Yüzbaşı, azık torbası sırtında köyünden kıtasına gelen genç nefere hayretle soruyor:
– Oğlum adın ne?
– Hasan, yüzbaşım…
– Peki sen erkek değil misin? Nedir bu kınalı avuçların? Bizim bildiğimiz, kına gelinlere yakılır bir de kurbanlara…
– Anam beni askere hazırlarken ‘ vatana kurbansın oğul’ deyip avucuma kına yaktı da komutanım…
‘Kurban olmak’ Türkçemizin fedakarlık ifade eden bu sıcak deyimi yüzyıllardır milletimizin dilinden düşürmediği sözlerden biri olmuştur.
‘Bir maniniz yoksa annemler size gelecek’ denilerek gelinip gidilir komşulukların yaşandığı o saadetli yılların bayram sabahında namazdan çıkan büyüklerimiz bahçede gözleri kapatılmış, üç ayağı bağlı kurbanı keser, kesilen kurbanın etinden kalabalık aile bir sofra etrafında kesif kavurma kokusunun yayıldığı odada Mustafa Kandıralı’nın oyun havalarının çalındığı bir radyodan dinlenilen bayram müziği ile bayramın ilk saatlerini yaşardı.
Zamanımızda kurban bayramları kaçan kurbanlıkların yakalanma maceraları, elini kesen acemi kasapların çetelesini tutma, boğazın kan rengine bürünmesi gibi haberlerle değerlendirilir oldu televizyon ekranlarında.
‘ Ah nerede o eski bayramlar’ diyerek bayramların değiştiğini ifade etsek de kurban bayramının güzel Türkçemize kazandırdığı deyimler manalarını yitirmeden yaşamaya devam ediyorlar. Mesela kurban kelimesi ile ilgili konuşma dilimize yerleşen bir çok deyim ve söyleyiş vardır.
Kurban: Bir amaç uğruna kendini feda eden veya feda edilen kimse yada bir afet ve kavgada ölenler için söylenen bir kelime. Halkımızın bir bölümünün seslenme sözüdür kurban; Bilo Kurban!..
Kurban etmek-Kurban niyetiyle kesmek.
Kurban gitmek-Bir şey yolunda harcanmak.
Kurban olmak-Bir amaç veya kimse için kendini feda etmek.
Kurban vermek-Bir afet veya kazada bir yakını ölmek.
Birinin veya bir şeyin kurbanı olmak-Bir kimse için veya bir şey yolunda boşu boşuna harcanmak zarar görmek…
Kurban bayramı konuşma dilimize sadece deyimler kazandırmamış fıkralar da üretmiştir. Şair Fıtnat Hanım kurban bayramı arifesinde kurbanlık almak için Bayezit Meydanında dolaşırken hayranı olan şair Haşmet kendisini görür. Kurbanlık koç alacağını öğrenince de ‘bu bayram bendenizi kurban etseniz olmaz mı’ diyerek gönül verdiği Fıtnat Hanım’a asılmak ister. Fıtnat Hanım bu nükteye karşılık sözünü esirgemez:
‘ Olmaz bu bayram boynuzsuz bir koç kurban edeceğim’
Bir televizyon programında dinlemiştim. Konfor gelişiyor, uygarlık geriliyor diyordu katılımcı. Ne zaman ki evleri ağaçlardan yüksek yaptılar, ne zaman ki insana ait olduğu tarihin asaletini ve medeniyetin güzelliğini idrak ettiren o güzelim mekanları yıkıp üst üste evler kondurduk işte o zaman insanı ailesine, komşularına ve milletine muhabbetle bağlayan o güzelim örf ve adetleri, ananeleri yitirdik.
Abdurrahim Karakoç’un dizeleri de ‘nerede o eski bayramlar’ demeye gelmiyor mu?…
Hani ya o özlem, hani ya o tad
Ne dışım kaygusuz, ne içim rahat
Haftalar öncesi her gün, her saat
Babamdan sorduğum bayramlar hani?
Nur yağan geceler, gündüzler nerde
Neşe paylaştığım öksüzler nerde
Dost yollar, dost evler, dost yüzler nerde
Huzura erdiğim bayramlar hani?
‘Özlediğimiz şeyler, bu günkü hayatın bizi mahrum bıraktığı kıymetlerdir; mazinin hangi devrinde o kıymet en yüksek mevkide ise o devre hasret çekiyoruz.’
Dost yolların bizleri dost evlerde dost yüzlerle karşılaştıracağı nice dini ve milli bayramlarımıza huzur ve barış içinde erişmek niyazıyla…