Amasya İtimat

ÖĞRETMENLERİME…

Ben senin meselen olabildim mi

Sualimden ben mesulüm çocuğum

Ben senin mektebin olabildim mi

Kitabından ben mesulüm çocuğum

Ben senin sevabın olabildim mi

Günahından ben mesulüm çocuğum.

Zeki Ömer Defne

Sevgili Öğretmenim.

Bu yazacaklarım yıllar sonrasından geçmişteki size hitap ediyor. Biraz geç kalmış bir mektup ama ilerleyen satırlarla birlikte beni anlayacağınızı umuyorum.

Babam elimden tutup kayıt olmak için okula götürdüğünde beni size emanet ederken ‘Eti sizin kemiği benim’ derken siz öğretmenlere olan güveni ve değeri belirtiyordu.

Okul sıralarında yaramazlıklarımızın cetvel ya da kızılcık sopasıyla cezalandırılması ve akşam eve ‘Öğretmenim beni dövdü’ şikayetimiz ‘Kim bilir ne halt ettiniz de dayak yediniz’ şeklinde değerlendirilir, çocuk gönlümüzü almak için ‘Öğretmenin vurduğu yerde gül biter’ cümlesiyle acımız tatlıya bağlanırdı. ‘Dayak cennetten çıkmadır’ sözüyle de dayağa ayrı bir misyon yüklenerek öğretmenin öğrencisine olan dayak faslının kerametine açıklık getirilmiş olunurdu.

Fatih Sultan Mehmet Han’ın, hocası Akşemseddin’e yaptığı yaramazlıklar nedeniyle babası II. Murat la olan hikayesinde öğretmenlerin padişah da olsa, onların çocuklarının ayrıcalığı olmadığını, öğretmenin padişahı bile azarlaya bildiğini, koskoca padişahın çocuğunun terbiyesi için tokat yemeye göze alışını anlatan anektotları bizler sizlerden dinlemiştik.

Hz. Ali’nin bilinen çok değerli bir sözü vardır; ‘Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesiyim’. Toplumumuzda yer eden köklü bir inanış öğreticiye, yetiştiriciye köle olmak… Halbuki bugün öğretmene o gözle bakılmıyor.

Aşk haline getirdiğiniz bu aziz ve kutsal mesleğe doyamadığınızı anlatırdınız. Yahya Kemal’in ‘Şayet hayata tekrar gelmek mukadder olursa gene öğretmenliği tercih ederdim’ dediğini Sokrat’ın ‘Öğretmenlik tanrı sanatıdır’ dediğini sizler söylüyordunuz. Hatta hiç unutmuyorum birde Anekdot anlatmıştınız;

‘Güzel sanatlar erbabından beş kişi oturmuş kendi sanatlarını övüyorlarmış. Her biri kendi sanatını göklere çıkartırken geride ak saçlı bir ihtiyar değneğe dayanmış onları dinliyormuş. ‘Sen ne yaparsın’ diye ihtiyara sormuşlar; ‘Ben muallimim, dünyanın en çetin mesleğiyle uğraşırım. Ele avuca sığmayan insan beyniyle uğraşmanın ne demek olduğunu bilir misiniz’ dedikten sonra acı bir itirafta bulunmuş ak saçlı muallim: ‘Sizin eseriniz sizi ebedileştirirken ne yazık ki benim eserim önce beni inkar eder.’

Sevgili Öğretmenlerim

Küçük dokunuşunuzu, sıcak gülümsemenizi bize çok görürdünüz. Kurtuluşumuzun müjdesi olan zil çaldığında bizler sevinçle okulun bahçesine koşarken sizler o soğuk ve bir o kadar da bize yasak olan öğretmenler odasına giderdiniz.

Sevgili öğretmenlerim size geçmişten bir mektup yazdım lakin artık ben de büyüdüm. Evet şimdi ben de bir öğretmenim. Fakat sizler gibi değilim. Beni kendinize benzetemediniz. Teneffüslerde öğretmen odası mekanım değil, bahçede dolaşmak, çocuklarımın arasında olmak mutlu ediyor beni. Küçük bir dokunuşun çocuk yüreğindeki yerini biliyorum, basit bir gülümsemenin nice anlamları içerisinde barındırdığını da…

Hayatını öğretmenliğe vakfetmiş Muallim Cevdet Bey’in öğretmenlik mesleğinin ilkelerini anlattığı eğitim tarihimize düşülmüş kıymetli bir dipnot olan ‘Adab-ı Muallimin’ adlı Osmanlıca yazılmış risalesinden feyzler aldık’;

‘Bir muallimin kusur ve kayıtsızlığı bir cahil tabibin baktığı hastaya ilaç yerine zehir verdiği gibi, kendisine emanet edilen bi- günah çocukların manen helakına sebep olur. Hocalar için yalnız malümat kafi değildir. Bunların hüsn-i ahlak sahibi olmaları dahi lazımdır. Zira talebenin edep ve terbiyesinden mesul olan hocalardır.

Ahlak bahsine gelince bunun dahi kaynağı bir çocuk için mektep olduğundan bu hususta bir peder her ne kadar gevşeklik dahi etse, hoca daim güzel nasihatler icra ederek çocuğu ıslah edebilir. Hocanın çocuk indinde tesiri mutlaka veliden fazladır. Çünkü çocuk hocanın tembih ve nasihatini anne ve babasından daha çok tutar.”

Evet sevgili öğretmenlerim eskiden öğretmenler bilhassa emekli öğretmenler baş köşelere oturtulurdu. İlk önce söz onlara verilirdi. Ama günümüzde artık bunlara pek rağbet edilmiyor. Ne hazindir ki bugün bir öğretmenin öğrencisine küçük bir dokunuşu, gülümsemesi farklı yorumlanır hale gelmiştir. Öğretmenin vurduğu yerde artık gül  değil polis ve adliye ye sevk celbi bitmektedir.

Elbette her meslek grubunda olabileceği gibi bu şerefli meslek içinde de na-şerefler olabilir. Şeref yoksunları meslekte barındırılmamalıdır. Ancak olaylar ince elenip sık dokunarak kimsenin onuruyla oynanmamalıdır.

Yüce yaratandan hevanın (Boş hevesler) her kötülüğün davetçisi olan nev-ini bizden uzak tutarak yardım elini üzerimizden çekmemesini, aklımızı doğru yolda iyilik güzellikler üzerine kullandırmasını niyaz ediyoruz.

Allah hepimizi yakışan, yakıştırılan iftiralardan korusun.

Yorum Ekle