SARKOZİ’nin TÜRKİYE ZİYARETİ
Ömer CELEP
Avrupa, Osmanlı’nın son zamanlarından beri bizi ikinci sınıf insan, barbar, mankafa görmeye başlamış, bunu alışkanlık haline getirmiş ve bu alışkanlığı da kendi iç politikasında hünermiş gibi sunarak “kahraman” edasıyla kendisini iktidara taşıyan koltuk değneği olarak kullanma cingözlüğüne düşmüştür.
Bu cingözlüğün doğal sonucu olarak, kendisine seçim sonucu değil sıra ile verilen bilmem ne başkanlığını da fırsat bilerek, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozi geçen hafta ülkemizi ziyaret etti. Avrupanın alışık olduğu küçümser bakış ve şımarık bir çingene edasıyla bir-kaç saatlik görüşmede bulundu.
Bu şımarık ve zampara soytarıya, başta Cumhurbaşkanımız, olmak üzere Başbakanımız ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız diplomatik usullerle en nefis ve en tokatlayıcı cevabı verdiler. Bu cevapları ayakta alkışlamak gerek.
Hele Başbakanın “Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kıralı Françesko’ya yazdığı o tarihi mektubu hediye etmesi ne büyük bir yumruktu!
Kanuni’nin mektubunu tarihle meşgul olanlar çok iyi bilir. O mektup sadece Türk tarihi ile sınırlanmamış dünya tarihinde yerini almıştır. Sarkozi Türk Milletini hafife almayı planlarken sanırız suratına bu mektubun vurulabileceği hesabını yapmamış olmalı. Onun, yüce milleti küçümser tavrına başbakanın bu cevabı tokat gibi değil balyoz gibi gelmiş olmalı ki Fransız basını Sarkozi’yi yerden yere vurdu.
Hele Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in sakız çiğneyerek uğurlaması diplomasi dilinde bir küfürdür ve Sarkozi bunu hak etmiştir.
Bu gün için Avrupa’nın komada olduğunu bilmeyen yokken, devlet başkanlarının bu kahraman(!) pozları merak ediyoruz acaba kimi yıldıracak? Geçelim, ey Avrupalılar! Geçiniz kahramanlık pozlarını! Kedinin, “şeyine” bakıp da dünyanın en büyük” şeyi”nin kendisinde olduğunu sanarak, kasılmasına özenme “hiç”liğinden çıkınız, çıkınız efendiler.
19 ve 20. yüzyıllardaki o “HASTA ADAM” yok artık. Bundan böyle karşınızda; gribal enfeksiyondan kurtulup eski ihtişamına kavuşmakta olan bir dünya ülkesi var ve bu ülke bundan böyle dünya nizamatında söz sahibidir ve artık bu ülke bilesiniz ki, inha makamı değil onay makamıdır. Artık bu ülke dinleyen değil konuşan bir ülkedir, artık bu ülke; kardeş değildir abi bir ülkedir, artık bu ülke sanık değildir; hakim bir ülkedir, artık bu ülke; seyirci sandalyesinde değil; oyuncu sahnesindedir, artık bu ülke; cümlede nesne değildir; özne bir ülkedir. Artık bu ülke sözde değil; özde bir ülkedir.
İçerde sorunumuz yok mudur? Vardır ve bu içerdeki sorunumuzu biz kendi yöntemlerimizle ve kendimiz çözeriz. Kendi çocuğumuzu kendi kültür ve kendi yöntemlerimizle kendimiz terbiye ederiz. Öz çocuğumuzu geleneksel eğitim öğretim ve disiplin kuralları içinde yetiştiririz.
Parantez içi belirtmeliyim ki; Türkiye Cumhuriyeti devleti; Avrupa Birliği kemiyetinden çok, onun ruhundaki insani bakışa girmeyi amaçlamaktadır ve bu bakış esasında bizim milletimizin özünde vardır. Kısaca söylemek gerekirse bu gün için bizim Avrupa Birliğine girmeye çok fazla bir ihtiyacımızın olduğunu da düşünmüyorum. Yani Avrupa Birliği bizi kendi bünyesine alsa da alamasa da bizim için çok fazla değişen bir şey yok artık.
Bundan böyle Avrupa ve dünya artık Avrupa Birliği kriterlerinden kurtulup Türkiye Cumhuriyeti kriterlerine göre kendini ayarlamak yoluna doğru gitmektedir.
Biliyorum bu söylediklerimizden dolayı bizi “hayalperest”likle itham edecekler olacak belki ama olsun. Hayal olmadan ideal olamaz ki.