SALGINLAR, KARANTİNA, AMASYA…

0
479
“Denize düşen yılana sarılır!”
İnsanlık tarihinin en büyük dertlerinden biri salgınlar ve hastalıklar olmuştur. Denilebilir ki insanlık âlemi var olalı beri bir yandan da salgınlar ve marazlarla boğuşmaktadır.
Bazan sohbet arasında valide şöyle der:
“Eskiden ilaç yoğudu hekim yoğudu; dutulan ölüyodu!”
Bu cümleyi yinelemesinin sebebi mutlaka annesiyle alakalı olduğu içindir. Bu kısım konuları laflarken, annesinin “emraz” hastası olduğundan bahseder. Bu “emraz” hastalığı ağızda çıkıyor; hekim olmadığından ve yokluktan dolayı tedavi edilemiyor ve hasta
yata kalka belirli bir zaman içinde ölüyor.
“Emraz” hastalığı yetmiş – seksen sene evvel çaresiz bir hastalık olabilir; tedaviye cevap vermeyebilir. Laf lafı açınca valide, annesinin hastalıklar hakkında hüner sahibi olduğundan girer konuya ve anlatır. Hatta barakalarında hasta döşeğinde yatarken dahi insanların gelip dertlerini anlattıklarından, bilgi edindiklerinden
bahseder. Taşrada sağlık konusunda halkın danışmanı gibi. Kulak silkiyor, çocuk atlıyor, merhem sürüyor. Fazlası da var.
“Kulak silkme” gibi meseleleri de sordum. “Köpecen ebe el vermiş” dedi. Usta – çırak ilişkisi var devr-i evvelde. Okul olmadığına göre istidada bağlı hünerler gelenekten gelen bir uygulama biçimi dahilinde kuşaktan kuşağa erbabından el vermek – el almak suretiyle tevarüs ediyor. O devirlerde lazım da mecburiyet de. Validenin dediği gibi: “Doktor yok hekim yok!” Çaresiz kalınca bilimsel bir tecrübenin ürünü olmayan kocakarı ilaçları ile tedavi yöntemleri de bilinçli bilinçsiz uygulanıyor; netice ha menfi ha müspet!
“Denize düşen yılana sarılır!”
Meselenin özünü kavramak adına en yakın kişilerden örneklerle başladım. Yüz sene öncesinde olup bitenlere değindim. Yüz sene öncesinden bugüne sadece kala kala hatıralar kaldı. Son iki yüz sene içinde insanlar salgınlarda ve savaşlarda acımasızca ve kıymetsizce hayatlarını kaybettiler. Fakir kaldılar. Yokluk çöktü omuzlarına, boyunlarını büktüler…
Geçmişi insanlık tarihi kadar eski olan salgın hastalıklar, bazan dar bir bölgeyi etkilerken bazan da savaşlar, göçler, kervanlar, seyahatler, ve ticari ilişkiler gibi nedenlerle geniş alanlara yayılmıştır. Salgınların en bariz özelliği ise kitlesel ölümlere neden olmasıdır. Bu toplu ölümlere Türk toplumu “kıran veya ölet ya da öletlik” diyor. (Dr. S. Genç: ASOBİD)
“Geçmiş yüzyıllarda dünyanın pek çok yerinde, kentlerde, köylerde büyük kayıplara yol açan afetlerin başında salgınlar gelmekteydi.”
(A.Tantay: Tarih uzmanı.)
Salgınlar, epidemi (dar bölge) ve pandemi (yeryüzü) olarak iki şekilde nitelenmektedir. Pandemi dünyayı veya geniş bölgeleri saran hastalık demektir. 2020 yılında dünyanın genelde gelişmiş ülkelerini etkisi altına alan, bazı soruların cevapsız kaldığı “korona virüs” bunun açık örneğidir.
Tarihte salgınlara sebep teşkil eden marazlar:
-Verem (İnce hastalık)
-Sıtma
-Kolera
-Kuduz
-Tifo
-Frengi
-Tifüs (Lekeli humma)
-Çiçek
-Kızıl
-Yılancık
-Veba
-Nezle
-Grip
-Kızamık
-Kabakulak
-Difteri
-Humma
-Kara humma
-Dizanteri
Adını yazdığım ve aklıma gelmeyen benzeri hastalıklar şehirlerde ve köylerde, kısaca yaşam alanlarında etkisini göstermiş ve öletlik artmıştır.
Mesela Veba:
“Bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık olup hastalığın oluştuğu yerler, genellikle liman kentleridir. Fare ve fare piresinden bulaşmaktadır. Pis ve güneş girmeyen
yerlerde yuvalanmaktadır.”
(A. Tantay: Emraz-ı Sariye)
Emraz kelime olarak, illetler, hastalıklar ve marazlar demektir. Yukarıda bahsettiğim anneannemin genç denecek yaşta ölümüne sebep olan “emraz” hastalığı halk dilinde umumi olarak bu isimle yerleşmiş olabilir. Ağızda yüzde gözde yara çıkmasına sebebiyet vererek ölümlere neden olan hastalık bugün tesirini yitirmiştir. Yazmadan geçersem olmaz. Valide teline dokununca annesinden rivayetle diyor ki: “Kırık çıkık dışında her hastalık insandan insana geçer ve bulaşır.”
Tarım toplumlarında hava, su ve yiyecek yoluyla bulaşan enfeksiyon hastalıkları, bit, pire, sinek ve kene gibi asalak böcekler vasıtasıyla da bulaşmış, çoğalmış ve yayılmıştır. Netice de salgınlar, çok sayıda insanın ölümüne yol açmıştır. (A.Koç)
Amasya’da 1840 yılında Karantina teşkilatı kurulmuştur. Ülke genelinde olduğu gibi ilk başlarda, Amasya’da da karantina uygulamaları tam anlamıyla, tam anlamıyla değil hiçbir anlamda başarıya ulaşamamıştır. Çünkü ödenek yetersizdir; maddi sıkıntı vardır. Sağlık personeli ve hekim noksandır. Bunlar bir yana, Karantina uygulamaları halktan tepki görmüştür. Halk uygulamaya engel olmak için elinden geleni ardına koymamıştır. Ancak ceza kanunu ile itirazlar ve engellemeler önlenebilmiştir.
Mesela 19’uncu asırda Tunus’ta Maliki mezhebine mensup bir müderris çıkıp karantina uygulamaları hakkında “Tanrı’nın kaza ve kaderinden kaçmaya çalışmak” şeklinde görüş bildirmiştir. Tunus’un Hanefi mezhebine mensup müftüsü ise ” şeriata uygun hatta uygulanması gerekli” fikrini ileri sürmüştür. (Berkes: 2008) (Dr. S. Genç: ASOBİD)
Amasya’da karantina teşkilatı kurulmasıyla birlikte derhal Karantina müdürü, Jurnal katibi ve Hekim tayin edilmiştir. Devlet o günkü şartlarda teşkilatını kurarak düzenlemeler yapmış ve salgının önlenmesi konusunda tedbirlere müracaat etmiştir.
(Bu yazının daha uzun olduğunu biliyorum. Batılı gezginlerin hatıraları da var. Fakat mecrada yazının tamamına ulaşamadım.)
Enver Seyhan
NOT:
Bu makaleyi mecrada yayınlayıp yayınlamadığım hususunda aklıma bir şey gelmiyor. Yayınlamışsam da bu sefer ikinci baskı olmuş olsun.

Yorum Ekle