Enver Seyhan
Belgeseller
İzlenimler
Belgesel seyretmeyi seviyorum. Ayrıca günlük bir gazetenin Cumartesi ve Pazar eklerini takip etmekten de keyif alıyorum.
Aradan geçen zaman içinde birçok yazar ve gazeteci çeşitli nedenlerle ayrılmış olsa da yerlerini yenileri doldurdu. Gazete bu hususta geçmişten beri devam edip gelen, birbirini tamamlayan, tanımlayan ve takip eden bir sistem oturtmuş; değişik farklı ayrı gayrı konular sanki aynı yolun yolcuları gibi!
Tespitimi birkaç kere tekrar etmiştim: İnsanlar on senede bir ya tamamen veya kısmen değişirler. Yani huyunda suyunda değişmeler olur. Olur bu kesin. Yüzde on gibi yüzde altmış gibi. Değişkendir…
Dağlar taşlar, ormanlar, fabrikalar, yerleşim yerleri, dereler, bağlar bostanlar gazeteler de aynıdır!
Belgesel programlarda, gezilen görülen memleketlerin coğrafi yapıları, tarihleri, yaşam koşulları, turistik yerleri, yolları, meydanları, limanları, gelenekleri, yemekleri ve daha birçok özellikleri konu ediliyor. Bilakis Portekiz ve İspanya’nın başlattığı son beş yüz yıla damgasını vuran uzak ülkeleri kontrol edip oralarda hakimiyet kurma, onların idari sistemlerini geleneklerini hayatlarını şekillendirme, biçimlendirme, değiştirme çabaları netice vermiş; ülkelerin özgürlüklerini kazandıktan sonraki halleri dahi değişmedi sanki.
Belgeselde, Soğuk Savaş döneminde Stalin’in emriyle Moskova’nın altında yerin dibinde tesis edilmiş bir düğmeye basınca dünyayı kana bulayacak nükleer sistemi görünce aklım bulandı. Nükleer bombalar da görüntüde yer aldı. Biraz da programı çeken BBC olunca “Rusya, gücünü kuvvetini reklam etmek istemiş galiba” dedim. Çünkü sistem tünellerle kapılarla iç içe geçmiş, hangi kapı nereye açılıyor bilinmiyor, dışarıdan bir kimsenin bilmesi de muhtemel değil zaten. Görevlinin açtığı kapının bir ucu Moskova Metrosu’na çıkıyor.
Seyrettiğim başka bir belgeselde Küba ve Haiti vardı. Dünya’nın meth eylediği Küba’da yokluk ve açlık var! Haiti de öyle. Yeryüzünün kendilerine benzer idarecileri beceriksiz ve faşist fakir ülkeleriyle birlikte en yoksul iki ülkesi. Haiti’de çocuklar sokakta ve sokak çocukları; içler acısı vahim bir durum! Anaları babaları yok. Kim kime dum duma bir ülke.
Küba:
İspanya sömürgesi iken devrimle başa gelen Castro’nun ülkesi. Ne olmuş devrimden beri bu ülkede? Fakirlik artmış, yokluk bile yok olmuş! Fidel ve Che’nin fotoğraflarını odasının duvarlarına asan sosyalist bir gazeteci hayranı olduğu Küba’ya gitmiş ve izlenimlerini gözlemlerini derlemiş toplamış güzel bir seyahatname yazmış. Özgürlük yok bu ülkede, internet yok, telefon yok, ev yok. İnternet hizmeti devlet tarafından halka açık alanlarda kısıtlı olarak sağlanıyor. Evi olanların kimler olabileceğini tahmin etmek güç değil. Seyahatname gele gele gelmiş şu iki cümlede kendini bulmuş: “İçim acıyor. Yine de gerçekle yüzleşmek mecburiyetindeyim.”
“Gençler Fidel’den hazzetmiyor, komünizme inanmıyor. Bilhassa yaşlılar… Küba’dan göçmeye gücü yetmeyenler…” Elbette “ille de vatanım diyenler” ve Fidel’i sevenler var. Ancak, para kazanmak için terkettiklerinden dolayı Küba’dan kaçanları da hoşnutlukla karşılıyorlar ve suçlamıyorlar. Diyorlar ki: “Sağlık ve eğitim bedava. Elektrik ve su ucuz. Tavuk, tatlı, pirinç ve yumurtayı devlet veriyor. Çalışmadan bile aç kalmazsın bu ülkede. Ülke güvenli!”
Küba’da “telefon ve internet hastalık gibi.” İnsanların maddi imkanı yok. Akıllı telefon 100 CUC değerinde. Bir CUC, bir EURO ediyor. Cuc ise vatandaşın kullandığı CUP’un 25 katı. Telefon ve internet konusu karışık, turistler için de karmakarışık!
Gazeteci “Küba değişiyor” diyor. Değişim de şu:
Trafikteki araçlar. Son yıllarda trafikte Çin otobüslerinde artış gözleniyor. Yazara göre Küba uzak olmayan bir gelecekte Çin misalinde olduğu gibi “serbest piyasa ekonomisine geçecek.” Firen ve direksiyon yine ülkeyi en fakir ülkeler arasına sokan Komünist Parti’de olacak.
(Yarım kalmış gibi bir yazı ama bu kadarını sundu Facebook efendi.)
ES
06 İlkgüz 2021
(Tarih içinde milletimizin kullandığı çeşitli takvimler var. Bu takvimlerin hepsi mahreç yeri neresi olursa olsun, Türk milletine aittir. Son kullandığımız takvimden önce Rumi Takvim sistemini kullandık. Rumi takvimden önce Hicri takvim sistemini kullanıyorduk. Bunları niçin yazdım? İlkgüz ve Teşrin gibi ay adları geçince Rumi takvime atıf yapmak istedim. Selçuklu devrinde Celali takvim sistemi güncel takvim olarak milletimiz tarafından kullanıldı. İncelemek isteyene bal gibi bir konu. Bildiğimi yazdım. Fazlası beni aşar.)
—
—
Bu yazıyı hangi tarihte yazdığımı bilmiyorum. Fakat BBC tarafından çekilen ve sunuculuğunu ünlü bir İngiliz kadın sinema oyuncusunun yaptığı belgeseli kaçırmadan gece yarıları seyretmeye devam ettim. Küba ve Haiti çekimlerinde ünlü sinema oyuncusunun ağladığına şahit oldum. Şudur: Baskının korkunun mahpusun idamın yaşam şartlarını millet lehine değiştirmediği bugün ispat edildi.
Hangi baskıcı yönetimde, hangi millet mutlu ve refah içinde? Zenginlik yani petrol zenginliği veya gökdelenler, kule gibi binalar, asla sanayi, endüstri ve teknoloji değildir; ekonomik lisanla gelişmişlik hiç değildir. Hatta tarihte piramitleri dikenler dahi millet tarafından sevilmediler, bilakis lanetlendiler. Ancak ahali korkudan ses edemediler.
Bugün ise emperyalizm her gün bir oyunla sahnede. Her şeye inanmaya gelince: Bence ağır yük! Çünkü yüce Mevla “araştırın” buyuruyor; sanmak ve zannetmek yerine araştırmak lazım.
Yerel sözlükler her yöreye göre değişkenlik gösterse de kullanmakta fayda var. “Keşik” sözcüğü Neşet Baba’nın güzel bir türküsünde geçiyor.