Enver SEYHAN
Daima aklımı kurcalar.
İnsanlık ne kadar zamandan beri yeryüzünde hayat sürmektedir? Hz. Adem ile başlayan serüven kaç yıl evvel başlamıştır?
Bu konunun araştırılmaya ve merak edilmeye devam edeceğini ve dahi kolay kolay aşılacağını sanmıyorum.
Ancak, arkeolojik fikir ve kazı çalışmalarının ileri noktalara doğru gittiği de bir gerçek.
İnsanlık bütün zamanlar içinden geçerek bu günlere ulaştı. İlkokulda bize tarih şeridi diye bir şemadan bahsederlerdi ve sınıfın duvarında da asılı olurdu. Karanlık Devir, Taş Devri, Tunç Devri gibi. Nereden nereye değil mi?
Oysa, görünürde insanlık için en önemli yıllar ve dönemler, yeni dünyanın keşfi, rönesans hareketleri ve reformlarla beraber başlıyor sanki…
Mısır piramitleri, Anzaklar, Aztekler gibi tarihin dibinde duran ve daima cevap bekleyen konular ve sorular, kıyamete kadar insanlığın ve bilimin başını ağrıtmaya devam edecek.
Son bin senenin insanlık için önem arzettiğini belirtmek isterim. Zira, İslam düşünürlerinin de yeniliklere ve gelişmelere düşünce ve fikir manasında oldukça fazla fayda sağladıklarını düşünüyorum. Buruni, İbni Sina, Piri Reis, İbn Haldun ve daha niceleri, önemli ilim ve bilim insanları ve düşünürler olarak karşımıza çıkıyor. Fakat, teknik yönden gelişmelerin Avrupalılar tarafından piyasaya sunulduğunu söylemek yanlış olmaz.
Asıl mesele, kömürün ve demirin fıtratlarında bulunan özel işlevlerinin harekete geçirilmesiydi.
James Watt buhar makinesini buldu. Tren motoru 18. yüzyılda İngiltere’de icat edildi ve hizmete girdi.
Şimdi soru şu:
Önceki devirlerde bu konularda, insanlık hiç gelişme göstermemiş mi idi? Bilinen o ki, araştırmalar devam ediyor…
2006 senesinde, Antalya’da Karain mağarasında arkeolojik kazı yapan Amasya doğumlu bayan Profesör bana şunu söyledi. “İnsanlar, mağaralarda yaşardı. Ölüm kavramı farklı idi. Öleni mağaraya gömüyorlardı. Bizim yaptığımız kazı çalışması bu yönde oluyor. Bulguları burada elekten geçirip süzüyoruz. İnsanlık tarihinin buralardaki macerasını bilimsel olarak gün ışığına çıkarmak istiyoruz.”
Asıl beni hayrete düşüren de şu cümle idi.
Zira, sordum: “Ne yiyip içiyorlar? Nasıl yaşıyorlar? Barınmak için ta dağın başındaki mağarayı neden tercih etmişler?”
Dedi ki; “Dört yüz bin yıl evvel şu bulunduğumuz yerde göl vardı. Etrafta, aslan, ceylan, balık ne ararsan mevcuttu. Suya yakın, korunaklı, av yapmak için uygun bir yer. Bu gibi nedenler…”
Daha fazla şeyler de söylemiş olabilir. Aklımda bunlar kalmış…
Beni yoran da bu “dört yüz bin yıl..!”
Acaba?
Hala aklımı kurcalar durur…
Saygılarımla. Enver SEYHAN