Bir memlekette eğitimin hali nice ise, memleket de o haldedir. Şimdiye kadar yazdıklarımız durum tespitinden başka bir şey değildir. Unutmayalım ki her mevkideki yöneticilerimiz, öğretmenlerimiz, hekimlerimiz, mühendislerimiz, siyasetçilerimiz kısaca her meslek grubundaki herkes bu çocukların içinden çıkan birileri… Yani taşıt sürücüsünden, pilotuna, işçisinden patronuna kadar, siyasetçisi, amiri, hekimi, hâkimi, memuru, kuaförü, şairi, edebiyatçısı, polisi, müteahhidi bilcümle her meslek sahibi hatta her bir fert bu okullardan yetişiyor. Ve bunların tamamını biz öğretmenler yetiştiriyoruz. O halde işe iyi öğretmen yetiştirmekle başlamak zorundayız.
Doğrusu çok zor ve sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Bilgisiyle, becerisiyle, öngörüsüyle her türlü problemle baş edebilecek bir nesil yetiştirebilmek için, öncelikle bu kabiliyette ve kapasitede öğretmenlere ihtiyacımız olacaktır.
Bu bağlamda, Milli Eğitim Temel Kanununun Amaçları ve öğretmenlik ile ilgili maddelerine göz atarak konuyu açmak istiyorum
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 43. üncü maddesinde öğretmenlik mesleği şu şekilde tanımlanmıştır.
Madde 43 – Öğretmenlik, Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini Türk Milli Eğitiminin amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdürler.
Dikkat edilirse kanun öğretmenliği, “özel bir ihtisas mesleği” olarak tanımlamıştır. “İhtisas” sözcüğü malumunuz olmak üzere “uzmanlık, uzmanlaşma” ile eşanlamlıdır. Yine hemen bu tanımın devamında, “Türk Milli Eğitiminin amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdürler.” vurgusu yapılmıştır. O halde konunun daha doğru anlaşılabilmesi için, Türk Milli Eğitiminin amaçlarını da makalemize taşımak durumundayız. Hatta sadece genel amaçlara değinmek bile yetecektir.
I – Genel amaçlar:
Madde 2 – Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. (Değişik: 16/6/1983 – 2842/1 md.)
Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.
Kendimizi bir kaç sual ile sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Mesela; biz öğretmenler, kanunda ifade edildiği gibi ihtisas sahibi miyiz? Üniversitelerimiz bu nitelikte öğretmen yetiştirebiliyor mu? Eğitim fakültesinden mezun olan bir öğretmen adayı, ilgili kanunda belirtildiği üzre Türk Milli Eğitiminin amaçlarını gerçekleştirmede yeterli bilgi ve donanıma sahip midir?
Hakk’ı bilenlerin, kalemini hakikatle buluşturma zorunluluğu vardır. Bir öğretmen olarak kendimle yüzleşmekten hiç korkmadım. Buna rağmen, yukarıdaki sorulara olumlu cevap veremiyorum. Daha derli toplu bir sistem dâhilinde daha nitelikli eğitimci yetiştirebilseydik şayet; ülke sınırlarını aşan aydınlarımız olurdu. “Dünya eğitim ligi” olarak bilinen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Sınavlarında (PISA) üst sıralarda yer alabilirdik. Çocuklarımız, teknolojik ürünlerin bağımlısı olmak yerine, kitap okuma alışkanlığı edinebilirlerdi. Öğrencilerimize her şeyden önce düşünmeyi öğretmiş olurduk. Tıp, tarım, eğitim, uzay, teknoloji, bilişim veya herhangi bir alanda uluslararası arenada söz sahibi olabilirdik. Yani kısaca her sektörde daha iyi olabilirdik.
Bütün bunlar çok açık bir şekilde, başta “öğretmen yetiştirme modelimiz” olmak üzere eğitim sistemimizde bir dizi revizyona gidilmesini öngörmektedir. Çocuklarımızın daha ehil, daha donanımlı ellere emanet edilmesini kim istemez ki! O halde öğretmen yetiştirme tarzımızı değiştirmek zorundayız. Eğitim fakülteleri, “puanı yettiği için” başvurulan okullardan çıkarılıp, “öğretmen” olmak isteyenlerce tercih edilebilir kurumlar haline getirilmelidir. Bu işe gönül verenler bilerek ve isteyerek, ilk tercihleriyle gitmelidirler. Eğitim fakültesindeki öğrencilerin, atanamayan öğretmenler kervanında yer alma kaygısı, mesleki gelişimlerine engel olmaktadır. Doğal olarak tamamının KPSS’ den yeterli bir puan alıp atanma hayali vardır. Dolayısıyla iyi bir öğretmen olma önceliği, henüz birinci sınıfta KPSS’ ye kurban edilmektedir. Öğretmen adaylarımızı KPSS kâbusundan kurtaracak daha çağdaş bir düzenlemeye ivedilikle ihtiyaç vardır. Bu bağlamda âcizane önerilerimi birkaç başlık halinde takdirlerinize sunmak istiyorum.
Devam edecektir.
Saygılarımla…