Amasya İtimat

LAF DOKUZ BOĞUM DERLER..

0
613
Enver Seyhan
Bu yazıyı yazmamın üstünden epeyce zaman geçtiğini sanıyorum. İlave yapmış olduğum gibi bazı kısımlarını çıkarmış da olabilirim. Başlığı yoktu, başlıksız olmazdı. Tekrar gözden geçirdim. Bakalım Ulu Mevla ne gösterecek?
Selam ve muhabbetle!
ES
Ekim 2024
Her yerde, her ortamda, şu yalan dünyada…
Öyle acayiplikler var ki…
Öyle garayip acayip şeyler dönüyor ki…
Bildiğim ve yanılmadığım bir husustur: “Cehalet sadece sövgü üretir.”
Aklını kullanamayan sorgulamayan algılamayan yargılamayan yığınlar var yeryüzünde.
İlle de yazar olmasına gerek yok; bu mecrada insanlar düşüncelerini ifade edebiliyor, fikir üretebiliyor veya bir hadiseyi, bir olayı gün yüzüne çıkarabiliyor. Güncel olaylardan hareketle, yeri ve zamanı uygunsa içinden geçenleri aynaya yansıtabiliyor.
Derler ki:

“Acı söyletir!”

Yine bu mecrada olmak üzere; vicdanını kiraya vermiş, bilgiden, ilimden, irfandan yoksun ve yoksul klavye kahramanları aylak aylak dolaşıyor. Bu türden kişiler, fikre ve düşünceye fikirle, bilgiyle mukabele edemeyince klavyenin düzenine necis cümleler sokuşturuyor. Hoşuna gitmiyor diye, duyumlarına aykırı diye, yerleşmiş, kalıplaşmış, ezberlenmiş şekle uymuyor diye elindeki cehalet silahını kullanıyor. Özenerek, bezenerek sövüyor ve yaptığından da anlaşılıyor ki hoşnut oluyor.
Anlaşılan o ki sövgüden haz ediyor.
Oysa bilgiyle az çok teması olan ilk elden sövgüye baş vurmaz asla!
Ve…
Bunu yapanların genelde alayı için Orhan Veli diyor ki:
“Cep delik cepken delik!”
“Benzetmede hata olmaz” derler.
Talebe iken Sosyal Politika dersinde hoca, hayatın içinden bir gerçeği fotoğrafları vasıta kılarak bizlere aktarmaya çalışmıştı. Koskoca bilim adamı yalan uyduracak değildi ya!
Sanayi devriminin başladığı yıllardan sonra İngiltere’de kömür ocaklarında henüz sekiz – on yaşlarındaki çocukları çalıştırdıklarından söz etmişti ve fotoğrafları da şahit ve ispat mahiyetinde kullanmıştı. Gün gibi aklımda. Çünkü bu vahim durum yüreğime derin bir acı bırakmıştı. Dersin akışı bağlamında, sanayi devrimini şöyle film kurdelası gibi gözümün önünde canlandırınca, acılar üstüne bina edilmiş bir sanayi devrimi aklımı kurcalıyor; bir ileri iki geri gidiyorum.
Hatta bu çocukların çoğunun ağır iş ortamında hastalandıklarını ve dahi öldüklerini de ifade etmişti.
“Göreceli veya izafi bir fikir teatisi de olabilir hocanın bizimle paylaştığı;” çünkü zaman içinde bu cümleyi de kurmam gerektiğini düşündüm.
İnsanların her kim olursa olsun, kendi dininden, kendi ırkından, kendi renginden, kendi mesleğinden veya kendi yurdundan olmayanlara karşı, gizli saklı bir ukte taşıdığını ve yeri geldiğinde bunu gediğine koymayı marifet saydığını söylemeden geçmeyeyim.
Bugün alışveriş için uğradığım markette hangi işi üstlendiğinden emin olamadığım koşarak gelip kasa işlemini de yerine getiren delikanlıya; “ekonomik olarak her alanda sağlanan ilerleme, teknolojik gelişme ve endüstriyel üretim kolaylık sunduğu kadar, bir taraftan da zorlaştırıyor, iş yükünü artırıyor” dedim.
Delikanlı dedi ki:
“Bu ülkede iş güç ne zaman kolay oldu ki?”
Haklıydı. Kasaya bakıyor, mal sevkiyatını kontrol ediyor, müşteriyi takip ediyor, reyonlara mal diziyor. Gözüme takıldı. Koşar adım çalışıyordu işçiler sanki. Sevkiyat kamyonundan malı indirmek, paletleri açmak, taşımak, malın cinsini tespit etmek, paketleri bir çırpıda açıp reyona yerleştirmek görevleriydi. Yaşları ise, taş çatlasa otuzu geçmiyor.
“Bu gençler kaç lira ücretle ve kaç yaşına kadar bu markette istahdam edilirler acaba” diye aklımdan geçirdim. İşimden dolayı gerçekleri bilsem de yine de düşünmeden edemiyorum her nedense. Hatta bazan tutup yaşını, medeni durumunu, ebeveyninin hangi işle meşgul olduğunu dahi soruyorum. Çünkü her işin kanunda yeri var, tarifi var, kuralı var, şartı var. İşsizlik diz boyu diye, hayatın idamesi için mecburlar diye, vatan evlatlarını bu şekilde ezmenin bir evrensel yanıtı olmak zorunda.
Bu evsensel yanıtı kanun koyucu, idareci, uygulayıcı ve denetleyici verecek; verecek de kime verecek? Mahşerde Allah’a vereceği yanıtın çok elim ve vahim olacağını tahmin ediyorum. Dünyalık mercilerin hepsinden vaz geçtim.
Kırk yaşını geçmiş çok az insanın marketlerde çalıştığına şahit oluyorum. Emeklilik yaşı git gide dipsiz bir kuyuya doğru yönelmiş durumda. Uzun süreli çalışmak için “dipli işlerde” çalışmak gerekiyor. Gerekiyor da nasıl?
Usta, uzman ve vasıflı işçilerin bile üç kuruşa talim ettiğini düşününce hiç de kolay olmadığına hükmediyorum.
Belki yanılıyorum!
Fakat ekleyeyim:
İtirazlar yükseliyor diye seçim öncesi kanun allak bullak edilerek kırk yaşında insanlar emekli edildi. Bugün on bin lira aldıkları yazılıp çiziliyor. Oysa iş sağlamak, iş temin etmek, istihdam sahası açmak değil mi asıl mesele emekli etmekten ziyade?
Ekin tarlalarında gün doğumundan gün batımına kadar çalıştım. O zamanlar ekin orakla ve tırpanla biçiliyordu. Bağ bağlamak da ayrı bir meseleydi. Eldiven vardı da bağ bağlayanlar mı giymedi? Otuz beş veya kırk derece sıcağın alnında, duruma göre 12 ila 15 saat çalışmak kolay olmasa gerek!
Demir doğrama atölyelerinde, küçük işletmelerde, fabrikalarda işçilerin uzun süreli ve mesaisiz çalışmalarına şahit oldum. Küçük çocukların ağır işlerde çalıştırıldıklarını, mecburiyetlerinin istismar edildiğini gördüm. Hele yarım saatlik, bir saatlik öğle yemeği aralığında kuru beton üstüne yorgun bedenini ve ruhunu terk eden işçiler gözümün önünden hiç gitmez; hiç gitmez!
Hâlâ aklıma geldikçe üzülürüm!
Öyle sövgü ile her şey bitmiyor.
İngiltere’nin merhametsizliğini sövgüye harman edince, ülkemizde bütün işler rayına girmiyor. İngiltere’de insanlar müreffeh hayat sürüyor. Kişi başına düşen gelir asgari kırk bin dolar. Çalışma hayatı konusunda, kişi başına düşen gelir konusunda, bizim ülkemizle kıyas edilemez!

Ekonomik konularda yazmayı bıraktım. Son makalemin konusu “Çocuk İşçilikler ve Nedenleri” üstüne olmuştu. Bugünden geriye dönüp bakınca yazmam gerektiğini düşünüyorum. Belki ummadık yerde ummadık dertlere çare olur!

Bir yandan da yaşım üç 20. Zaman var mı? İmkan var mı? Güç kuvvet kudret var mı?
Tahmini ilk yazım tarihi:
2020
Gözden geçirme tarihi:
Ekim 2024

Yorum Ekle