Amasya’nın ilçesi olma konumunu 1925 yılında Samsun’a bağlandığı için yitiren Ladik şehrini çocukluğumun geçtiği yaylanın Akdağ’ın kuzey böğründe yer almasından dolayı iyi bildiğimi, gezip gördüğümü, en az Taşova kadar sevdiğimi ve zaman buldukça ziyaret ettiğimi ifade edeyim. Doğduğum yörede kuraklık baş gösterdiği için yağmur duasına çıkmışlığım var. Su normal şartlarda yaşam kaynağı olup aynı zamanda rahmet ve berekettir. Aslı toprak olan insanın hamuru -çamuru – su ile yoğurulmuştur.
Bu hususlar cümle alem tarafından bilinen ve çocukluktan itibaren hıfzedilen bilgilerdir.
Ayrıca Ladik pazarında yeni yetmeliğimde ve gençliğimde pazarcılık yaptığımı, köylerini bir çerçi gibi dolaşarak tarla ve bahçe ürünlerini pazarladığımı söylemeden geçmeyeyim. Eğer geçersem üretime emek verenlere, kendime ve ömrüme haksızlık etmiş olurum.
Dediğim gibi kendi köyümde çocukluğumda ve gençliğimde bir iki kere yağmur duasına çıktım.
O yıllarda dedemin babası Mehmet Hoca Efendi’yi bilenler, onunla oturup kalkanlar, ardında namaz kılanlar henüz yaşıyorlardı. Mehmet Hoca için babaannem; “kazaların imamı” benzetmesi yapardı. Mehmet Hoca aynı zamanda babaannemin emesiyle evli olduğu için bazan oturunca bu konuları uzun uzadıya lafladığımız olurdu.
Yağmur duasına çıkıldığında veya diğer zamanlarda bahsi açılınca, yağmur duası geleneğinden, yerine göre genel kabul görmüş adetlerden, hayat nizamından ve geçmişteki uygulamalardan konuşulurdu. O devirleri yaşayıp görmüş insanlar olayları bir anı mahiyetinde anlatırlardı. -Kutadgu Bilig bu olup bitmiş olayları sözlü şekilde nesilden nesile nakletme geleneğine “törü” diyor. Aynı kelime kanun, nizam ve örf manasını da ifade ediyor.-
Şu kadar ki Mehmet Hoca’nın hayatta olduğu zamanda, onun nezaretinde gerçekleşen yağmur duası merasimleri biraz meşakkatli, zahmetli ve yorucu geçiyor. Köylü yaklaşık bir gününü bu yağmur duasına ve merasimine hasrediyor, ayırıyor. Zannederim camide kılınan sabah namazından bir müddet sonra, kuşluk vaktinde evvela köyü Halamaz ve Destek’e bağlayan yolun başındaki tekkeye uğranıyor ve dua ediliyor. Ardından bütün halk Koru’nun başına, Ülüce’ye -Ilıca- çıkıyor ve oradaki tekke dualar eşliğinde ziyaret ediliyor. Buradaki vazife ifa edilince topluca Boğa Tepesi’ndeki Çalılı Evliya ziyaret edilip yağmur duası için el açılıyor, yalvarılıp yakarılıyor. Bütün bu dua faslı tamamlanınca köy halkı gönül huzuru içinde köye doğru yola çıkıyor. Bu üç tekkeden başka bir dördüncü tekkenin daha var olduğunu sanıyorum ancak onun yerini ve adını hatırlamıyorum.
Anlatılanlardan aklımda kaldığı kadarıyla köy halkı yorgun argın Kovaçukuru mevkisine yanaştığında yağmurun yağıp yağmayacağının izleri ve belirtileri kendini göstermeye başlıyor. Hatta yağmura tutulduklarından ve sırılsıklam ıslandıklarından bahsettiklerini anımsıyorum. Bugün hayatta olan 1930 civarı doğumlu zevat bu durumun şahididir.
(Burada tekke mahiyetinde tanımladığım yerler için geriye dönük bir tarihi kayıt bulunmuyor. Evvelden beri halk arasında böyle bilinmiş, böyle tanınmış ve böyle tanımlanmış. Etrafı büyükçe taşlarla, çitle veya duvarla çevrilmiş üstü açık, yaşlıca bir ağacın gölgesine yağnını dayamış bir veliye, bir şehide, bir ünlüye veya bir şanı yüceye ait olduğuna inanılan mezar.
Çalılı Evliya dediğim yatırın üstü türbe mahiyeti taşımasa da oda şeklinde küçük, muhkem bir yapı ile örtülmüş, güzel de olmuş.)
Anadolu’da neredeyse her vilayette halkın bu şekilde ve buna benzer inanışları var ve sürüp gidiyor. Bu tür inanışlar hayatın içinden bir nevi imbikten süzüle süzüle geliyor. Tecrübe edile edile insanlarda alışkanlık yapan kutsallar bunlar. Bu kutsalların dilinin çözülemediğini, sırrının aşikar edilemediğini, kendiliğinden evrilip çevrildiğini düşünüyorum ve biraz da mistik buluyorum.
Ladik’te türbesi bulunan ve halkın geneli tarafından bilinen Seyyid Ahmed-i Kebir er-Rıfai dışında üç önemli veli şahsiyeti daha konu edeceğim. Çevrede bazı insanların adının başında “Gül” ve “Seyit” -Seyyid- kelimeleri ek olarak bulunuyor. Araştırdığımda çocuğu olmayan veya evlat sahibi olmayı arzu eden ailelerin Ladik’teki evliyaları bu niyetle ziyaret ettiklerine, dünyaya gelen çocuklara ziyareti vesile kılarak böyle bir ad koyduklarına tanık oldum. Muhterem zat Seyyid Ahmed-i Kebir er Rufai hazretlerinin kardeşleri olduğuna inanılan veli şahısların türbeleri Hamitköy’de, Karaabdal’da ve Mazlumoğlu’nda bulunuyor. Adlarına gelince, Seyfi Dede Mazlumoğlu köyünde, Kara Abdal adını verdiği Karaabdal köyünde ve Gülabdal ise Hamitköy’de medfun bulunuyor.
Seyahatname müellifi Evliya Çelebi’ye göre Ladik kazası Osmanlı Devleti’nin yöneticileri, şehzadeleri ve sancakbeyleri tarafından önemsenen ve beğenilen bir şehirdir:
“Ba’dehu Bayezid-i Veli şehzadeliği aleminde Amasiyye hakimiyken her sene yaylağa gelüp altı ay bu şehr-i Ladik’te yaylalanup zevk u sefa etmeğiçün padişahlara mahsus ürd-i behişt-ara bir bağçe-i dil-kuşa edüp hala bağçe üstadı ve kırk adet sivri külahlı bostancı hüddamları ve korucuları ve taylakçıları vardır.”
Seyahatname’ye göre 17. asırda Ladik kazası 17 mahalledir. Bu mahallelerden Yeni Camii mahallesi, Şehreküstü mahallesi ve Bahşi mahallesi adları değişmeden bugüne kadar ulaşmıştır. Ladik’te Pontus veya Roma döneminde inşa edilmiş bir kal’a bulunuyordu ancak bugün kaleden geriye kalıntıları dışında hiçbir şey kalmamıştır. Ladik, Danişmentliler tarafından zapt edilerek Türk egemenliğine geçmiştir. Böylece Türk milleti yöreye yerleşmeye başlamıştır.
Bahsettiğim evliyaların da Selçuklu komutanlarından oldukları aynı devirlerde yöreye geldikleri, yerleştikleri ve İslam dininin yörede yayılması için mücadele ettikleri düşünülüyor. Gülabdal Er- Rufai’nin türbesi Hamitköy Tekkealtı Mahallesi’nde, köy mezarlığı içinde olup bir kitabesi bulunmuyor. Kitabe bulunmadığından dolayı da konunun özüne ulaşılamıyor. 1180’lerde burada vefat ettiği veya şehit düştüğü söyleniyor. Yakın zamanlarda aslına uygun yenilenen ancak aynı tarihlerde yapıldığı sanılan türbe ormanlık bir alanda bulunuyor. Yaygın inanış dolayısıyla türbenin etrafındaki ormandan odun temin etmek, ihtiyaca binaen toplamak, eve getirmek ve yakmak uğursuzluk sayılıyor. Eğer böyle bir şeye tevessül eden olursa evliyanın, kişinin rüyasına girdiği veya hastalandığı ileri sürülüyor. Türbe çeşitli vesilelerle ziyaret ediliyor; çocuğu olmayanlar geliyor, dua ediyor, dilek diliyor ve dileği gerçekleşenler eğer imkan bulurlarsa türbeyi tekrar ziyaret ederek kurban kesiyorlar.
18.08.2021
Enver Seyhan
* * *
İlaveler:
-Tekke = Dergah:
Genelde tarikat erbabının toplandığı bir araya geldiği yer manasını ifade etse de yöremizde sanki “yatır” kelimesi yerine kullanılıyor.
-Yatır:
“İçinde doğaüstü gücü bulunduğuna ve dilerse insanlara yardım ettiğine inanılan bir ermişin, velinin veya alimin yattığı mezar ya da böyle bir mezarın bulunduğu yer.”
-Türbe = Kümbet = Ravza:
Devlet adamının, alimin veya komutanın mezarının oda şeklinde bir yapı içine alındığı yer.
Kaynaklar:
-M. Kuzubaş ODÜ Sosyal Bil. Dergisi
2010