Enver Seyhan
Eskilerden duyardım; kanımca büyükler tekrar ettiğine göre ulu bir sözdü bu! Derlerdi ki: “Kış yarısında gök gürledi; kış bahara kaldı!” Acaba öyle mi oldu? “Dön dolaş aynı telaş” olduğunu var saydığım için televizyon haberlerine pek fazla kulak asmam. Ancak bugün aniden bastıran kar yağışına sevindim. Derhal “Hava Durumu” haberlerini aramaya başladım. Gördüğüm memleketin birkaç bölgesinde kar yağışı hakim. Sebepsiz ama mutlu oldum…
Geçen hafta memlekete yolculuk yaptım. Yeşilırmak ve Kızılırmak gibi ülkemizin iki büyük nehrinin içler acısı durumunu gözlerimle gördüm. Suya ihtiyaç duydukları o kadar aleni idi ki… Mutlu oldum dedim ya! İşte bu yüzden dedim. Umarım ki mezkûr bu iki nehir bekledikleri suya kavuşurlar…
Ayrıca, kar yağışı sayesinde büyük şehirlerin İçme Suyu Barajları’nda da doluluk oranı yükselir… Helbette yol üzerinde olduğu için Sakarya Nehri de gözümden kaçmadı. Ülkemizin suya ihtiyacı var. Hayret ki suyun üzerinde bir sürü santral var. Bu devirde elektrik -enerji önemli, mecburi ve olmazsa olmaz bir ihtiyaç. “Su ve elektrik olmasa bugünkü hayat kalitesinden bahsetmek mümkün olmaz!”
Bu söz şahsıma ait değil. Yıllar evvel köy kahvesindeki bir sohbette geçmişti; bugün emekli olan bir öğretmen benzer bir kelamla sohbete katılmıştı. Hoşuma gitmişti, birebir aynı cümle olmasa da aklımda öylece kaldı…
Elektrik üretimi konusunda bir an evvel topyekûn güneş enerjisine dönmek gerekiyor. Her hayati meselede olduğu gibi bu konuda da umarım geç kalınmaz. Hatta güneş ışığından faydalanma ve elektrik üretme konusunda medeni Avrupa’ya fark atma zamanının gelip de geçtiği gün gibi aşikar…
Kuraklık bugünün sorunu değil. Dünya kurulalı beri kuraklık da hükmünü hakim kılıyor yer yüzünde dönem dönem. Bugünün sorunu bir yandan insan nüfusunun evvelki asırlara göre yoğun düzeyli biçimde artması, bir yandan da şehirlerin olduğu gibi köylerin de içme ve kullanma suyuna duyduğu ihtiyaçtır. Bu ise gayet olağandır.
Nihayetinde yaşam kalitesindeki değişim ve gelişim “sınırlı kaynakların sınırsız ihtiyaçlara” cevap veremediğine işaret ediyor…
Tabiat fıtratına aykırı oluşumları, zorlamaları, haddi aşmaları asla kabul etmiyor; insanoğlu inanmasa da bu böyledir…
* * *
Kırk sene elli sene evvel doğduğum köyde altmış yetmiş seksen sene öncesini bilen insanların konuşmalarına kulak misafiri olurdum. Hatta bazı kimselerden doğrudan dinlediğim de oldu. Dediklerine göre altmış yetmiş yüz sene önce de suya en çok ihtiyaç duyulduğu sırada kuraklık gelip çatıyordu. Boş durmuyordu; insanlar kuraklığa kendilerince çareler arıyordu. Buluyorlardı da…
Anlatılan odur ki: Benim köyümde evvela köylü; ihtiyar, çoluk çocuk, yetişkin gönül rızasıyla Sabah namazına gidiyordu. Camide namaz kılınıyor ve dualar ediliyordu. Sonra köyün ileri gelenleri veya ehl-i vukuf kişiler önde, köylü arkalarında etraftaki tekkeler ziyaret ediliyor ve böylece Yağmur Duası’na çıkılıyordu; Yüce Allah’a yalvarıp yakarılıyordu…
Bu tekkeler niçin ziyaret ediliyordu? Tekkeler manevi açıdan ne ifade ediyordu? Kanaatim odur ki “tedbir ve sebeplere riayet” hususunda tam manasıyla bir irade birliği oluşuyordu, oluşmuştu.
(Türklerde, eskiden beri var olagelen büyük komutanlara ve şahıslara duyulan hürmet ve saygıya binaen onların kabirlerinin üzerine tonoz şeklinde küçük kubbeler inşa ederek saygı ve sevgiyi katlamak, devamlı hale getirmek gibi bir düşünce hakimdi. Bu İslam dini ile şereflendikten sonra da devam eder hale geldi. Oysa Allah’tan başkasından istemek, birini aracı kılmak büyük günahtır ve bir bakıma şirktir. Bu konu bilgi sınırlarımı aşsa da zorlasa da değinmek lüzumu hasıl oldu sanki…)
Bahse değer bulduğum için ve ehemmiyetine binaen birkaç cümle ile de olsa temas etmek istedim. Tekkelerin yerleri, Yağmur duası ve neticesi hususlarını ele alacağım yazının ikinci bölümünde görüşmek üzere…