Cafer Çakraz
Ömrünün uzunca süresini meczub vaziyette, üstü başı perişan, saç sakal birbirine girmiş, sıcakta, soğukta elinde bir çuval ile, dağ, bayır, tarla tapan dolaşarak geçirdi. Hayatı boyunca hiç evlenmedi.
Hiç kimseye en ufak zararı dokunmadı. Hiç kimsenin de ona zararı dokunmadı. “Ömer Ağa nasılsın diye hal hatır sorulduğunda” “zaman zaman eyuyuk” derdi. Rahmetli ablası Ayşe teyze vefat edinceye kadar temel ihtiyacını o, onun vefatından sonra, yeğeni elinden geldiğince ihtiyacını karşıladı.
Allah var, köylülerimizden de hiç kimse, ekmeğini, aşını, giyeceğini, yiyeceğini ondan esirgemedi, elinden geldiğince sevap işlemenin verdiği huzurla yardım etmeye çalıştı. Ömer Ağa’nın temel ihtiyacı olan karnını doyurma, giyecek elbise dışında pek ihtiyacı olmadı zaten. Köyde fırının önünden geçerken ekmek pişirenler, dastardan iki ekmek alıp eline uzatınca almıyorum demezdi. Ancak köyde evlerin önünden geçerken, yiyecek, giyecek teklif edildiğinde bazen aldı, bazen de, belki de o an ihtiyacı olmadığından almadığı oluyordu.
Bazen evinde, genelde elinde taşıdığı çuvalda, karnını doyuracak kadar yiyeceği her zaman oldu. Ömrünün son 3 – 4 senesinde, felç geçirdiği için yatağa düştü, hastalığı süresince iyi bakılmasına rağmen belki de alışkın olduğu doğadan, evi gibi gördüğü bük diplerinden uzak kalmak, oralara alıştığı hayatı özletti mi bilemeyiz. Hastalandığı süreçte sağlığı el vermediği için evden dışarı çıkamadı. Evde kaldı yeğeni bakımını üstlendi. Hastalığı süresince gerek duyulduğunda, köylümüz de yine elinden gelen maddi manevi desteği ihmal etmedi.
Köyde, bir sembol gibiydi Ömer ağa, kimseye en ufak zararı dokunmadan, ebedî âleme göçtü yalan dünyadan, dünya sürgününü tamamladı. Karlı bir günde ebedî istirahatgahına yolcu ettik.
Dileğimiz ve inancımız odur ki, çektikleri, yaşadıkları, günahlarına kefaret olsun. Büyük, küçük herkes ona Ömer ağa diye hitap ederdi. O hepimizin Ömer Ağası idi. Ruhun şad olsun Ömer Ağa…