KARA LASTİKLER VE SOĞUKKUYU SOKAĞI
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uzunca bir süre kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın vazgeçilmez ayakkabısı olan kara lastiklerin öyküsünü hep merak etmişimdir. Çocukluk yıllarımızda bizim Çamlıdere ve köylerinde kadın erkek her yaştan herkes giyerdi, sonardan kadınlar için renkli olanlarının da çıktığını hatırlıyorum.
Günümüzde Çamlıdere ve köylerinde hâlâ belirli bir yaşın üzerindekilerden kadın olsun erkek olsun mesh üzerine giyenleri görüyorum. Hatta çok yaygın olmamakla birlikte tarlada bağda bahçede çalışan insanların ayaklarında da gördüğüm oluyor. Normalinden biraz daha pahalı, her daim cilalıymış gibi görünen, içi keçeli ve oldukça estetik olanlarını da gördüm. İlçemiz çarşısındaki ayakkabıcılarda halen her yaşa göre her çeşidinden bulmak mümkündür sanıyorum. Ülkemizin doğusunda, batısında, orta Karadeniz bölgesinde farklı yörelerde kamu görevlisi olarak bulunduğum yıllarda işim gereği gittiğim kasaba ve köylerde de giyenleri görmüştüm. Demek ki eskisi kadar yaygın olmamakla birlikte günümüzde de birçok yörede “Soğukkuyu” “Kara lastik” ya da “Cızlavet” ismiyle anılan lastikler halen giyilmektedir.
Eskiden bizim Kızılcahamam – Çamlıdere yöresinde bazen “Kara lastik” bazen de “Cızlavet” (hatta “Cızlavut” diye telaffuz edenler de olurdu) derlerdi ama daha çok “Soğukkuyu” isminin yaygın olarak kullanıldığını biliyorum. Küçükken bu ayakkabılara niçin “Soğukkuyu” denildiğine dair çocuk aklıyla kendimce bir fikir yürütmüş olduğumu da hatırlıyorum. Şöyle; yani kuyu gibi derince ve bilhassa kışın ayakları sıcak tutmaması nedeniyle “Soğukkuyu” denilmiş olabileceğini düşünürdüm. Ta ki ilkokuldan sonra ortaokula devam etmek üzere Ankara’ya geldiğim yıllarda, Ulus semtindeki Rüzgârlı Sokağı’na paralel Soğukkuyu Sokağı’nı görünceye kadar. Ortaöğretim öğrencisi olduğum 1970’li yıllarda bu sokakta halen bu lastikleri üreten atölyeler ya da tezgâhlar var mıydı şimdi hatırlayamıyorum ama “Şile bezi” “Paşabahçe camları” gibi yöresel ürün isimlerinden yola çıkarak, bu defa “Ha, demek ki Kara lastikler Soğukkuyu ismini bu sokaktan almış” diye önceki fikrimi tashih ettiğimi de hatırlıyorum.
Genç nesil giymemiş, hatta adını bile duymamış olabilir. 2014 yılında Ermenek’te meydana gelen kömür madeni ocağı faciasında oğlunu yitiren, kendisi de geçtiğimiz günlerde koronavirüsten hayatını kaybeden Recep Gökçe amcanın ayağındaki yırtık kara lastikler görsel medyada yer alınca uzun bir süre ülke gündemine oturmuştu. Yine genç kuşak bilmez ama bizim çocukluk yıllarımızda, merhum Recep amcanın ayağındakiler gibi yırtık ve eski olanları bile çok kıymetliydi. Hepsi birbirine benzediğinden bilhassa misafirliğe gidildiğinde ya da toplu bulunulan yerlerde bazen insanlar yanlışlıkla birbirininkini giyip giderdi. Böyle durumlarda yanlışlıkla da olsa kimin aldığı bilinemediğinden yitirilen lastiği bulmak kolay kolay mümkün olmazdı. Onun için insanlar, bilhassa yeni lastiklerine iple nakış atmak veya başka bir yöntemle işaret koymak suretiyle tedbir alırlar ya da gittikleri yelerde çıkarmak icap ettiğinde mümkün mertebe emniyetli bir yerde muhafaza ederlerdi.
Bu mevzuya girmişken kara lastiklerin menşei ile ilgili kısa bir google araştırması yaptım. 1900’lerin başında ilk kez İsveçli Carl ve Wilhelm Gislow kardeşler tarafından icat edilmiş. Gislaved şehrinde yaşayan bu iki kardeşin aslında otomobil lastiği fabrikası varmış, lastiğin markası da Gislaved’miş. Hurda lastikleri çöpe atmaktansa değerlendirmeyi düşünerek lastik ayakkabı üretmişler. Maliyeti oldukça düşük, satış fiyatı da çok ucuz olunca o yıllarda sadece İsveç’te değil bütün Avrupa ülkelerinde kapış kapış satılmış. 1930’lardan itibaren de Türkiye’ye satmaya başlamışlar. Tabi Türk halkının dili dönmediği için Gislaved diyememiş, “Cızlavet” demeye başlamışlar. Bir süre sonra Avrupa sanayisi gelişip de insanların talepleri değişince artık bu ilkel ayakkabılar Avrupa ülkelerinde satılmamaya başlamış. O yüzden de İsveçli kardeşler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Gislaved ayakkabıların üretimini durdurmuş. Öyle olunca Türkiye’de bu lastiklerin taklitleri üretilmeye başlamış, ilk üretim atölyeleri de Soğukkuyu Sokağı’nda imiş.
Ankara sokaklarını dolaşmak suretiyle ilginç bulduğum sokak isimlerinin nereden gelmiş olabileceğine kafa yorduğum şu günlerde fakülteden sınıf arkadaşım Ahmet Erkün’ün sosyal medya sayfasında bir çift Soğukkuyu lastiği görseli ile birlikte “20 sene önce sadece bu ayakkabılar vardı!” notu bu yazıyı yazmama vesile oldu. Ulus semtindeki Soğukkuyu Sokağı’nı öteden beri biliyordum, fakat günümüzde pek işlek bir sokak olmadığından sıkça yol uğrattığım bir yer değil. Sözünü ettiğim sokak gezilerim sırasında, en son bir hafta kadar önce geçmiştim Soğukkuyu Sokağı’ndan. Bu yazıyı yazmam icap edince bugün bir daha gittim ve kendimce o güzergâhta epeyce bir süre oyalandım.
Ulus Heykel meydanından Çankırı Caddesi’nin öbür tarafına geçip de kaldırımdan Dışkapı istikametine yürürken, Eski Roma Hamamı kalıntılarının olduğu alandaki Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne kadar olan mesafede art arda birbirine paralel dört sokak var. Bunlar sırasıyla; Rüzgârlı Sokağı, Soğukkuyu Sokağı, Erciş Sokağı ve Maliye Meslek Sokağı’dır ki hepsine de Çankırı Caddesi kaldırımı üzerinden geçiliyor. Baştaki Rüzgârlı Sokağı, her mevsim gece gündüz günün her saati hareketlilik içinde olduğundan öteden beri Ankara’da yaşayan herkesin bildiği ve bir vesileyle mutlaka gelip geçtiği bir yerdir. Günümüzde yoğun yaya trafiğinin yanı sıra araç trafiğine de açık olduğundan sanırım resmiyette cadde olarak geçmektedir.
Ama bir sonraki Soğukkuyu Sokağı öyle değil; Çankırı Caddesinden giriş yapılan sokak, ortalarda bir yerde sağdan Erguvan Sokağı ile sol tarafından da Eşdost Sokağı ile kesişiyor ve biraz ileride Plevne Caddesiyle de kesişerek orada son buluyor. Dolayısıyla takriben hepsi 200 m. kadar uzunluğunda küçük ve dar bir sokak diyebiliriz. Sağında yan yana birbirine bitişik hepsi de otel olan dört bina ile solunda yine bir otel var. Sokak girişinin her iki tarafındaki ilk binaların giriş ve çıkışı zaten Çankırı Caddesi tarafından işliyor. Sol tarafındaki ilk binaya bitişik otelin giriş çıkışı da Soğukkuyu Sokağı ile kesiştiği noktada Eşdost Sokağı’ndan işliyor, ancak Soğukkuyu Sokağı’ndan girişi olan zemin katında bir oto aksesuar malzemesi satılan dükkân ile otel girişinin bitişiğinde bir berber var. Sağ taraftaki ilk otelin zemin katında bir kadın kuaförü, ikincinsin altında mini bir market, dördüncü sıradakinin altında bir kuru temizlemeci var, iki katlı olan üçüncü sıradaki otelin altında ise otelden bağımsız herhangi bir işyeri gözükmüyor. Soğukkuyu Sokağı’na komşu diğer sokaklarda da çok sayıda otel olması nedeniyle bu mıntıka sanki bir oteller bölgesi gibidir.
Eşdost Sokağı, Soğukkuyu Sokağı ve Plevne Caddesi arasında kalan dikdörtgen alana, kitabesinde “Fetih Camii – 2017” yazan yeni bir cami yapılmış. Caminin dış mimarisi, avlusu ve çevre düzenlemesi dışarıdan bakınca çok güzel görünüyor. İçine de girdim ve umduğumdan güzel buldum, hatta imamıyla da konuştum kısa bir süre önce hizmete açıldığını söyledi, her bakımlardan her yönüyle estetik bir mimariyle güzel bir cami yapılmış diyebiliriz. Bu gözlemlerim sırasında bir taraftan da “Acaba bu sokağın geçmişini bilen yaşını başını almış birisine rastlayabilir miyim?” diye etrafa bakındım bir süre ama otellerin girişindeki görevliler ile otel müşterisi olduğunu sandığım birkaç insan görebildim uzaktan, lakin onlara bir şey sormadım. Nihayet giriş çıkışı Eşdost sokağından işleyen otelin zemin katındaki berberin tek başına içeride oturduğunu görünce yanına gittim. Kendimi tanıttıktan sonra burada dolaşma maksadımı da kısaca belirterek nereli olduğunu ve Soğukkuyu Sokağı’nın geçmişi ile birlikte kara lastiklerle ilgisi konusunda bilgisi olup olmadığını ya da buralarda bu konuda yeterli bilgi alabileceğim birisinin bulunup bulunmadığını sordum. Berber Ankara’nın Akyurt ilçesinden olduğunu, on yıla yakın bir süredir bu sokakta bulunduğunu söyledikten sonra “Buradaki esnafların hepsi aşağı yukarı benim gibi, o yüzden o kadar geçmişi bilecek birisi olduğunu zannetmiyorum. Ama duyduğum ve bildiğim kadarıyla eskiden burada suyu her mevsim soğuk olan bir kuyu varmış adını oradan alıyor. Kara lastikler ilk kez bu sokakta üretildiğinden dolayı da zamanla halk arasında Soğukkuyu lastikleri diye söylenmeye başlamış” diye zaten benim de bildiğim, tahmin ettiğim şeyler söyledi.
Aslında bu mevzuda önceleri tersten, yani “Acaba bu sokak adını Soğukkuyu lastiklerinden almış olabilir mi?” diye düşündüğüm de olmuştu ama öyle değil, geçmişte burada bulunan suyu soğuk kuyudan adını aldığı dolayısıyla kara lastiklerin de bu sokağın adını aldığı açık. Kara lastiklerin revaçta olduğu yıllarda Anadolu’nun çeşitli yerlerinden buraya toptan lastik ayakkabı alamaya gelen tüccarlar memleketlerine dönünce lastikleri satarken “Bunlar birinci kalite Soğukkuyu malları” diye söyleyip överlermiş ki ben de çocukluk yıllarımda bizim yörede satıcıların öyle dediğini çok iyi hatırlıyorum. Anlaşılan o ki zamanla söylene söylene kara lastiklerin adı Soğukkuyu Sokağı ile anılır olmuş.
Aslında bu bir başka yazısı konusu olabilir ama bu noktada bir ayrıntıya da değinmeden geçemeyeceğim. Ankara’da bazı sokak isimleri vardır ki bir sokaktan ziyade bir semti, bir mahalleyi veya bir çarşıyı anlatmak için kullanılır, başka şehirlerde de muhakkak öyle sokaklar vardır. Örneğin “Hamamönü” denildiğinde bir sokaktan ziyade, bir semt anlaşılır ki zaten Hamamönü Sokağı’nın kendisi takriben 200 m. uzunluğunda bir iki konağın, lokantanın, kafeteryanın bulunduğu küçük bir sokaktır. Rüzgârlı Sokağı, Konya Sokağı, Çerkeş Sokağı, Güvercin Sokağı gibi sokalar da öyledir. Dolayısıyla bu sokakların etrafındaki irili ufaklı onlarca sokağın bulunduğu mıntıka öne çıkan sokağın ismiyle bir çarşıyı, bir mahalleyi, bir semti anlatmak için kullanılır. Örneğin günümüzde birisi “Rüzgârlı’ya gideceğim” dediği zaman içinde Soğukkuyu Sokağı’nın da bulunduğu Ulus Heykel Meydanındaki dönerli kavşaktan itibaren Çankırı Caddesi boyunca Eski Roma Hamamı kalıntılarının olduğu yere kadar uzanan alan içinde ne kadar sokak cadde varsa o bölgeyi ifade etmiş olur.
Soğukkuyu Sokağı’nın da kara lastiklerin üretildiği yıllarda öyle olduğunu zannediyorum. Zira bizim öğrencilik yıllarımızda biraz yaşını başını almış kimseler “Rüzgârlı” yerine daha çok “Soğukkuyu” ismini kullanırlardı. Yani, örneğin “Soğukkuyu’da bir işim var” denildiği zaman, şimdiki Rüzgârlı mıntıkasının kastedildiği bilinirdi. Zaman içinde kara lastiklerin hayatımızdan çıkıp gitmesine paralel olarak gerek iş potansiyeli, gerekse buna bağlı günlük insan sirkülasyonu bakımımdan Rüzgârlı Sokağı daha bir ön plana çıkınca Soğukkuyu Sokağı ikinci planda kalmış, hatta unutulmuş diyebiliriz. Zaten şimdiki haliyle bu kadar küçük bir sokakta geçmişte o kadar üretim işletmesinin faaliyet göstermesi pek mümkün gözükmüyor. Öyle olunca yukarıda ifade ettiğimiz gibi günümüzde “Rüzgârlı” olarak bilinen mıntıka eskiden “Soğukuyu” olarak anılmaktaymış, öyle anlaşılıyor.
Ankara lastik piyasasında bizim Kızılcahamam’ın Kızık Köylüleri hemşerilerimizin yoğunlukta olduğunu biliyorum. Otuz haneli köyün hemen hemen her evinde her ailesinde lastik piyasasında çalışanlar var, Türkiye lastik piyasasında önemli paya sahip bazı ünlü markaların sahiplerinin de aslen Kızık köyünden olduğunu duymuştum. Günümüzde oto lastik ticaretinin yoğun olduğu mıntıka Soğukkuyu Sokağı’na yürüme mesafesinde bulunan İskitler bölgesidir. Ayrıca, gerek İskitler’de gerekse Ostim bölgesinde bizim Çamlıdere’nin Elmalı köyünden hemşerilerimizin de lastik ticaretiyle meşgul olduklarını biliyorum, içlerinde zaman zaman uğradığım tanıdıklarım var. Vaktim elverdiğinde bir gün İskitler’e ve Ostim’e giderek Kızılcahamamlı, Çamlıdereli hemşerilerimizle de lastik piyasasının ve tabi ki Soğukkuyu Sokağı’nın geçmişiyle ilgili konuşmak isterim.
Son söz olarak şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim. Geçmişte yokluk ve sefalet içindeki Anadolu köylüsünün vazgeçilmez ayakkabısı olan bir çift “Soğukkuyu lastiği” figürünün dizayn edilerek, Çankırı Caddesinin Soğukkuyu Sokağı’na giriş kısmında uygun bir yere dikilmesi gerekliliğini düşünüyor ve ilgililere öneriyorum.
Böyle bir görselin özellikle yeni kuşağa; geride bıraktığımız yaklaşık bir asırlık süreç içinde, ülkemizin ekonomik bağımsızlık yolunda ve sanayi malları üretimi noktasında geçirdiği merhametlere dair en veciz biçimde bir fikir vereceğini düşünerek önemsiyorum.
25 Eylül 2021
Ali Rıza Atasoy / Eğitimci Şair Yazar