Enver Seyhan
21 Aralık 2019
Tecrübe, geçmişin iyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, tatlısıyla biriktirilmesi, depolanması, saklanması, kendi harcında yoğurulması, muhafaza edilmesi, yeri ve zamanı geldiğinde mahfazadan alınarak bugüne ve yarına müspet veya menfi anlamda amacına dair katkı sağlamasıdır. Tecrübe, esasta kılavuz veya rehber olarak da ifade edilebilir. Bir nevi ayna!
Yazdığım yazıların bazılarında yörenin, bölgenin, şehrin veya şahsın namını tekrar eden, kişiliğe şöhret katan, adını güçlü kılan, diri tutan, geçmişin ve dahi yarının hikayelerine adeta başlık teşkil eden lakapları, müstear adları, ünvanları veya mahlasları kullanıyorum. Hoşuna gitmeyen haz etmeyen olur. Diyorum ki: “Dün soyadı mı vardı?” Son yüzyıl içinde geldi ve yerleşti soyadı; ancak bazı durumlarda soyadı yerin, yörenin, şahsın ağırlığına, kitlesine, kütlesine, mahiyetine kifayet etmiyor. Bundan mütevellit kişilerin, yörelerin, şehirlerin ayrıca anıldıklarında münhasır ünvan veya lakapları da kullanılıyor.
Öyle insanlar tanıdım ki, eskiden beri gelen ve tanınıp bilinmelerini sağlayan, geçmişleriyle fevkalade bağ kuran yerleşmiş, yer etmiş lakap veya ünvanı soyadı olarak yeniden tescil ettirmişler. Hakaret ve istihfaf söz konusu olmadığı sürece, bunun gocunulacak bir tarafının olduğu kanaatinde değilim. Bilakis insana gurur da verir. Yıllar evvel katıldığım bir seminerde, bir hafta boyunca uzmanlarından “insan niçin ve ne için yaşar?” konulu konferans almıştım. Uzmanlara göre, hayatın gayelerinden bazıları “tanınma, bilinme, adamdan sayılma, kabul görme ve beğenilme” mefhumlarıydı.
Doğduğum ve büyüdüğüm köyden çok defa bahsettim. Hatta nedendir bilmiyorum, üzerime vazife görüp köyümün geçmişini araştırmaya, irdelemeye, incelemeye, bilmeye çalıştım; bu vesileyle topladığım bilgileri kaleme almaya gayret ettim. Merak olmadığında beyin işlemez, durgunlaşır, öğrenme hazzının tadına varamaz. Meraktır insana yaşam içinde hedef tayin eden; meraktır azimdir hayata bağlayan insanı…
Yoksa dünya ebedi değil. Dede Korkut’ta geçtiği gibi: “Ölümlü kalımlı yalan dünya.”
Felsefe üstüne söyleşiler gerçekleştiren bir ilim ve bilim insanı dünkü takip ettiğim proğramında bu konuya da değindi az çok. Belki benimki de bir merak ürünüdür denli geliyor bana. İlgi alanıma giren konularda merak etmediğim gün bu dünyada ekmeğim kesildi, demektir zannediyorum; bunu gayet iyi biliyorum, duyuyorum ve hissediyorum da…
Babaannemin dayısıgil kabilesinin adı “Kuruhüseyinoğulları” olarak geçiyor veya “Kurular” olarak biliniyor. Bu ünvanı babaannemden çok defa işittim, fakat sormadım, yahut sordum da unuttum, bu konuda net değilim. Tabii ki maziye dair konularda, kendimce nedenlerden ötürü kendimi kusurlu ve suçlu buluyorum. Zira bir asır geriye doğru her günü, her ayı, her yılı bana hikaye edecek olan ve dahi sohbet aralarında, ocak başlarında mevzubahis bu gibi konuları dedem ve babaannem konuşurlardı; hayıflanmak için bile artık çok geç kaldım.
Kuruhüseyinoğulları boyunun büyüğü için Kuru Hüseyin adını kullanacağım yine, hakikat teyit edilene kadar; Kuru Hüseyin, Zuday’dan Oba köyüne göç eder. Göç etmesine vesile olan da muhtemelen ablası, kocanamın babaannesi Mastık Karı’dır. Mastık Karı’nın adını bilmiyorum. Mastık Karı, Omalaoğulları boyunun başı Hacı Gülağa’nın karısıdır.
Kuruhüseyinoğullarının köydeki mevcut iki büyüğünden birini tanıdım. Adı Ahmet idi ve Dırık lakabıyla nam salmıştı. Diğeri ise, Mehmet ama kendisini hayatta iken görmedim, tanımadım. Bir de Osman var, güreşirken kolunun kırıldığı, Tokat’a hastaneye götürüldüğü ama nasıl olduysa vefat ettiği anlatıldı. Bahsi geçecek olan amcasının kızı Fadime ile evli olduğuna ilişkin bilgiye ulaştım.
Adı geçen zatların kız kardeşlerinin adı Emine. Sinn-i izdivaca erince Gümüşhane göçmeni Bayram ile evleniyor. İki oğlu dünyaya geliyor. Büyük olanı Bayram’ın Mıstık’ı yakinen tanıdım; sohbetim muhabbetim oldu. Ankara’dan tekaüt olunca köye yerleşti ve köyde vefat etti. Bayram’ın Yunus’u ise köye gelişlerinde gördüm, sadece gördüm. Bayram Özyurt
epeyce evvelinde Ankara’ya yerleştiğinden dolayı şahsen tanımadım.
Kuru Hüseyin’in yedi erkek evladı olduğunu söylediler. Yirminci yüzyılın başında başlayan şavaşlarda Seferberlik’te belki de İstiklal Harbi’nde evlatlarının tümü şehit düşüyor. Önceki yazılarımda ifade ettiğim gibi son evladının karalı kağıdı geldiğinde kendini yanan ocağa atıyor, yanıyor ve bu yara ile de bir müddet sonra bu dünyadan göçüyor.
Torunları bugün itibariyle altıncı veya yedinci göbek olmalılar.
Kuru Hüseyin, Mustafa, Mehmet, Mustafa, Mehmet
…
Eskiden beri dededen toruna isimler tekrar edilir. Sülale geriye doğru ufak tefek şaşmalarla aynı adlarla devam eder gider. Zira üç beş erkek çocuk olunca başka isimler de araya giriyor. Durum kızlarda da aynıdır.
…
Koca Memmed’in Osman’a ağıdından bir kıta.
Tokat’ın yolu taşlı
Fadime’m kalem kaşlı
Kalem kaşlı Fadime’m
Ağlasın gözü yaşlı