Gülcan Yenice ERDEM
Mustafa, her gün Pakize’nin evinin yakınına kadar gidip, oralarda dolaşır olmuştu. Daha yakına uğramaya çekiniyordu. Mustafa’yı gördüğünden beri Pakize’nin de aklı başında değildi ki. “Bir daha görsem, ama nasıl görsem” deyip düşünüyordu. Oysa dereye kadar gitse görecekti ama, Anasından nasıl izin alacaktı, bilemiyordu. Bir gün anası aldı baş örtüsünü komşuya geçti. Anası çıkar çıkmaz fırladı kapıdan, dereye doğru koştu. Bakındı, durdu, nefesini tuttu, kan beynine çıktı, “yok kimseler” deyip söylendi. Kalıp bekleyemezdi ki rastlayabilsin di. Yine döndü eve doğru yürüdü, ayakları gitmek istemiyordu. Evin kapısına yakın umutsuzca döndü geriye baktı. Mustafa uzaktan görmüştü Pakize’yi ve koşarak köprüye geldiği anda Pakize evlerinin kapısına yaklaşmıştı. dönüp baktığında gördü Mustafa’yı. Uzaktan baktılar kıpırtısız. Pakize geriye dönemedi, Mustafa biraz yürüdü, gelemedi. Pakize bahçe kapısından girdi ama eve giremedi, oturdu eşik üstüne, anası gelip de “ne düşünürsün eşik üstünde” deyinceye kadar oturdu. Mustafa her gün köprüye geldi, her gün bekledi. “Belki gelir” dedi. Bir gün dayanamadı, yürüdü Pakize’nin evinin önüne kadar ve geçti, dolaştı, üst yoldan geri dönerken, onu uzaktan gördü Pakize. Bahçe kapısını açtı, biraz bekledi, daha yakından gördü ve tekrar kapattı kapıyı. Görecek diye anasından korktu. Babasından daha çok korkardı ama o tarlalarda olurdu, rastlamazdı. Ertesi günü Mustafa’yı yine bekledi. Aynı saatte Mustafa yine geçti . Pakize kuyu başında oyalanıp duruyorken bakıştılar ve Mustafa duvardan bahçeye katlanmış küçük bir kağıt atıverdi. Pakize, telaşlandı, korktu, koşarak kâğıdı aldı, sıkıştırdı göğsünün üzerine. Bakındı, Allahtan anası yoktu etrafta. Eve girdi, odasının kapısını kapattı, küçük mektubu acele okudu; “Gece karanlık olunca, bahçenizin arkasında ki duvarın yıkık köşesinde bekleyeceğim.” Pakize katladı mektubu, dolabında çamaşırlarının arasına sakladı. Pakize’nin yüreği hiç böyle sıkışmamıştı. Nefesi düğümlenmemişti. Ateşler bastı, bahçeye çıktı, kuyudan su çekti, yüzünü defalarca soğuk su ile yıkadı, ateşi sönmedi. Dönüp baktığında anasını kapıda ona bakarken gördü. Şaşırdı, çünkü anası ondan su istemişti ama o unutmuştu, kaptı eline kovayı, suyunu doldurdu, götürdü. Akşam oldu, gece karanlık oldu, Pakize çıkabildi mi evden. Çıkamadı, korktu, telaşlandı, cesaret edemedi ve sabaha kadar uyumadı. Ertesi günü bekledi, Mustafa geçmedi. Mustafa, her gün gelemedi, Pakize’nin komşularının dikkatini çekmek istemiyordu, çok çabuk dedikodu olacaktı. Pakize her gün bekledi. Mustafa, yine bir gün geçti kapının önünden, yine bir mektup düştü bahçeye; “Pakize’m sevdama karşı gelemedim, korkma, gel bahçenin arkasına.” Pakize aynı heyecana düştü. Akşamı bekledi, gece karanlığı bekledi, yatağından yavaşça kalktı. Kardeşi ile aynı odada yatıyorlardı, onu uyandırmadan, sessizce elbisesini geçirdi üzerine, nefes almadan çıktı kapıdan, dolandı evin arkasına. Çok korktu, ama bulacaktı Mustafa’yı. Duvarın yıkık köşesine kadar yürüdü, köşeye geldi, bakındı. Karanlıktı, fakat Mustafa gördü atladı duvarın iç tarafına. Mustafa sardı kollarına sevgilisini. Pakize yabancılamadı, o da girdi Mustafa’nın kollarının arasına, göğsüne saklandı heyecanla. Sesi çıkmıyordu, gücü kalmamıştı. Mustafa sevgilisini hasretle öptü, kokladı, sarmaladı sıkı sıkı. Pakize’nin heyecanı ve telaşı birbirine karıştı. Sadece; “Bırak gideyim, korkuyorum” dedi. Mustafa bırakmak istemediyse de, Pakize diretti; “Gönder Ananı istet .” “Göndereceğim, bekle Pakize’m.” Dedi, tekrar öptü ve bıraktı. Pakize telaşla koşarcasına eve geldi, kapıdan süzülerek yatağına ulaştı, elbisesi ile acele yatağa girdi. Kardeşi kıpırdandı, başını kaldırdı ama bir şey anlamadı, tekrar yattı. Pakize gözlerini kapattı, göz kapakları batıyormuş gibi geldi. Terledi biraz, elbisesini çıkardı, tekrar yattı. Sabaha yakın zor uyudu. Gündüz kalktığında, huzursuzdu. Ne güzel keyifli günler yaşarken tadı kaçmıştı. Mustafa vardı, Mustafa’nın nefesi vardı. Ve birkaç gün içinde Ülbiye, Pakize’nin anası Safiye’ye kahve içmeye geldi. Pakize Ülbiye’yi görünce bir telaş başladı. Pakize kahvelerini pişirinceye kadar, Ülbiye lafı açtı, fısıldadı Safiye’ye; “Safiye mari, sana bir haber getirdim. Hani benim bir komşum var Asme, sana gelecek. Oğlu askerden geldi ya, ister kızını görsün. Kocası yok bilirsin. Bir tek evlatcağızı var, uygun görürseniz adını koyarsınız. Ne dersin? Haber bekler.” “Ülbiye bir kızı bin kişi ister, biri alır derler. Ne deyim gelsin. Babasının pek gönlü yok, küçük diyor.” “Safiye küçük de deseniz, köy yerinde yaşı on beşine gelmiş kızın varsa isteyeni çok olur. Asme kalabalık değil, rahat eder kızın.” “Buyursun gelsin bakalım içsin kahvemizi.” Fazla vakit geçirmeden, Ülbiye ile Asme, Safiye’ye misafir oldular. Konuşuldu, görüşüldü, Pakize’nin annesi, kocasına danışmak için gün istedi. Üç kadın karşılıklı kendi aralarında uygun görmüşlerdi. Sıcacık duygularla ayrıldılar. Pakize’nin anası çok mutlu görünüyordu. Akşam olunca eve gelen kocasına açtı konuyu. Pakize kuyu başında bulaşık kapları yıkarken duyamadı konuşulanları. “Hanım bilirim bu kız büyüdü, isteyenler olacak. Acele kararla olmaz bu işler. İsteyenleri tanırız, biliriz ama olur demek de o kadar kolay değil. Bekleyelim bakalım, düşünmeden olmaz. Sokağa da fazla salma bu kızı. Bu günlerde köyde dolaşan iyi olmayan haberler var. Osmanlı savaşı kaybetmiş, Yunan askerleri Türklere rahat vermiyormuş. Buralarda görmedik ama başka köylerden haber duyduk, Yunan çeteleri evlere baskın yapıyorlar, cana, mala zarar veriyorlarmış. Herkes tedirgin, ortalık yatışsın biraz.” Çocuklara belli etmediler ama ikisi de rahatsız oldular, tatları kaçtı.” Allah korusun, kötülüklerden uzak tutsun bizi” diye Safiye dualar okudu. Her gün bu tatsız haberler köyde genişleyerek yayılıyordu ve komşular arasında sürekli konuşulur oldu. Birkaç gün içinde Asme bir çocukla haber saldı Safiye’ye. Görüşmeye gelmek istiyordu. Kabul edildi, “buyursun gelsin” dendi. O günün akşamı, Pakize’nin babası erken geldi tarladan. Üstünü başını temiz giyindi, bekledi. Asme, komşusu Ülbiye ve Ülbiye’nin kocası beraber geldiler. Hoş geldiniz den ve hal hatırlar sorulduktan sonra, Kahveler içilirken, Pakize isteniverdi Mustafa’ya. Pakize diğer odada kardeşiyle ayrı oturdu, öyle söylendi ona. “Gezme fazla ortalarda” dendi. Pakize’nin merakını heyecanını kimse anlayamadı. Mustafa sözünde durdu, istetti ama evden ne karar çıkacaktı. Pakize’nin babası, söz veremedi. “Sağ olasınız, geldiniz, sizler saydığım kişilersiniz ama, aceleye gelmez böyle şeyler. Düşünelim. Bilirsiniz dolaşan bir de uğursuz haberler var, ortalık biraz durulsun” dedi. “Hayırlı haberinizi bekleriz” diyerek gitmek için kalktılar. Misafirler giderken, usulüne göre Pakize de el öptü, ailesiyle beraber uğurladı. Pakize’nin yanakları iyice kızarmış, anasının gözlerinin içine bakıyordu. Babası erkenden yattı, Anası Pakize’nin odasına geldi. Ana kız yer yatağının kıyısına oturdu, kızının sırma saçlarını okşadı, kucakladı, sevdi; “Büyüdün be evlâdım, istemeye geldiler. Sen ne vakıt büyüdün de çıkacaksın bu kapıdan” derken burnunu çekti yavaşça. Oysa Pakize meraktan ölmek üzere, heyecanını bastırmaya çalışıyordu. “Ana mari ne dediniz, desen de ben de bileyim.” “Ailesi kalabalık değil, bir sen bir de kaynana, karışanın olmaz, görüşenin olmaz. Asme’yi iyi bilirim. Mıstafa’yı da soruşturdum. Eh düşünmeden olmaz be kızım. Hayırlısı bakalım.” Pakize anasından cesaret aldı; “Ana ben Mıstafa’yı gördüm” Deyiverdi. “Mari nerede gördün sen Mustafa’yı. ”Ülbiye Aba’ya makası almaya gönderdin ya, o gün gördüm. Komşularmış.” “Aaa, desene kaç gündür şaşkın, alık gibi dolaşırsın. Bana bak açmayasın başına bir iş, dedikodu çıkarsa, babandan önce ben kırarım ayaklarını.” Dedi, kalktı çıktı odadan. Pakize, gülümsedi arkasından. Bilse görüştüğünü, sevdalısı ile kucaklaştığını, koklaştığını, tam kırardı ayaklarını. Gülümsemekten vazgeçti bir anda korku bürüdü içini, eliyle sert tahtaya vurdu üç kere. Kardeşi kendinden daha küçüktü ve her şeyi fark etmiyordu. Onun en büyük isteği sokakta babası ile beraber yaptıkları tekerlekli küçük arabasını koşturmaktı. Her şeyi ile ablası ilgilendiği için ondan da pek ayrılmazdı. Babası ile bir gün tarlaya gitmişti de mısır ekmişti. Şimdi en çok sevdiği şey tarlaya gitmek ve mısır ekmek olmuştu. Pakize durumunu anasına anlattıktan sonra içi daha rahat olmuştu. Her gün Mustafa’nın geçiş saatini bekliyordu. Mustafa geçiyordu ama Pakize’nin anası yanında olursa, görünmeden gidiyordu. Yine bir gün küçük mektup düştü bahçeye. “Akşam arka duvarda bekleyeceğim Pakize’m.” Akşam oldu, gece oldu, Pakize uygun anda yatağından sıyrıldı yavaşça. Elbisesini de çıkarmadan yatmıştı. Kapıdan çıktı, nefes almadan yürüdü gitti evin arkasına. Kucaklaştılar sevda ile, koklaştılar. Daha yakınlık duydular, ne de olsa istenmişti artık. Fısıldaştılar, konuştular, ama Pakize yine ürkek yine korkak, kurtuldu Mustafa’nın elinden, koştu eve. Odasının kapısından girdi, kapattı kapıyı. Nasıl olduysa anası duydu kapı sesini, kalktı, kapı aralığına çıktı, kapıya baktı, bahçeye doğru çıktı, sağa bakındı, sola bakındı. Bir şey göremedi ama sıkıntı doğdu içine. Döndü geldi çocukların odasına girdi, pek bir şey anlayamadı. “Sabah ola hayır ola” dedi ve gitti, yorgun uyuyan kocasının sıcacık yatağına girdi. Baba, küçük oğlu Lâtif’i’ yanına aldı, bahçelere doğru gittiler. Akşama gelirlerdi. Safiye baktı arkalarından; “baba oğul nasıl da konuşarak keyifle önlerinde eşekleri, yürüyüp gidiyorlardı.” Lâtif babasının büyük desteğiydi. Pakize evin dağınıklığını toparlamakla meşguldü. Safiye ayakta kızını biraz seyretti. Vardı bir tuhaflık kızında ama nasıl öğrenecekti. Pakize ise bir yandan Mustafa’nın geçeceği vakti bekliyordu. Anasının gözü üstünde olduğunu bilmiyordu. Her gün ev işi, ekmek yapmalar, bahçe işleri, hayvan bakımı, hepsi sıraya giriyordu. Arta kalan zamanda ana kız dantelini, işlemesini ellerine alıyorlardı. Öyle ya, kızı büyümüştü, çeyiz lazım. Kimi zaman komşularla bir araya gelir sohbetlerle, işleri ellerinde, eşsiz güzellikte sanat üretiyorlardı. Sanırsınız yarıştalar. Çeyiz eksiksiz olmalı. Öğlen sıraları Pakize bahçede, kuyu başında, iş yapıyor görünümünde, gözü kapı tarafındaydı. Mustafa geçti ama, sevdalısından yana bakamadı. Safiye ana Mustafa’yı gördü ve anında, Pakize’ye döndü; “Pakize, gel otur bakalım sen şu taşın üstüne, konuşacağım seninle.” Safiye Ana çekti kızını kolundan oturttu kuyu başına bir taşın üzerine, hiddetle bağırdı; “De bakayım bana, ne geçip duru bu çocuk buradan. Gözün kapıda, bacada” der demez, Pakize tutuldu kaldı. Baktı anasının gözlerinin içine, cevap veremedi; “De bakayım bana, sen dün gece bahçeye mi çıktın. Görüştünüz öyle mi?” derken yumruğu ile kızının başına vurur gibi birkaç defa, sertçe dokundu, “bu aklını başına topla, düşün bakayım ne yaptın sen. Korkmadın mı, duyan olacak da rezil olacaksın, bizi de utandıracaksın. Babanın sessiz olduğunu bilirsin ama kızarsa başka bir adam olur bilmez misin. Duyarsa saçların elinde kalır. Bu kapıdan dışarıya da çıkamazsın. Kızım Pakize’m, sana ikimizde kıyamayız, gözümüzün nurusun sen, ama yaptığın olacak bir iş değil. Te geldi istediler, sesini çıkarma, bekle. Kısmetse olur usulü ile.” Pakize cevap veremedi, sadece anasının gözlerinin içine bakıyordu. Ateşler bastı her yanını. Sonra başını eğdi, öylece kaldı. Anası bıraktı kuyu başında, evin kapısından döndü yola doğru göz attı, “kalk eve gir” diye bağırdı. Anasının arkasından eve girdi çaresiz.
|