Dedem namaz kılıyor
İkindi namazı
Afulu’da Danalık’ta
Küpeli armudunun gölgesinde
Namazlağ önünde
Irbık yanında
Dedem kaval çalıyor
Kara koyun suluyor
Kendini koyverip bazan
Uzaklara dalıyor
Duygular yağmur gibi
Sanki hüzün yağıyor
Dedem laflıyor
İkide bir bizim Cafer diyor
Koca Molla Çarşamba
“Bizim Cafer” can kardeşi belli
Onu anımsıyor onu konuşuyor
Zayir unutamıyor
Dedem Kur’an okuyor
Bağdaş kurmuş ocağın başına
Kor ateş cınga saçarak yanıyor
Yanık sesinde
Kur’an gök kubbeyle buluşuyor
Allah kelamı nefesinde
Dedem toplum adamı
Namazda imam
Ehl-i vukuf meselede
Başında alemin tasası gamı
Eli Elekçi Ahmed’in abasında
Sabah yamıyor akşam yamıyor
Dedem cigara dürüyor
Ağızlığı hazır
Şadırvan’da oturuyor
Sol yanında Alaçul var
Kapı önünde Molla Kaya
Öyle kalabalık ki hatıralar
Enver Seyhan
2022
*
-Şiirde yer verdiğim Cafer Çarşamba’da ikamet eden, yaz gelince Akdağ Baldıran yaylasına göçen dedemin can dostu, yayla komşusu ve çobanlık arkadaşı. Can kardeşi demeliyim, can kardeşinden de öte demeliyim. Onu anmadan durmazdı. Bir yerde geçmişten, yaşamdan, hayattan, yayladan, koyundan, kuzudan, söz ediyorsa orada Cafer emmiden bir iki hatıra da vardır. Rahmetlik babam gıyabında Cafer emmi diye hitap ederdi. Amcam da bugün aynıdır, değişmez. “Emmi” çok çok mühim kelimedir, özdür, köktür; baba gibi. Ben dünya gözüyle görmedim. Belki de onun dünya ömrüne yetişemedim; yetişmiş isem de seçemedim. Evlâd ü ıyali vardır ancak onları da tanımadım; tanısam dahi bugün aşinalığa dair bir emare yok belleğimde.
-İkinci şahıs Koca Molla. Çarşambalı o da. Koca Molla’yı Bayramalanı’nda dedemle kucaklaşırken ağlaşırken vedalaşırken tanıdım ilk defa; ancak adını çok duymuştum. Demek ki ziyaret için yaylaya gelmiş. Biz de mal melal peşinde olduğumuzdan belki de haberdardılar birbirlerinden; Bayramalanı’nda buluşup oturdular ormanın gölgesine, uzunca süre sohbet ettiler ve nihayet Koca Molla ayrıldı. Soğukpınar boğazından veya Kertil boğazından aştı geçti gitti, gözden ıradı.
Bu arada zatın asıl adını bilmiyorum; bugün bilse bilse emmim bilir. Başka kalmadı sanki o günleri bilen eden.
Bir hatırası aklımda kaldı. Babaannem anlatmıştı. Vaktinde köye gelmiş ziyaret için ve yüklükteki yorgan, yastık ve döşek yığınını görünce; ” bacım bunlara zekat düşüyor; günlük olarak kullanılmıyorsa” demiş.
Buradan müslüman bir kimsenin hayatına giren zenginlik ölçüsünü, zekata dair inceliği ve sırrı anlamak hiç de zor değil…
Bu şahıslar gerçek alemde buluştular. Yüce Allah’ın izniyle orada cennet bahçelerinde olsunlar.
-Alaçul:
Asıl adı Ahmet olan bu şahıs dedemin arkadaşıdır. Amcamın da kayın pederi. Aileye İsmailoğlar diye hitap ederdi dedem. Babalarının adı İsmail olabilir. Aile Omaloğlar boyundan. Köyü kuran sülale Omaloğlar. Ömür sürdüğü devirde Alaçul namıyla meşhurdu. Gerisini ilerisini bilmiyorum. Elinde bastonu vardı. Afulu’dan Şadırvan’dan ve beraber mal da güttük; oradan biliyorum. Yeni yetmeliğimde hayattaydı. Karısını da tanıdım, Hasan’ın Emine. Dedemle kocanam -babaannem öyle anarlardı.
Hasan İkidişler kabilesinden. Oğlu olmamış. İki kızı olmuş. Diğer kızı da Fadime. Fadime’nin kocasının adı Mustafa. Nam-ı diğer Alaçul’un yani Ahmet’in kardeşi. Hemen kapı komşusu olan bu aileler, iki kız kardeşi iki kardeşle evlendirmişler; iki kardeş bacanak oluvermişler.
-Molla Kaya:
Kaya adı çocuk durmadığında konulurmuş isim olarak; öyle aklımda kalsa da normal şartlarda da niçin konulmasın? Köyümüzün ilk imamı Mahmut Hoca’nın torunu. Kavak’tan gelip köye imam durmuş ve yerleşmiş. İmam durmasını sağlayan da Hebişler boyunun büyüğü Hacı Reşit Ağa. Hacı Reşit köye gelip yerleştikten sonra eski yerine ilk kez Camii inşa eden şahıstır. Adını taşıyan torunu Hatip -Mehmet oğlu Reşit ise Oba’dan 1970’lerde Sonusa’ya göçmüştü. Karısı (Adı Saliç miydi?) Sonusa kasabasından olmalıydı. Orada yerleştiler.
Kaya dedeyi yakından tanıdım. Yedi yıl cepheden cepheye koşmuş bir gaziydi. (7 yıl kaldı aklımda. Fazlası noksanı olabilir.)
İlkokul öğretmenim Mehmet Hoca’nın babasıdır. Karısı Hava ebe de benim nezdimde bütün bu andığım insanlar gibi nezih bir insandır. Hatıralarımız var. Komşu olduğumuzdan çokça oturup kalkardık. Molla Kaya’nın bastonunun elcek kısmı farklı idi yani düzdü, bükülmemişti. Çocukken hayret ettiğim olmuştur. Şadırvan’ın kapı ağzına otururdu; zaman zaman da bu bastona yaslanırdı. Yazın öğle ve ikindi namazlarında ezandan sonra bir müddet beklerlerdi; şimdiki gibi hemen namaza durmazlardı. Belki cemaat toplansın diyeydi, bilmiyorum.
Bugün bu insanların bedenleri yok. Adları yok. İzleri yok. Hatıraları silinmiş. Onların devrine erişmiş olanlarla kısa bir hasbihal yolculuğuna çıktım. Onlarla beraber burada adı geçmeyen nice nice insanı gıyabında andım. Bu yolculuk kimi zaman gereklilik arz ediyor, yorgunluk hissetmeye başladığında, bunaldığında insana güç kuvvet veriyor. Bu güç ve kuvvet sayesinde insan yarınlara hazırlanıyor.
Not:
Geçen hafta vaiz özetle dedi ki:
“Kişinin hoşuna gitmeyen lakapla çağırılması anılması bahse konu edilmesi bir insana gıybet olarak yeter de artar.”
Belki lakap değil de şan şöhret ve nam olarak ifade ettiğim bu takma adlar kişinin hayatında üzerinde taşıdığı tanınma bilinme ayırt edilme ünvanıydı; kim bilir?
Bazı kişiler vardı ki gerçek adını bilmediğimden lakabıyla hitap ettiğim oldu. Onlar da asla bu hitaptan dolayı gocunmadılar.
Elbette hor ve hakir gören takma adlar asla tasvip edilemez.