Müdürüm!
Öğretmenim!
Hocam!
Ağabeyim!
Şemsi Paşa’nın duasıyla uğurlamak isterim seni:
“Ya Rabbi!
Mülakatında Nureddin kulunun cürmüne kılma nazar!”
Sen de biliyordun ki benim yanımda hususi bir yerin vardı…
İlkokulda dönem sonlarında dolmakalemle öğrenci karnelerini yazardım. Bunu sen öğretmiştin. Sonra ana deftere kaydederdim. Bunu da senden öğrenmiştim. İleride bunun çok faydasını görecektim. Hatta ortaokulda ve lisede de aynı idari işlerle haşır neşir olacaktım.
Senden aldığım eğitim bana yetti.
Kafi geldi…
Bir şeyim noksandı:
Özgüvenim yarımdı hatta noksandı. Bunu aşmam zor oldu. Aştığımda uca dağların karı erimişti ama bu sefer de babam ölmüştü. Yeniden sıfırdı her şey hayatımda.
Karne yazarken verdiğin iş disiplini ömrüm boyunca cebimde oldu. Hiç zorlanmadım. Çünkü her müşküle çare üretebilme gibi bir istidata kabiliyete sahiptim sayende.
Bir gün duydum ki Taşova’da bir okula müdür tayin edilmişsin. Anneme söyledim. Çünkü böyle bir mutluluk yaşamamıştım. Galiba o günlerde köyde aynı zamanda bir nedenden ötürü de muhtardın. Hatta bizi eski öğrencilerini köy işleri için bir araya toplamıştın. Oradaki hatıramı buraya almayacağım.
Beni nerede görsen güler yüzle mütebessim karşılardın. Adımla çok güçlü hitap ederdin. Sesli harflerle sessiz harflerin ses uyumunu davudi bir hale tebdil ederdin. Çoğu zaman bir dilekçeyle değiştirmeye yeltendiğim adımın mühletini müddetini uzattın böylece.
Oysa benim babam ölmüştü!
Nice sığ adamlarla karşılaştım. Yani tam tarifle yazsam mı yazmasam mı? İki arada bir derede kalıyorum ama… Birazını yazacağım galiba! Öylelerini gördüm ki beni görünce sıfatını benden çekerdi. Oysa benim kimseden maddi bir beklentim olmadı. Adam olmayanla, olamayanla hiç işim olmaz olmadı. Ancak her beşer gibi benim de yanıldığım oldu menfi ya da müspet bazı bazı…
Fakat Nurettin Hoca’m sen adamdın…
Adam gibi adamdın…
Şu anda çok üzgünüm!
Yazıyı kaleme alırken ömrümden kırk yılı elli yılı oyunun adını unuttum ancak sözlerinden aklımda kalanı yazacağım: “Yağ satarım bal satarım…” diye dolanırdık halkalanmış ve yere çömelmiş arkadaşlarımızın arkasında, aynı o şekilde deli divane dolanıp duruyorum…
Hele bir de askere gidişim var…
Koca köyden üç kişi uğurladı beni.
Benim babam öteki aleme çoktan göçmüştü!
Yeri durağı mekanı makamı nur olsun!..
Cennet yurdunda Adn cennetlerinde pınar başlarında olsun!..
Dualarımda olan ebeydi beni uğurlayanlardan biri. Recep emmimin seksen yaşındaki karısı Emine ebe. Onların namına “Gödenler” dendiğini biliyorum. Uğurlayanlardan diğeri de değerli bir insandı. Yüce Allah ömrünü bereketli sağlıklı kılsın! Gönlüne ferahlık ve huzur versin! Dünyadayken ahiretteki uçmağdaki yerini görsün…
Nurettin Hoca!
Hatırlarsın…
Askerden dağıtıma geldim. Asker elbisesi üstümde. Kış günü. Mart ayının başı. Beni Taşova’da yakaladın bırakmadın salmadın. Bir yerlere gittik beraber. Tabii olarak Taşova’da öğretmensin dahası müdürsün. Tanınıp bilinmen sevilip sayılman kadar doğal ne var?
Sonra oturduk bir mekanda. Yedik içtik. Konuştuk lafladık oradan buradan şuradan…
Gönül pınarından süzülen aynı şeylerse aynı kaba doluyorsa heyecan veriyorsa bundan daha özel bir şey daha tatlı bir şey yoktur dünyada!
O esnada bir üniformalı asker geldi yanımıza veya ayakta laflarken sivil gibi selamladı bizi. Sana sordu: “Asker mi uğurluyorsun” dedi. Unuttum şimdi de bilmiyorum o da oturdu mu bizimle birlikte? Ancak ben onu başımla selamladım da asker selamı vermedim. Sonradan anımsadım…
Geçti gitti o günler…
Ardında hatıralar kaldı…
Otobüs saatine zaman var mıydı yok muydu ayrıldık. Çok çok teşekkür ederim…
Babamla beraber dualarımda olacaksın bundan sonra öldüğüm güne kadar…
Günlük okuduğum Yüce Kur’an-ı Kerim’den, Yasin-i Şerif’den, Tebareke’den, Amme’den hissene payına ruhuna göndereceğim…
Babana da anana da…
Benim için adamlığın önemliydi…
Adamdın…
Hatırladın mı?
2019 yılıydı. Bahardı. Taşova pazarında ayak üstü laflamıştık. Zannederim orada bir dükkanda, belki eczanede işin vardı. Lafımız sözümüz bitmeden laflaya laflaya ayrılmıştık…
Hatice rahatsızlanmış diye duyduğumda aradım. “Tarladayım” dedin. Demek ki ekip dikiyordun, üretiyordun. Önce seninle sonra Emine abumla uzunca telefonda konuşmuştuk.
Sonra duydum ki bu illete yakalanmış ve hastaneye yatmışsın. Dualarımdaydın ama ömür tükendiğinde hiçbir merhem hiçbir ilaç derman olamaz. Yiyecek ekmek tükendi, içecek su tükendi. Nefes bitti. Öyle dermiş dedemin ağabeyi Şaban Efendi: “İnsan ömrü alıp verdiği nefes kadardır.”
İlkokulu bitirdikten sonraki hitabımla ağabeyim: Sana Yüce Allah’tan rahmet merhamet muhabbet ve mağfiret niyaz ediyorum…
Ayrıca ebediyyete intikal eden dünya gözüyle gördüğüm tanıdığım bildiğim oturup iki kelam ettiğim selamladığım selamına mukabele ettiğim sofrasına oturduğum caddede bağda bahçede tarlada işte güçte toplantıda köyde şehirde mahallede her kim varsa dünya ile alakasını kesip Yüce Allah’ın “Ahiret hayırlı ve bakidir” lutfuna mazhar olan…
Herkese hepsine Yüce Allah’tan can-ı gönülden rahmet ve merhamet dileniyorum…
Yolumuz ahirete doğrudur…
O yol “sırat-ı müstakım”dir…
Bu vesileyle cümle aleme selam olsun.
Dua ve muhabbetle.