaki köye can veren Kelkit Irmağının serinliğine koşuyoruz gün boyu. Dedelerin, ninelerin kontrolündeki çocuklar, Kelkit’in sularına bırakıyor kendini. Suda oynayanlar, korkup çığlık atanlar, çıkıyorum diye ağlayanlar, traktörün iç lastiğini şişirip gezintiye çıkanları izlemek günün önemli bir bölümünü alıyor. İyi de oluyor.
Uzun yıllar geçti şuan sudaki çocukların yaşadıklarını, yaptıklarını bizde yaşadık. Hatırladığımda daima gülümsedim. Mutlu oldum. Gün oldu “Köye hasret duygular” diye şiirler yazdım.” Gün oldu “ Kelkit’in Gözyaşları” başlıklarında anılarımı deneme türünde yazıp okuyucularımla paylaştım.
Yaz tatillerimizde köyde ailemize yardım ederdik. Ne çok iş vardı. Büyük ve küçükbaş hayvanları otlatmak, bakımlarını yapmak çocukların işiydi. Buğday hasatı çok uzun sürerdi. Tütün tohumunun toprağa ektiğimiz andan tekele teslimine on iki ay yetmezdi. Her safhası zor, masraflı ve çileli bir üründü. Diğerlerini saymıyorum. Köy de yaşamak elbette çok güzel. İş yoğunluğu var. Zor ve yoruldum kelimelerinin karışımıyla, başarıya kilitlenmek gerek.
Birçok sebze ve meyvelerin son günlerini yaşadığı an yeni erişen incir, üzüm, elma, armut ve böğürtlenlerin hazır olduğunu görüyoruz.
Her mevsimin birbirinden farkı ve değerli özelliklerini görüyor, tadıyor, tutuyor, kokluyor, bizzat yaşıyoruz. Bazen yaşadığımız mevsim içinde geride bıraktığımız veya önden beklediğimiz mevsimin özlemini de yaşıyoruz.
Hasretin, gözyaşının, yarım kalanların, duygusal günleri. İçinde var olanların rüzgâr karışımı güneşle yanışa başladığı günlerde diyelim. Tamamlamak istediklerimiz. Kelimelerin sustuğu, doğanın yavaş yavaş sararması, derinliğinde geriye bakışla yanık nağmelere davetiye gibidir. Biraz olgunluk, biraz sessizlik, rüzgâr, Kelkit’in sularının serinliği ve ses dağıtımı diğeri gurbette olanlarda biraz buruk, biraz inleyiş, hüzün diye söylenir.
Yağmurları da başkalaşır. Çisesini, damlalarını hemen tanırsınız. Gitme, kopma, uçma, solma, kuruma diyemediğiniz gibi gel de diyemezsiniz. Vakit sonbahar olmuşsa yapraklar dokunur, yağmurlar dökülür yanaklarımıza.
Yorucu bir sezon geçiren ağaçlar, yapraklarını döker, gövdesini ve dallarını dinlenmeye bırakır. Bulutlar yağmur olup yeryüzüne inmezse gökyüzü onca ağırlığı nasıl taşır. Dünya hayatında yılın bir bölümünde mücadeleye, savaşa ve çabaya, ekilmeye, yeşermeye, olmaya ara veriyor ki vakit geldiğinde daha güçlü uyanışa hazır olsun. Güneş de öyle değil mi?
Ya insanlar…
Mevsim dönüşümlerine uygun hale gelerek, ilahi değişime uyumlu planlarımızı yenileyebiliriz. Daha dikkatli, daha bilgili, tecrübeli, yeterli olmak için sistemli olmalıyız. İçimiz de var olan ve huzursuzluğumuzu besleyen, endişeler, korkular, ağaçlardaki yaprakların temizliğinde olduğu gibi ya da yağmurlarla yıkayıp yeni günlere taze umutlarla ulaşıyor olmak dünya hayatımızı rahatlatacaktır.
Planlananlar dünden kurtuluş değil, yarınlara sağlıklı ulaşmaktır.
Hayatı gözden geçirmek çoğu zaman üzülmemizin sebebi olan, hayatınızda ilerlememize engel olan her şeyden, herkesten kurtulmanın niyeti de olabilir.
Bırakalım sonbahar yağmurları hayatımızı kirleten her şeyi yıkasın. Zorlu kış günlerinden önce güneşin zayıflayan, uzaktan seyreden ısı ve ışınların da tadını çıkarmak gerek. Sobalar yanmadan, kaloriferler derecelere kilitlenmeden mevcut serinliğin, müthiş sonbahar manzaraları ile iç içe olabiliriz. Kırda, bayırda, ormanda, caddede, sokakta, bulvarda, parkta, bağda, bahçede dolaşmak, günler geçirmek, an’ın tadını çıkarmak, eksiksiz çevre incelemesi yapalım ve gülümseyelim. Dört mevsim farklılaşan dünyalıklara yakın olmak, sevgi ekmek, sevgi biçmek, sevginin hasatını yapıyor olmak güven tazelemekle eşdeğerdir.
İnsanlar da doğanın bir parçası değil mi?
Gülümsüyorum, dünyalık ne varsa sessizce inceliyor, izliyor, merhaba diyorum. Üzmeden, kırılmadan, korkmadan, hayatı tam olarak kucaklayarak sonbahar yaprağına dönüşmeden, damla damla yeryüzüne inmek için, toprağa can vermek için bozkırın yalnız adamına bir adım gelene ellerimi ve yüreğimi uzatıyorum.
Yağmurdan önce ve yağmurdan sonra damlalar, hece hece kelimekelime halinden şiire dönüşüyor. Şiire ulaşan kelimeler bilirim. Ateşi söndürmeyen suları tanıyor olduğum gibi.
Şimdi kendi sonbaharıma gidiyorum. Etrafımda gülümseyen herkesi ve her şeyi avuçlarımda topluyorum. Kalbime sefer yapan rüzgârlar aşka doğru rota yapıp, güneşe sefere çıkıyor. Her yağmur ıslanışında dört mevsim oluyorum. Kimi zaman Kelkit’in sularında eriyor, akıntıya katılıyor kimi zaman doğaya teslim oluyorum.
Yüreği titreyen yalnız adam, mutlu sona hazır, dua aşkıyla vuslat vaktine hazırlanıyor.
Huzuru ve mutluluğu saklandığı yerden tutup çıkarmak, çiçekli bahçenin sessizliğinde ebediyen gülümseyen bir kalbin son nefesteki dileğine merhaba diyorum.
Şimdi sonbaharı yaşıyoruz. Arada kış olsa da bizimde baharlarımız vardı.
Osman BAŞ