Amasya İtimat

Hüvelen Kale ile Boğazkesen kalesi, Erbaa Phanaroia

0
28
Enver Seyhan 
Erbaa Phanaroia
Annesi
Zito
Pandoksen
Cabussiye
Hayruriyye (Boğazkesen)
Bölgenin coğrafi yapısında batı istikametine doğru eski dönemlerde insan gücüyle kısa sürede hal edilemeyecek dar geçitlerin ve boğazların oluşu Yeşilırmak’ın o zamana göre taşıdığı suyun gücü büyük sorun teşkil etmiş olmalı ki “Ulu Yol” Erbaa Ovası’ndan sonra iki ayrı kola ayrılıyor ve öyle devam ediyordu. Yollardan biri Eksel ve Bidevi tarafından Darma Ovası’na varıyordu. Bu ovanın adı Strabon’un dilinde Pandöksen olarak ifade ediliyordu.
Diğer yol ise Kale Boğazı ve Sonusa tarafından batıya doğru istikamet belirliyordu. Batı istikametinde devam eden “Ulu Yol” bugünkü Zuday, Arpaderesi, Sepetli, Halamaz ve Destek köylerinin bulunduğu vadiyi takip ederek Dere Boğazı’ndan Ladik’e ulaşıyordu. İki bin sene önce bu köylerden antik adı Zito olan Zuday yerleşim yeriydi. Antik dönem bilindiği gibi MÖ 3500 yıllarından başladı ve Kavimler Göçü’ne kadar sürdü. (MS 375 diyen de var, 476 diyen de var.)
Bölgenin Batı hududu bugünkü Kuzgeçe veya Durucasu Boğazı olup güney istikametinde Baraklı ve Tasna ile Sakarat Dağları’na varıyordu. Bu durumda kendi içindeki boğazlardan ve geçitlerden dolayı Erbaa – Taşova bölgesini Antik Çağ’da üç ana bölümde değerlendirmek yerinde olur. Bunlar; Erbaa ve Sonusa ovaları, Pandöksen bölgesi ve Destek Çayı vadisi şeklinde sınıflandırmaya tabi olurlar. Elbette Osmanlı zamanında evrak üstünde ve idari manada Karakuş nahiyesi de 16. yüzyıl sonlarına kadar bu bölgeden sayıldı. Bugün de yarı yarıya bu bölgeye dahildir. Burada ayrım yapmamın nedeni yerel tarih açısından ve tarihi akış çerçevesinde bugünkü Taşova ve Erbaa kazalarının bulunduğu bölgenin yerel anlamda ele alınıp araştırma ve incelemeye dahil edilmesidir. Zira Pontos Krallığı zamanından beri ve Osmanlı devrinde bölge hep bir arada idari sistem içinde yer aldı.
Bölgenin Osmanlı döneminde nahiyeler şeklinde ayrıldığı bu nahiyeler üzerinden tahrirde yer aldığı görülüyor. Son dönemde bölge Sonusa, Erek, Ziğdi ve Taşabad nahiyelerinden ibaretti. Sonusa ve Taşabad’a bağlı köyler genel itibariyle bugünkü Taşova ilçesi unsurları olup Ziğdi ve Erek nahiyelerine bağlı köyler de Erbaa ilçesi köylerini oluşturuyor. Burada Karakuş nahiyesi bugünkü idari yapıda Ordu iline baglanmış ve adı Akkuş ilçesi olarak değiştirilmiştir.
Karakuş Kalesi ve Hüvelen Kale ile Boğazkesen kalesi bölgenin bugün itibariyle bilinen ve yerleri belli olan kaleleri olup Pontus devleti tarafından inşa edildiği malumdur. Boğazkesen kalesi tahrip olmuş olup Hüvelen Kale ve Kevgir Kalesi ayaktadır. Ancak Huvelen Kale hakkında bir bilimsel çalışma yoktur. Bu kaleler Canik (Paryadres) Dağları’na Pontos devletince inşa edilerek -hehalde gelecek büyük tehlikeye karşı önlem mahiyeti taşımaktaydı. Yani Roma İmparatorluğu’nun baskısına karşı tedbir olarak inşa edilmişlerdi. Helbette korkulan oldu ve Roma İmparatorluğu bölgeye seferler düzenledi. Sonunda bölge Roma İmparatorluğu’nun eline geçti.
Bölgede topraktan -arkeolojik kazılar sonucu çıkan zeytin sıkma ağırlık taşlarından anlaşılan odur ki; Strabon’un da yazdığı gibi bu güzel ovalarda ve vadilerde bol miktarda üzüm ve zeytin yetişiyordu veya üretiliyordu. Civek üzümü (Dimnit) kendiliğinden ve zahmetsiz yetişen bir üzüm türü olup o günlerde sıkılıyordu, şıra ve şerbet yapılıyordu belki ama zaman içinde terk edildiği malumdur. Bugün sadece tarla bağ bahçe kıyılarında yaşam mücadelesine devam ediyor. Alpaslan Müzesi’nde zeytin sıkma -pres ağırlık taşları (bu taşların yerini Türklerin bölgeye yerleşmesiyle birlikte Sıktaç aldı) sergileniyor. Ayrıca Sepetli köyü tümülüsleri incelenecek olsa belki de bölge hakkında daha net bilgilere ulaşmak mümkün olur.
Bir de çocukluğumda Karamuk ve Ahilu (Afulu -Ahulu) bölgesinde arazinin ortasında araziyi ikiye bölen adına “sırma” denilen bir yol vardı. Gidiş gelişte iki kağnı sığacak genişlikte ve iki tarafı sıralı ağaçlarla korumaya alınmış, belki de bilinçli olarak gölgelendirilmiş bir yoldan söz ediyorum. Bazı yerlerde yol kayboluyor veya zaman içinde bozulmuş olduğu için görünmüyordu. O bölgede bu yollar bugün de aynen özelliğini koruyor. Canik Dağları boyunca bu yolların varlığına inanıyorum.
Buraya nereden ve niçin geldim?
Araştırırken bölgede yapılan arkeolojik çalışmalar hakkında birkaç eser ve araştırmacı kaydına tesadüf ettim. Bölgede ilk arkeolojik araştırma 1836 yılında W.J. Hamilton tarafından gerçekleştiriliyor. Daha sonra 1890’lı senelerde J. A. R. Munro antik yollar konusunda çalışma yapıyor. İfade edeyim ki bölgede arzu edildiği gibi genişçe ve uzunca arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır. Umarım zaman içinde konuya hevesli bilim insanları çıkar.
Munro Canik (Paryadres) Dağları’nın etekleri ile Kelkit Irmağı’nın sağ yanındaki düzlüğün
arasından geçen Eupatoria’dan Kabeira’ya kadar uzanan bir yol tespit etmiştir. Pontos kralı 6’ncı Midhradates tarafından kurulan bu şehir tam da Boğazkesen kalesinin önünde ovaya doğru uzanıyordu. Ne Eupatoria ne de Pompeius tarafından aynı yerde kurulan Magnopolis kentleri bugüne ulaşamamışlardır. (Belki erken dönemde harap olmuşlardır. Gerçi Opator kentini Kral Mithridat kendisi yakıp yıkmış harabeye çevirmişti.)
Bu kentlerin yerine günümüz lisanıyla Erbaa demek lazımdır. Kabeira ise bugünkü Niksar şehridir.
(Konuya Dair Geniş Bilgi: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dr. H. Uyanık: Tunç Çağ’ında Erbaa.)

Yorum Ekle