Amasya İtimat

“KALABALIK YALNIZLIK”

0
514

Naci Konyar
Edebiyat olmasaydı yalnız kaldığında bir insanın neler düşündüğünü hiçbir zaman öğrenemeyecektik. Yalnızlık üzerine olan bir yazıyı iki kişi birlikte yazamayız. Yalnız olmak zorundayız. Şu an önümdeki beyaz kağıda yazarken olduğu gibi. Hayatta bildiklerimizi başkalarından, onların konuşmalarından, yazdıklarından ve de ürettikleri eserlerden öğrendik.
Avrupa’da 2024 yılında İngilizce sözlükler yılın kelimesini “beyin çürümesi” olarak seçmişler. Türk Dil Kurumu da yurt dışındaki dil, dernek ve kurumların yaptığı gibi aynı geleneği başlatmış, uzmanlardan oluşan bir kurulun gözetiminde bir milyondan fazla kişiden toplanan verilerle 2024 yılının kavramı olarak “kalabalık yalnızlık”ı seçmişler.
“Kalabalık yalnızlık” yaşadığımız modern hayatın çelişkisini ifade ediyor. İnsanlar giderek daha büyük şehirlerde, kalabalık ortamlarda yaşıyorlar. Ama herkes giderek kendi evinin içinde hapis oluyor. İletişim teknolojisi insanların evlerinden çıkmadan ihtiyaçlarını giderecek bir noktaya getirdi. Ancak bunlar olurken de insanlar sosyal bağlardan yoksun kalmaya başladı. Yalnızlık tüm dünyada pandemiye dönüşmüş durumda. Nüfusun %54’ü kendisini çok yalnız hissediyor. Tek başına yaşayanların sayısı 10 yılda 5 milyonu geçmiş. TÜİK’in bu verileri kalabalık içinde yaşanan yalnızlığın toplumsal bir kriz haline geldiğini gösteriyor.
Yaşam tarzı değişikliğinden kaynaklanan bu yalnızlık salgını, yoğun çalışma saatleri, dijital bağımlılık, insanları sohbet ve muhabbetten, yüz yüze etkileşimden uzak tutuyor. Artan hayat pahalılığı evlilik oranlarını ve çocuk doğurganlık oranlarını azaltıyor, boşanmalar ise artıyor. Bütün bunlar da bireyleri giderek tek başına yaşamaya itiyor ve onların yalnızlık hissinin derinleşmesine neden oluyor. Sosyal medyada whatsapp gruplarında son derece “kalabalıklı” hayatların ardında yalnızlık yatıyor. Artık insanlar yalnızlığı sadece fiziksel bir durum olarak değil, ruhsal bir boşluk olarak da yaşıyorlar.
Bu yazıda ifade ettiğimiz yalnızlık “arkadaşlık” ihtiyacının karşılanamıyor olmasını ifade eden yalnızlıktır. Oturup iki kelime konuşacak arkadaş bulamamaktan, hayatın anlamını birlikte arayacak bir dosttan eksik olmaktan söz ediyoruz. Toplumda oluşan derin yalnızlığın kalp hastalıkları, tansiyon, bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi sağlık sorunlarına yol açtığını, bir üniversitenin araştırmasına göre yalnızlığın ölüm riskini artırdığı ve günde 15 sigara içmek veya alkolik olmakla eş değer olduğunu belirtiyor. Japonya da 2024 yılında 37 bin kişinin yalnız öldüğü ve 4 bin kişinin ölümünden bir ay sonra bulunduğu da düşünüldüğünde yalnızlığın dünyada toplumsal bir halk sağlığı krizi olarak ele alınması gerçeğini ortaya koyuyor.
Yalnızlık toplumsal bir hastalığımız ama çözümü olmayan bir sorun değil. Kimi ülkelerde bu sorunu çözmek için “Yalnızlık Bakanlığı” kurulmuş olsa da şimdilik bizim toplumumuzun buna ihtiyacı yok. Yapılması gereken çok değil birkaç kuşak önce köylerimizde mahallemizde var olan sosyal gelenekleri bugün ki toplumun ihtiyaçlarına göre teknolojinin olanaklarını kullanarak günümüze taşımaktır. Özellikle belediyelerin sosyal bağları güçlendiren projeler geliştirmesi, eğitimde empatiye önem verilmesi, iş yerlerinde sosyal etkileşimi teşvik eden uygulamalara ağırlık verilmesi gerekiyor.
Toplumumuzda “Yalnızlık Allah’a mahsustur” lafını en çok hanımı vefat eden dul beylerin evliliklerine mazeret olarak ileri sürüp karşı çıkanlara gerekçe olarak gösterdikleri bir sözdür. Yine toplumda güzellerle zenginlerin yalnızlıkla ilgili bir sorunları yoktur. “Şimdi rağbet güzel ile zengine” diyen şairimiz bir toplum gerçeğini dile getirmiştir. Türk Edebiyat Dergisi’nden bir anekdot da bunu anlatmaktadır:
“Yalnız yaşayan yaşlı bir kadın tek odalı evinin önünde oturmuş güneşleniyormuş. Yoldan geçen beyin oğluna seslenmiş:
-Günaydın oğul
-Günaydın nine. Nasılsın iyi misin?
-İyiyim oğul. Sen nasılsın? Gel otur oğul, biraz yarenlik edelim.
-Aman nine, bir tek iskemlen var, beni oturmaya çağırıyorsun.
-Haklısın oğul, benim bu pılı pırtımı bir horoz bile götürür ama gönlümü kervanlar taşıyamaz.”
Yalnızlıkla ilgili bir şeyleri paylaşmak için yazıya başladığımda buna bizim kültürümüzde tevafuk deniyor. Rizeli meslektaşım okul arkadaşımdan bir mesaj aldım. Birlikte olmanın değerini anlatan mesajda şunlar yazıyordu:
“İran’lı ünlü şair, Füruğ Ferruhzad der ki: “Suyun yaradılışına hayranım. Eğer ağaca eşlik ederse, onu tomurcuklandırır. Eğer ateşle temas ederse, onu söndürür. Eğer kirlilikler ile karşılaşırsa, onu temizler. Eğer un ile kucaklaşırsa, onu pişirime hazır hale getirir. Eğer güneşle birleşirse, gökkuşağı oluşur. Ancak yalnız kalırsa eğer, gitgide kokuşur. Gönlümüzde Su’ya benzer, başkaları ile olduğunda yaşayan ve etkileşebilendir. Yalnızlıkta ise ölü ve tutuktur. Birlikte olmalarımızın değerini bilelim. Öyle insanlara çıksın ki yolumuza; kalbimizi tomurcuklandırsın, yeri gelince söndürsün yeri gelince temizlesin, pişmeye hazır hale getirsin, gökkuşağımız olsun. “Su gibi aziz ol der”, Hz. Mevlâna.. Su gibi aziz olun, olalım…”
Yazımıza Jean-Louis Fournier’in “Tek Yalnız Ben Değilim” kitabından bir alıntıyla son verelim.
“İnsanoğlu yalnız olmayı sevmez. Çiçeğin açmak için nasıl güneşe ihtiyacı varsa insanın da gelişmek için başka insanların sıcaklığına ihtiyacı var. Yalnızlık insana zor gelir, yalnız kalan insanın canı sıkılır.
Toplu konutların mimarlarının kesinlikle uymak zorunda olduğu bir talimat vardır: İç duvarlar çok ses geçirmez olmamalıdır. Hiçbir sesin duyulmadığı apartman dairelerinde oturanlar sık sık endişeye kapılırlar. Kendilerini çok yalnız hissederler ve bu ruh hali sağlıkları için iyi olmaz. Başkalarının sesleri, fakirlerin ortam müziğidir”
Öyle hasretim ki bir dost sesine
Beni bugünler de ara ne olur.

Yorum Ekle