Yapılan bir araştırmaya göre II. Dünya savaşından günümüze kadar dünyada sadece 24 gün savaş olmamış.
Hepimizin şahit olduğu gibi özellikle Orta Doğuda bazı emperyalist güçlerin maddi çıkarlar peşinde insanları savaşa tutuşturduğu bilinen bir gerçek.
Her ne kadar ülkeler arasındaki savaşlar “insan hakları-demokrasi” gerekçe gösterilerek yapılsa da maddiyat ve hükümranlık adına yapıldığı gerçeğini kimse inkâr edemez.
Tıpkı siyasette hizmeti bahane ederek saf değiştirenlerin yaptığı gibi. Geçen zaman içerisinde siyaset dünyasında da önemli gelişmelere tanıklık ettik. Bir zamanların hızlı sosyalistleri kapitalist dünyanın başarılı oyuncuları oldular. On yıl öncesinin sosyal demokrat partilerinin liderliği için adı geçen Ertuğrul Günay muhafazakâr demokrat iktidar partisinin bakanı oldu. Sayın bakanımız Bernard Show’un sözüne mi uydu dersiniz?
“On sekizinde sosyalist olmayanın kalbi, otuzunda sosyalist kalanın beyni yoktur” demiş düşünce adamı.
Ya Türkiye siyasetinde uzun yıllar iktidar olan bir kitle partisinin genel başkanlığını yapmış Süleyman Soyluya ne demeli. Oda Baba’ya kulak vermiştir sanıyoruz. Ne demişti babamız:
“Bizim millet Amasya tabiriyle gıcılayan kağnıya binmesini sever.”
Bu arada Numan Beyi’de unutmamak lazım. O da kurtuldu. Karun olmaya gitti…
Siyaset arenasında yaşanan bu haller siyasete ve siyasetçiye saygıyı azaltmaktadır. Oysa politika için bilimlerin en soylusu ve en yücesidir ve görevlerin de en soylusudur deniyordu.
Hizmeti bahane ederek, vefa ve sadakati terk edenleri ve partilerini bırakıp başka yana geçenleri gördükçe; Politika “utanma duygusu olan” insanların yapacakları bir iştir demek geliyor insanın içinden.
Siyaset kuyumcular çarşısı gibi olmalıdır. Hepsi 24 ayar. Şimdi ise siyaset Mahmut Paşa çarşısına döndü taklitten geçilmiyor.
Mal mülk ve makam ihtirası günümüz insanlığının tedavisi zor hastalığıdır. Ve insan özgürlüğünün önünde en büyük engeldir.
Savaşlar da öyle değil mi? Savaş sadece savaşan tarafları değil bütün insanlığı maddi manevi olumsuz etkilemektedir. Bu olguyu gönül eğitimcisi, sevgi eri Mevlana şöyle açıklıyor:
“Bedende bir uzuv ağrıyıp incinse bütün beden ağrır, incinir. İster sulh çağında olsun, ister savaşta bu böyledir.”
Gönüller sultanı “Savaş” konusunda da ilgililere şöyle sesleniyor:
“İnsanların savaşı, çocukların kavgasına benzer. Hepsi de anlamsız ve saçmadır.
Sopa, mademki savaş ve kavga aletidir;
Ey kör, o sopayı kır, paramparça et!
Ben iyiyle, kötüyle kavga edemem; kavga ile işim yok! Savaşmak şöyle dursun, gönlüm barışlardan bile ürkmekte.”
Savaş kelimesinden, hatta savaşı çağrıştırdığı için “barış” kelimesinden bile ürktüğünü söyleyen Mevlana, insanın hem cahil, hem de elinde silahı bulunması halinde bunun bir felaket olacağını belirtir.
Ve “Ey oğul kopart zincirlerini, özgür ol. Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın.” Diyerek insanlığı maddiyat telaşından kurtuluşa çağırır.
Büyük Türk velisi Yunus Emre’de;
“Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan var birazda sen oyalan.” Diyerek günümüz insanını, devletlerin peşinde koştuğu emperyalist ihtirasların geçici olduğunu anlatmak istemektedir.
Ahmet Yesevi de dünya peşinde koşan sultanlara seslenmiş;
“Binlercesine çeri(asker) yığan hanlar hani?
Vefası yok, vefasızdır dünya tanı,
Gafil insan görüp ibret almaz imiş”
Evet, geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanlığın ve devletlerin en büyük hastalığı insanlık için mal mülk ve makamsa, kendini dünyanın sahibi sanan devletler için de bitmek bilmeyen emperyalist emellerdir. Bu hastalıkların çaresi bulunması halinde dünyada ne kişisel kavgalar ne de savaşlar olacaktır.
Savaş tedirginliği yaşadığımız şu günlerde hükümet politikalarını planlayanlara Hegel’in öğüdünü hatırlatıyoruz:
“Halklar ve hükümetler tarihten asla bir şey öğrenmemiş veya ondan çıkarılan ilkelere göre davranmamıştır”
Hegel’in yanıldığını kanıtlarız inşallah. Aksi halde tarihin tekerrürüne mahkûm olacağız.
Görüp ibret almak niyazı ile…