İTHAL DAMAT APO’NUN “DÖNER KEBAP SHOW”U
Yalçın Baykul – 16.12.2024
,,Gülümsüyorum, öyleyse varım!
Pompacı Apo
“1977 yılında ithal damat olarak Almanya’ya geldim. Frankfurt yakınlarında bir yere. Daha geldiğimin üçüncü gününde hanıma dedim ki, Ben çalışmak istiyorum! demek Almanca nasıl söylenir? O da İh möhte arbaytın! dedi. Ben de duyduğumu Türkçe olarak aynen kağıdın üzerine yazdım ve bisiklete atlayıp en yakın benzin istasyonuna gidip, Ich möchte arbeiten! dedim. Benzincinin sahibesi el hareketleriyle güneşi doğuruyor, parmaklarıyla yediyi gösteriyor, sonra güneşi batırıyor filan… Anlattıklarının tek kelimesini anlamıyorum.Bir dakika! deyip, yakınlardaki bildiğim bir Türk kahvehanesine koştum hemen, Arkadaşlar, bana çok acil Almanca bilen biri lazım! Galiba bir iş buldum! Neyse oradan apar topar çıkardığım bir vatandaşın yardımı ile işe alındım. Abi dedi o arkadaş Sabah yedi akşam beş! İşim araba yıkamak ve arada sırada da benzin, mazot pompalamaktan ibaretti. O gün işe başladım ve akşam üzeri elli Mark cepte idi. Kaiser adlı markete girip iki çanta dolusu alışveriş yaptığımda dünyanın en mutlu insanıydım. Aile reisi olarak ev ekonomisine bir katkım olacaktı sonuçta…”
Berlin’in renkli simalarından Abdullah Eryılmaz, böyle anlatıyor Almanya’daki ilk günlerini. Berlin’in soğuk savaş dönemlerinde şehri ziyarete gelenlere teknoloji harikası olarak gösterdikleri, bir kaç yıl önce kapatılıp, göçmen sığınma merkezine dönüştürülen Tegel Havaalanı yakınlarında bahçe içi bir kulübedeyiz. Kulübe Apo’ya Bernhardt adlı eski bir Alman dostundan miras kalmış. Konuklar arasında duayen gazeteci Ali Yıldırım ve eşi Hülya Hanım, efsane sendikacı Doro Zinke ve muhasebeci ve vergi danışmanı Manfred de var… Küçük çaplı bir mangal partisi, Anadolu usulü bir tarhana çorbası ve kırmızı şarapla başlıyor. Bahçede çiçekler arasında domates, acı biber ve salatalıklar tüm baştan çıkarıcılıklarıyla gözümüzün içine bakıyor… Sohbetimiz sık sık kahkalarla kesilse de, kaldığı yerden sürüyor yine. Kahkahalarımız, koloni denilen, bir zamanların Alman emekçi sınıfının hobi bahçeleri olarak bilinen son derece sessiz ve sakin küçük bahçe sevdalıları mahallesinde yankılanıyor.
Apo, mangal başında bir yandan cızbız yaparken, bir yandan da gülümseyerek anlatmayı sürdürüyor. Ali Abi, hiç bir kelimesini kaçırmadan video kaydına geçiyor…
Tırcı Apo
“O gün bugündür Almanya’dayım. Ford’ta çalıştım daha sonra, oradaki makine buharlarından bronşit olunca, Avrupa çapında tır şoförlüğü yapmaya başladım. Tehlikeli madde nakliyatçılığı yapıyorduk ve maaşım da tehlike primleri sayesinde gayet iyiydi. Daha sonra da Berlin’e geldim. Burada tırcılığı bırakıp kendime bir birahane açtım. Almanya’da birahane işletmek psikologluk gibi bir şeydir, herkesin derdini dinlersin, ama kimseye söyleyemezsin, tüm dertler sende kalır. Bir ara düşündüm ki bir eksiklik vardı bu işte, buraya bir Anadolu esintisi katmak gerekti, gittim bir dansözle anlaştım. Lokalimizde akşamları dansöz oynatmaya başladık, lokalimiz iğne atsan yere düşmeyecek denli dolup taşmaya başladı.” İşin ilginç yanı Apo, dansözü İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun sanatsal etkinlikler bölümünden talep etmişti. Gönderilen dansöz de erkeklerin aklını alan cinsten, Alman bir oryantalist kadındı. Her programda kapalı gişe çalışıyorlar, içeri giremeyenler dışarda olay filan çıkartıyorlardı.
Stand upçı Apo
Sürekli bir değişim ve savruluşlar içinde geçen hayat, Apo’nun Berlin’de bir kitapçı dükkanı çalıştırdığı günlerde Merhaba dergisinde çıkan bir ilanı görmesiyle çok farklı bir yöne doğru evriliyor. Gördüğü ilanda Tiyatro meraklıları aranıyor! yazıyormuş. Dersleri de Çetin İpekkaya ve Barış Eren veriyormuş. Ancak bilgi almak için telefon ettiği Tiyatrom’da kendisine seçmeler olduğu ve bir gösteri hazırlayıp da gelmesi gerektiği söyleniyor. “Hemen beş dakikalık bir oyun kaleme aldım. Bir imamla tanrı arasında bir diyalogdu. İmam, tanrının huzurunda kendi işine son veriyordu. İmamı bizzat ben oynuyordum, sırtımda imam kaftanı, başımda takke, elimde Kur’an. Oynadım ve beklemeye koyuldum. Günlerce hiç ses çıkmadı, sonra kazandığım haberi geldi. Dediler ki yaklaşık sekiz ay boyunca Çetin İpekkaya’dan ders alacaksın. Onun sayesinde gülerken ağlamayı, ağlarken gülmeyi kısacası sahne hayatını öğrenmeye başladık. Böylece tiyatroya adımımı atmış oldum. Hatta bir sonraki proje olan Kürk Mantolu Madonna’da baba rolünü bana verdiler. Ondan sonra bir baktım bende iş var. 2002 yılında dedim ki, rahmetli Levent Kırca’nın Olacak O Kadar’ının Almanca versiyonunu yapayım burada ve adını da Döner Kebap Show koyayım. Yaptım ve Tiyatrom’u ben de tıklım tıklım doldurdum. Tabii arada müzik de vardı. Hatta Spandau’da bir kilisede de oynadım ve bu kez tanrı huzurunda işine son veren imam değil rahip oluyordu. Kilisenin asıl rahibi de gösterimi izleyenler arasındaydı ve hem kitabımı hem CD’mi satın almaya geldiğinde bana dedi ki Yahu ben aslında ateistim, bu kilisede ekmek parası için çalışıyorum!”
Sinema dünyasında epey emeği geçmiş olan amcası üzerine Dayım ve Arkadaşı diye bir de kitap çıkaran Apo’nun iş çeşitlemelerine bir de kitapçılık eklenmiş bir anda. “Ticaret Lisesi’ni daha yeni bitirmiştim. Berlin’de 30 bin Türk’ün yaşadığı Neukölln semtinde bir muhasebeci bürosu açtım, defter tutturmak isteyen Türk işletmecilere ulaşabilirim umuduyla. Baktım ne gelen var ne giden. Kiramı bile çıkaramayacak durumdayım. Söz verenler, randevu yapanlar bile gelmiyordu. Hemen işi kitapçılığa çevirdim. Uygar Kitabevi diye bir kitapçı açtım. Fakat sonra bir baktım ki bizim millet fena halde okuma tembeli. Bunun üzerine kitapevini Almanca kitaplarla doldurdum. Genellikle bizim yazar ve şairlerimizin Almanca çevirileriyle. Nazım’ın, Yaşar Kemal’in, Aziz Nesin’in, Orhan Pamuk‘un kitaplarıyla. O arada mütahitlik yapan Hatice Hanım diye bir arkadaşımız gelip gidiyordu dükkana. O, Yahu Apo Bey, sizin kaleminiz çok güçlü. Elinizde bir çok olanaklar da var. Şiir yazıyorsunuz, mizah yazıyorsunuz, öykü yazıyorsunuz; toplayın hepsini bir araya ve çıkarıverin bir kitap! İşte onun telkinleriyle kitap yazmaya karar verdim ve Dayım ve Arkadaşı kitabı tesadüfen böylelikle gerçekleşti.
Bu, ilk ve son kitabı olmuş Apo Bey’in. Ardından stand up yapmaya ve Almanca şarkılar yazıp söylemeye ağırlık vermiş. “Benim güldürülerim hep kara mizahtı, hep politikti!” diye de ekliyor Apo. “Kimseyi gıdıklayıp güldürmeyi amaç edinmedim; hep düşündürerek güldürmeyi daha çok önemsedim!” diyor, hayata hep gülümseyerek bakan, doğuştan komedyen Apo.
Apo’nun en meşhur hikayelerinden biri de Johnny Depp ile başından geçenler. Onu bir kez daha anlatmasını istiyoruz, tarihe düşülen bir kayıt olması için. Türkçe olarak her anlattığı öykü Alman dostlarımız sendikacı Doro ile muhasebeci Manfred o kadar çok dinlemişler ki, zırt pırt araya girip, Şimdi Alman dansözü anlatıyorsun, şimdi kitapçıyı, şimdi rahibi, şimdi Johnny Depp’i, değil mi? diyor ve en baştan kahkahayı patlatıveriyorlar.
Apo, şarabından bir yudum alıp anlatmaya koyuluyor:
“Berlin’deki taksiciler camiasını ikiye ayırabiliriz: Birincisi dürüst taksiciler, ikincisi hazreti dangalaklar! Bunlar, sorsan hepsi namazında niyazında inançlı kişilerdir, ama ne yapar ederler, A’dan B’ye gidecek müşteriyi C, D, F ve ille de yumuşak G noktalarından da dolaştırırlar, sırf taksimetrede fazla yazsın diye. Bizlerse hep en kısa yolu seçeriz her zaman. Her neyse. Berlin’deki ünlü Gendarmenmarkt mevkiinde çok zenginlerin müdavimi olduğu bir restaurantın önünde müşteri bekliyorum bir akşam. Bir baktım Johnny Depp, yanında iki kadınla taksiye biniverdi. Bizi bir dönerciye götür! dediler. Ben de elimde olmadan bir kahkaha patlattım. Johnny Depp, yanındaki kadınlara Bu adam niye gülüyor böyle? diye sordu. Onlara bırakmadan karşılığını ben verdim: Yahu dedim, şehrin en pahalı lokantasından çıkıyorsunuz ve dönerciye gitmek istiyorsunuz! Buna gülmeyeyim de ne yapayım? O da gülmeye başladı. Yanındaki kadınlara dedi ki Bu beyefendi bizi iyi bir dönerciye götürsün, ama o da bizimle bir döner yesin, içsin ve taksimetresi de açık kalsın. Hemen gaza bastım bizim Turmstrasse’deki Ali’nin yerine götürdüm onları. İçeride bir sürü Alman da var. Hemen tanıdılar Hoolywood yıldızını ve Vay Johnny Depp Mepp! demeye başladılar. Her neyse dönerlerimiz geldi ve Johnny, değme Urfalıya taş çıkartır cinsten yarım avuç dolusu acı biberi dönerin içine boca etti ve ağzını suyu akarak hapur hupur yemeğe başladı. Sonra Bizi taksiye bindiğimiz yerdeki hotelimize geri götürüver! dedi.
Bu arada ben taksicilik yaparken geleneksel olarak ilgilenenlere hep kitabımı ve CD’mi de pazarlamaya çalışıyorum. Yanındaki çevirmen kadınlara durumu anlattım, hemen bir kitap ve bir CD satın aldılar. Johnny Depp, kitaba bir göz attı ve dedi ki: Yahu aslında ben de Yılmaz Güney gibi olmak isterdim. O benim favorilerimden biriydi, öyle bir sanatçı olmak isterdim. Sağ olsun bu son depremde İstanbul’a bir rock grubu ile gelip gitar çaldı ve tüm hasılatı depremzedelere gönderdiler. Eli öpülecek bir adamdır kısacası. Ne diyeyim? Ben Berlin’de taksi şöförüyken çok mutluydum be. Bütün dünya benim taksinin içindeydi.”
Bu arada söyleşimizi ilgiyle dinleyen Doro ile nasıl tanıştığını soruyorum. “Ohoooo, 80’li yıllardan beri tanırım kendisini. Kamu İşçileri Sendikası’ndan. Yıllarca haftada 35 saat eylemlerinde omuz omuza verdik, eylemler yaptık, bildiriler dağıttık vs. vs… Bu arada Doro da konuşulanları onaylayıp Apo’nun tüm sendikal mücadelelerinde, tüm gösteri ve eylemlerde Apo’nun kendisinin sağ kolu olduğunu ekliyor. Böylece Apo’nun sendikacılık alanında da bir tuzunun bulunduğunu öğrenmiş oluyoruz.
Binbir surat Apo, komşusu ve yarım yüzyıllık dostu Bernhardt’tan miras kalan bahçe içi kulübenin keyfini sürüyor. Aynı zamanda duayen gazeteci Ali Yıldırım önderliğinde kurulan Alman-Türk Gazeteciler Birliği’nin de üyesi. Öylesine enerjik, öylesine mizah yüklü ve öylesine hayat dolu ki, gelecek bir kaç yıl içinde onun arıcılık, balıkçılık, çiçekçilik, okçuluk, paraşütçülük ve ille de kara mizahçılık serüvenlerinin devamını yazabiliriz. Bu arada Alman dizi filmlerindeki rollerinden, tüm çevre eylemlerinde boy gösterdiğinden ve asbest nedeniyle yıllardır kapalı tutulan Tiyatrom üzerine düşüncelerinden ve en önemlisi sevgili Hülya Ablamızın tadı damağımızda kalan keklerinden söz etmeye fırsat bile bulamadık. Ama usta cızbızcı Apo’nun son sözleriyle sonlandıralım bu güzel ve neşeli söyleşiyi:
“Biricik tiyatromuz TİYATROM, asbest nedeniyle yıllardır kapalı tutuluyor. Artık tiyatromuz açılsın, bu konuda ne gerekiyorsa yapalım da, güzel güzel oyunlar sunalım izleyicilere! Bu şehr-i Berlin’deki en büyük eksikliğimiz en büyük özlemimiz bu! Hep birlikte, bu şehirdeki Theater 28 olmasa tümden kronikleşecek tiyatrosuzluğa ve artık çok uzayan TİYATROMsuzluğa bir son verelim!”