Amasya İtimat

PAKİZE 3

0
1000
Gülcan Yenice ERDEM

Pakize Mustafa’sını, göremez oldu, yolunu gözleyemez oldu.  Gizli gizli ağlıyor, göz yaşını tutamıyordu,  elinde değildi. Karar verdi Mustafa’ya mektup yazacak  durumu anlatacaktı. “Ondan ümidini kesmesin, istesindi  babasından, yoksa göremeyecekti.” Bir fırsatını buldu, yazdı kısacık mektubunu, ama nasıl verecekti. Gece gündüz anasının  gözü üstündeydi. O da aslında korktu, anasının eteğinin dibinden ayrılmıyordu. sadece durgun ve az konuşan bir kız oldu. Mustafa da  Pakize’yi  göremedi, ama bir şeylerin olduğunu hissediyordu. Ne olduğunu çözemiyordu. Son gördüğünde anası  yanındaydı,” izin vermemiştir,” diye düşündü ama aklına kötü şeyler de gelmiyor değildi. Sokaklarına uğramamaya çalıştı.  Aradan geçen birkaç gün sonra belki rastlarım diye geçmeye karar verdi. Pakize’nin annesi hastalanan yaşlı bir komşusunu görmek için evden çıktığı zamana rastladı. Pakize sevdalısını tekrar gördü, koşarak gitti Mustafa’nın göreceği şekilde, mektubunu duvar üstünde ki bir taşın altına koydu, gerisin geriye koşarak eve girdi. Derin bir nefes aldı, camdan bakındı anası yoktu. Heyecandan ayakta duramadı, başını ellerinin arasına aldı, oturdu kanepeye. Mustafa görmüştü mektup koyduğunu, inşallah bir terslik olmadan alır oradan, diye dua etti.

Bu böyle sürmeyecekti ve Mustafa doğru olan kararı verdi. Annesini ve eşiyle beraber Ülbiye komşusunu Pakize’nin evine tekrar gönderdi. O güzel günde, iki aile, nişan kararı ile işi mutluluğa bağladılar. Pakize’nin babası bilmese bile annesi etkili oldu. Kızının durumu Safiye’yi telaşa sokuyordu. Babaya fark ettirmeden karara yardımcı oldu. Pakize’nin elinden kahvelerini içtiler, lokumlarını yediler.  Hayırlı olsun dediler. Pakize’nin al yanaklarında ve yeşil hareli gözlerinde heyecan sonsuzdu. Beyaz oyalı pembe parlantası (eşarbı) daha da güzelleştiriyordu.

İki aile nişan hazırlığını bitirdiler ve nişan günü, tüm tanıdıkları, köylüler yanlarındaydı. Mustafa Pakize’nin karşısına  bir sürprizle çıktı. İncecik bir bıyık vardı dudağının üzerinde. Pakize onu öyle görünce baka kaldı yüzüne. Neşeyle gülümsedi. Bu kadar yakından ilk defa görmüştü, ne kadar yakışıklı idi. Siyah pantolonun üzerinde beyaz gömleği ve beyaz teninde siyah bıyıklarıyla sanki daha büyümüştü. Siyah şapkası kıyafetini tamamlamıştı.  Pakize yakışıklı sevgilisine  neredeyse  tekrar aşık oldu.” Kimseden çekinmese de kollarını açabilseydi Mustafa’sına.

Balkanların, hayat dolu köyünde, hayat dolu insanlarında, keşke huzur bozulmasa idi. Savaş yakışır mıydı bu köye. Bu canların suçu mu vardı. Savaşın ateşi büyüdü, kıvılcımlar sıçradıkça alevler sarmaya başladı. Geçtiği yeri yaktı kavurdu. Kötü bir haber geldi köye. Gençleri ve yaşlı olmayan erkekleri  toplayıp askere götüreceklerdi.  Evet topladılar ama ellerine silah vermediler. Onları aslında Yunanlar ve İngilizler birlikteki  kararlarıyla esir kamplarına götüreceklerdi.  “Yarın gün doğmadan yola çıkacaklarmış.”

Safiye, kocası giderse ne yapardı. Pakize ise hem babasını hem Mustafa’sını mı kaybedecekti. Giderlerse ne zaman geleceklerdi. Ağıtlar başladı tüm evlerde. Akşam oldu, baba sarıldı hepsine tek tek, kokladı, yattı, uyumaya çalıştı.  Küçük Lâtif  babasının yatağına girdi sarıldı babacığının boynuna, beraber yatmak istedi. Safiye kocasının kulağına fısıldadı,”uyusun alırım sonra.” Safiye çocuklarına belli etmese de gözleri yaşlıydı. Babası yatınca, Pakize anasını çekti yavaşça diğer odaya, oturdu dizinin dibine, tuttu iki eliyle anasının ellerini;

“Anam, canım anam, bana izin ver bu gece Mustafa’yı göreyim.”

“Aman kızım, bana deme böyle şeyler, sus gözünü seveyim. Bu sıkıntıda olacak şey mi bu dediğin.”

“Anam, sen beni bahçede bekle için rahat etsin,  göreyim, güle güle diyeyim, bu yeter bana. Sonra kim bilir ne zaman göreceğim.”

“Kızım sen ne dediğini biliyor musun, ben seni elimle götüreceğim, görüştüreceğim, sen nasıl korkmaz bir kızsın.”

“Ana, o benim nişanlım değil mi be anam, niçin görmeyeyim güle güle demeyeyim. Allah korusun başına bir şey gelse, içimde kor olacak, sen de üzülürsün kızına. Hadi anacım tut elimden, götür beni duvara kadar. Görmez kimseler. Zaten herkes dışarı çıkmaya korkuyor. Kırma be anam gül yanaklı kızını.”

Pakize anasının ellerini tuttu kaldırdı, Safiye buruk kırık, daha fazla direnmedi. “Babanın uyumasını bekle” dedi.  Baba uyudu, Ana kız el ele, korku içinde, hafif ay ışığı alacasında, buluştukları duvara kadar yürümeye başladılar. Safiye biraz uzakta, bir ağacın  dibine oturdu. Ayakta duracak gücü kalmamıştı.

“Ben burada kalayım, bilmesin Mıstafa, çok kalma, yeter bana bu korku” dedi. Pakize duvara koştu, açık yerde  bekledi, bakındı. Kalbi çarptı, yoruldu. “Elbet gelecek, beni görmeden gitmez. gelinceye kadar bekleyeceğim” diye söylendi. Pakize geleceğinden emindi, Mustafa da pakize’nin geleceğini biliyordu ve Mustafa geldi buluştukları yere. Pakize acele cebinden çıkardığı yazmasını verdi Mustafa’sının eline; “Cebinde mendilin var mı Mısatafa” dedi. Mustafa da mendilini verdi Pakize’ye. Kucakladı Pakize’sini. Pakize titriyordu ve hıçkırıklarla ağlıyordu kollarında;

“ Biraz sonra gün doğacak, gideceksin, ne zaman gelirsin belli değil. Bırakmak istemiyorum seni.”

“Pakize ağlama o kadar elbet dönüp geleceğiz, askerlik bu, bekle beni. Soldurma yüzünü.”

“Ben şimdi eve gideceğim, sen gün doğarken gideceksin, bitti işte.   Gün doğmasın Mustafa, Gün Doğmasın, gitme…”

Mustafa  Pakize’nin göz yaşlarını sildi, iki yanağından öptü, Pakize kollarından ayrıldı, sarsıla sarsıla   bahçeye doğru yürüdü. Anasının yanına geldi, Safiye ayağa kalktı kucakladı ağlayan kızını. Pakize sarılan annesine de;  “Gün doğmasın Ana” deyip hıçkırıyordu.

Horozlar uzun uzun öttü, ezanlar okundu, Gün doğarken, insanlar camiye gitti, meydanda toplandılar…

Ve onları toplayıp götürdüler…

 (Sonu gelecek yayında)

Yorum Ekle