HASAN APAYDIN-İLAHİYATÇI
Yukarıdaki başlıktaki ifade bana ait değildir.1877-1938 yılları arasında yaşamış olan Pakistanlı İslam âlimi, şair ve filozof olan büyük insan Muhammed İkbal’e aittir.
Başlıktaki ifade abartılı gibi görünse de yaşadığımız olaylara bakınca hiç de abartılı değil. Yaklaşık yüzyıl önce bu tespiti yapan Muhammed İkbal, acaba bu günleri görse ne derdi ?
Maalesef toplum ve ümmet olarak geldiğimiz nokta vahim. İşin en kötü yanı ise bu kötü durumdan kurtulup sahili selamete çıkma umudumuzun olmaması. İnsanlara bir dokunup bin ah işitiyorsunuz. Herkes birbirinden şikâyetçi durumda. Mahkemeler dosyalara yetişemez durumda. İcra dairelerindeki dosyalar ise ağzına kadar dolmuş durumda. Yani toplumsal halimiz kırmızı alarm veriyor. İşin kötü tarafı ise herkes bu durumdan şikâyetçi olmasına rağmen hiç kimse üzerine bir şey alınmıyor ve herkes başkalarını suçluyor.
Durum tespiti yaparken de adaletli olmuyoruz. Hemen siyasileri suçlayarak işin içinden çıkmaya ve kendimizi temize çıkarmaya çalışıyoruz. İşin doğrusu içinde bulunduğumuz durumdan en üstekinden en alttakine kadar hepimiz gücümüz oranında sorumluyuz. Hiç kimse masum değil.
Toplumsal olarak hepimiz sorumluluğumuzu kabul edip iyi olmak için çabalamadıkça bu durum asla düzelmeyecek ve bir mehdi gelip de bizi kurtarmayacaktır. Uhut savaşında başlarında peygamberin komutan olduğu ordu yenilince sahabe’’ bu başımıza nereden geldi’’ diye sorgulamaya başlayınca Allah, Ali İmran suresi 165.ayette ‘’kendi yüzünüzden’’ diye cevap vermektedir. Çünkü tabiatta Allah’ın sünnetullah denilen kanunları işlemektedir. Sünnetullaha uygun hareket etmeyen hiç kimse başarılı olamaz.
Uhut savaşından önce peygamberimiz savaş meclisini toplamış ve savaşın savunma savaşı olmasını istemişti. Ama bazı gençler savunma yerine taarruz savaşı yapmak isteyip ve de okçular tepesindeki yerlerini terk edince kaçınılmaz olarak galip olabilecekken mağlup duruma düşmüşlerdir. Allah burada da sünnetullahı işletmiş ve ordunun başında peygamber var diye torpil yapmamıştır. Bu ve benzeri olaylardan ders çıkararak kendi ellerimizle düştüğümüz bu istenmeyen durumdan çıkmak ve huzura kavuşmak istiyorsak birilerini beklemek yerine toplum olarak her birimiz sorumluluğumuzu idrak edip iyiye doğru çaba göstermeliyiz. İstisnalar hariç pek çoğumuz sözde Müslüman ama fiilde seküleriz. İş menfaatimize gelince din, ahlak, değer tanımıyoruz. Başkalarına karşı iyi örneklik oluşturamıyoruz. Birbirimize güven veremiyoruz. Bir ürün alırken kendi ürettiğimize değil de Avrupalının ürettiğine daha çok güveniyoruz. Söz verince sözümüzü tutmuyoruz. Alırken gösterdiğimiz hassasiyeti satarken göstermiyoruz. Kapımıza bir değil üç kilit vurmaya çalışıyoruz. Komşumuz bizden, biz de komşumuzdan emin değiliz.
Toplumsal ilişkilerimiz güven üzerine değil de güvensizlik üzerine kurulu. Her şeyden şüphe eder durumdayız. Toplumsal sorumluluğu yüksek düzeyde olması gereken aydınlarımız pek oralı değil. Televizyonlardaki olumsuz haberleri film izler gibi izliyoruz. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın modundayız. Sıra bize gelmedikçe inanmıyoruz. Başına olumsuz olay gelenler feryat ediyor ama herkes kendi havasında. Bu durum böyle sürdürülebilir değildir. Durum tespitini herkes yapıyor ama çözüme gelince herkes başkasının adım atmasını bekliyor. Eğer içinde bulunduğumuz durumdan memnunsak devam edelim. Eğer memnun değilsek hep beraber yaptıklarımız hatalarla yüzleşerek tevbe ederek iyi olmak için toplum olarak çıkmaya çalışmalıyız. Başka da bir yol yok.
Çünkü adı barış ve selamet anlamına gelen ‘’islam’’ bize hem dünyada hem de öbür dünyada huzur vermek için gönderilmiştir. Eğer bir şeyler yanlış gidiyorsa suç islam’ın değil onu doğru yaşamayan Müslümanlarındır.