Amasya İtimat

MEMLEKET DÜĞÜNLERİ ve ADETLER 

0
1625
Enver Seyhan
Yıllar geçince aradan / dedim ki “kimler kondu kimler göçtü buradan” / inceledim düzene koydum yeniden; her cümleyi sıradan / n’olur! acı kuluna yüce yaradan!
Bu yazıda memleket düğünlerine dair aklımda kalanları yani adetleri yazmışım. Yazdıklarım yazamadıklarım yanında devede kulak. Öyle derler ya konuşurken, laflarken; lafı tava getirmek için. Ben de öyle yaptım. Bu “tav” kelimesi de uydu mu uymadı mı? Ha uydu ha uymadı; galiba kıvam demeliydim; ilerisini gerisini hiç düşünmedim.
Yazının içinde öyle cümleler var ki sanki geçmişte her ne varsa, her ne yaşandıysa, dört dörtlük gibi. Yani insanlar muhabbet sevgi anlayış içinde; her ortamda iyilik ve güzellik baş tacı. İşin özünü eski insanlar daha iyi bilecekler.
Oysa!..
Tabii ki yok böyle bir pembe dünya!..
Helbette bazı fena şeyler vardır ki asla değişmez. Bunlardan en mühimi “kavga gürültü dedikodu gıybet riya yalan hırsızlık kin nefret intikam hırs…” Umuma şamil olamaz tabii ki ama her devirde bunlar var. İnsanlığı bunlardan ayrı düşünmek büyük aldatmaca olur. Aldatmak kadar fena bir şey yok cihanda. Şu kısacık hayat iklimini iyilik ve kötülük zemininden uzak görmek olmaz, olamaz.
“Su Ateş Toprak Hava”
Bu dört önemli unsur gibi insan da kendi bünyesinde; bulunduğu toplum yapısında her şeyi bir arada iyi yanıyla kötü yanıyla yaşar.
Bu yazı ilk haliyle beş sene önce mecrada yayınlandı. Aslına uygun şekilde biraz derledim topladım. Fakat umduğum bir yazı olmadı yine de!
MEMLEKET DÜĞÜNLERİ ve ADETLER
Serde serkeşlik olunca, hayatın anlamını, değerini, kıymetini ölçüp değerlendirme şekli farklı oluyor. Kimisi aynı yolu alışageldiği şekilde yürürken, kimisi de yolun dibini, dorağını göre, seyrede; var olan ve değişen mahiyetine vakıf ola ola yürüyor.
Bu yılın baharında da memlekete düştü yolum. Yine özlem gidermekle, gözlem yapmak arasında kaldım; delik deşik, tozlu, taşlı tokaçlı yollarda bir başıma, bazı maziye doğru, bazı atiye doğru yürüdüm, yürüdüm…
Darda kalmış, bunalmış, soğuktan yanmış hayallerimle el ele kırlara, bayırlara ovalara koştum; bazı tökezledim bazı düştüm. Nisan yağmurunda ıslandım, sel oldum, coştum. Yazılara çıktım, yorulup durdum, yeşil çimene oturdum, vadiyi, maviyi, yeşili, bozkırı seyrettim. Gönül penceremin nazende kanadını açtım; dünyayı selamladım. Dertliye rastladım, dertleştim, hal ehliyle oturup halleştim.
Neyse…
Bir önceki sene yine Nisan ayında memlekete gitmiştim ve gözlemlerimi yazıya dökmüştüm. Geçen sefer bahar daha erken gelmişti; bu defa ise on beş gün kadar gecikme ile kendini gösterdi.
Bir arkadaşımın oğlunun düğününü vesile kılıp gittim bu defa memlekete. Yalan dünya hızla dönüyor, değişiyor ve yenileniyor. Hiçbir şey yerinde durmuyor, hareket ediyor, gelişiyor, yer değiştiriyor, büyüyor, yaşlanıyor…
Öte taraftan da dünyayı yöneten kapitalizm, eskiden beri süregelen gelenek, görenek ve adetleri bir bir elimizden alıyor. Hatta neredeyse dinin uygulama sahasına bile el atmak için hücum ediyor.
Kapitalizmin görevine gelince:
Kendini üretenlere en iyi şekilde hizmet etmek ve dahi hizmette kusur etmemek…
Bu arada, yazılarımı okuyan insanların ezberci bakış açısıyla değil de fikir düşünce akıl yolunu tercih ederek değerlendirme yapacaklarını umarım.
Liberal kapitalizm önce muhabbeti öldürdü. Yalancı, ikiyüzlü yaşam tarzını getirdi yerine. Parayı koydu terazinin kıymet, değer, şefkat, hürmet ve mehabet gözüne. Güçlünün sevdasını, arabasını, konağını anlatmaya başladı. Soldurdu, öldürdü Ferhad ü Şirin kıssalarını, Mecnun ile Leyla aşklarını…
Eskinin üzerine sünger çekip tamamen yok etmek de istiyor. O nedenle elini uzatabildiği her yerde değişim ve yenilik adı altında bir takım gizli kapaklı işler döndürerek kendi fikirlerini kendi isteklerini yavaş yavaş yerleştiriyor. Bazı fikirler, eylemler, adetler ve oluşumlar bir kere yerleşti mi bir daha çıkmıyor. Sanılmasın ki karşı tedbir alınıyor, talepleri geri çevriliyor, durak ve uğrak yerleri dağıtılıyor.
Hayır! Asla!
Bilakis taraflar halinden memnun!
Düğün merasimleri dedim ya; düğünler de liberal kapitalizmden az çok payını almış gibi. Tabii ki her şeye rağmen düğün törenleri aslına uygun mahiyetini henüz korumaya çalışıyor. Düğün salonları alımlı çalımlı ve şatafatlı şekilde hayatın içine girse de eski gelenek ve adetler yıkılmamış, ayakta kalmaya çaba gösteriyor, direniyor. Umarım, erozyona uğramaz, kıyısından, kenarından aşınmaz, yıpranmaz.
Umudum odur ki yıkılmaz!
Düğün merasimlerinin en büyük özelliği
davetlilere yemek vermektir.
Hayat insanları bunalttıkça, yordukça, gerdikçe, maddi sıkıntılar baş gösterdikçe, büyük şehirlerde yaşayan vasat aileler düğün merasimlerini ya nikah salonlarında ya da düğün salonlarında birkaç saat içinde gerçekleştirip bitiriyor. Memleketteki düğünlerde, her geçen gün şartlar ağırlaşmış olmasına rağmen, usülden olduğu üzere davetlilere yemek veriliyor; davetliler iki dilim yaş pasta, yanında bir bardak meşrubat ile ağırlanmıyor, uğurlanmıyor. Düğün törenleri maddi kaygıdan uzak ve yine bir hafta, asgari iki, üç, dört gün sürüyor.
Son yazdığım cümleler belki de âfâki oldu. Çünkü bu devirde her aile davullu zurnalı kebaplı yahnili konuklu konaklı düğünlerin altından kalkamaz!
Bazı hallerde, bazı ailelerde demeliyim; Cuma’dan başlayıp Pazar günü gelin alma merasimiyle son bulan düğün adetleri hala devam ediyor. Yeni neslin vakıf olup olmadığını bilmiyorum. Mesela, geçmişteki bazı düğünlerde, yerel manada güreş müsabakaları düzenlendiği, güreşlerin düğüne şenlik kattığı, düğün sahibine gurur bahşettiği biliniyor. Güreş münasebetiyle, havalide bütün halkın düğüne davet edilmiş sayıldığını söylemek yanlış olmaz. Fakat devir, davetlileri güreşçileri ziyaretçileri ağırlamak ve ziyafet vermek babında her babayiğide nasip olacak gibi durmuyor.
Ağırlama, ikram ve ziyafet gibi; bunların hepsi maddiyata dayanıyor ve maddiyat yanı dar olan aileler için nikah veya düğün salonundan başka çare ve seçenek kalmıyor.
Çünkü görünmez bir el, akrabalığı, dostluğu, yardımlaşmayı, komşuluğu çekti aldı elimizden ve yerine uzak durmayı, düşene vurmayı, başa kakmayı, hava atmayı koydu!
Bir önceki kuşaktan eski düğün törenlerini dinledim. Elbette gençliğimde ben de gördüm, yaşadım.
Eskiler şöyle anlattılar:
“Eskiden düğünler Pazartesi gününden Cuma gününe veya Perşembe gününden Pazar gününe kadar devam ederdi. Düğün hazırlıkları, düğünü yönetecek kişinin yani kahyanın ve düğünde hizmet edecek elemanların yani yiğitbaşıların seçimine yönelik olarak yapılan köy odasındaki veya muhtarlıktaki toplantı ile başlardı. Köy halkına ve çevre köylere “okuntu” verilirdi ki herkes düğünden haberdar olsun. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra mehter eşliğinde “nöbet” vurulurdu. Şu demek: Her evin önüne varılır; hane sahipleri imkanları ölçüsünde düğün evine yardım ederlerdi. Elbette bu durum, kapısına gidildiği için hane sahibi tarafından mecburiyet sayılmazdı. Kimisi de dua ederdi fakat hiç olmazsa yine de yemek pişirmek için kurulan ocaklarda yakılmak üzere odun yardımında bulunurdu. Hatta çeşmeden su taşıyanlar olurdu. İmkanı olanlar para, bulgur, buğday verirlerdi ve diğer elzem olan düğün ihtiyaçlarını karşılarlardı. “Nöbet vurma” adeti her düğün için geçerliydi; düğün sahibinin zenginliği, fakirliği geçer akçe değildi.”
Anlatanlardan devam edeyim:
“Bunlar birer gelenekti. Yardımlaşmaya, dostluğa, komşuluğa, birlik ve dirliğe, muhabbete misaldi, timsaldi. Sonra aşboğaz yani seysana yıkılırdı. Mehter takımı eşliğinde damat evinden gelin evine hediyeler, eşyalar, bohçalar götürülürdü. Düğün yemekleri için bir yer belirlenir ve büyük kazanlar yıkanır, çalkalanır, yemek pişirmek için hazır hale getirilirdi. Keşkek, pilav, tevek dolması, tiritli kuşbaşı, yahni ve benzeri yemekler için erzak ve malzeme hazırlanırdı. Bütün bu işlere, zaman zaman yöresel ağır havalarla mehter takımı eşlik ederdi. Halaylar çekilirdi. Bilakis üç ayak halayı yörede mecburdu. Yöreye özgü simsim karşılıklı oynanırdı. Ahali tarafından kabul görmüş daha başka oyunlar tertiplenirdi.”
Bir elli sene önce şehir düğünlerinin köy düğünlerinden pek farklı tarafı yoktu. Adet olduğu üzere, düğün evinin önünde eğlence olurdu, oyunlar oynanırdı, çalınır çığırılırdı. Gördüğüm ve bildiğim, bir lokanta tutulur ve davetliler orada ağırlanırdı. Bilinen gelenek ve adetler bütünüyle hayatın içindeydi. Düğün bir yanıyla eğlence, öteki yanıyla özlem ve ayrılıktı.
Düğünü “davul – zurna” yerine gırnata, cümbüş, bazan keman ve vurmalı saz olarak darbuka -dümbelek veya tömbeki- elemanlarından oluşan müzisyen takımı çalardı. Tok Kaya, Süleyman usta, gırnatada kardeşi Mustafa, cümbüşte Ömer ve Nusret ustalar gençliğimden aklımda kalanlar.
Memleketin öncelik arz eden güzel adeti şudur ki, üzeri peşkir ile örtülmüş, içinde şeker, lokum, leblebi, bisküvi, kuruyemiş bulunan hususi bir tepsi ile misafire karşılamada bulunulur, kısa bir hoşbeş yapılır ve konuk tepside bulunan hediyeliklerden alır, sonra aviyetini tepsiye bırakırdı. Bu güzel adetin sonsuza dek devam etmesini diliyorum. Bir taraftan da “sonsuz” kelimesi matematik bir terim gibi yüreğimi zelzele misali sarsıyor. Sahiden insan için dünyada “sonsuz” diye bir kavram var mı?
Düğünlerde, kız tarafına “kız evi” derler. Erkek evinde olan, biten ne varsa kız evinde de yaklaşık benzerleri olur; oyun eğlence ve yemek olarak. Sanıyorum, kızın akranlarından bir veya birkaç kişi “kız başı” seçilir. “Kız başı” evlenecek olan kız ve ailesi ile ilgilenir ve düğün boyunca kız evinin düğüne dair iş ve ihtiyaçlarıyla alakadar olur. Kızın eline def eşliğinde türkülerle ve devamında dualarla kına yakılır. Kız evinde de oyunlar oynanır ve yemekler pişer, konuklara ikram edilir.
Bizim yöreye mi has bilmiyorum; düğün evine “tavukçu” gidilir. Sanırım vaktinde ilk tavuk götürmüşler ki adına “tavukçu gitmek” demişler. Yine düğün evine “halburcu” gidilir. “Halburcu” gitme işini kadınlar üstlenir doğal olarak ve un, aşlık, bulgur, tarhana, mısır gibi zahire türü şeyler götürülür. Düğün evinde tavukçu ve halburcu gelenler ağırlanır.
Ve fakat;
Bugünkü şartlarda nakdi anlamda yapılacak olan yardımın daha bir makbule geçeceğini sanıyorum.
Buraya kadar yazdıklarımın ötesinde düğün usül, adet ve geleneklerini kapsayan o kadar fazla anlatılacak şey var ki, belki ileriki zamanlarda yine bu sayfada dilim döndüğünce kaleme dökmek isterim.
Sağlıcakla.Zurnaci Hidayet Dondurma
Davulcu Bektaş Usta

Yorum Ekle