Ülkemiz moral bir çöküntü ve gerilim içinde. Her akşam izlediğimiz televizyon haberleri içimizi karartıyor. Hakkı, hakikati riyasız dosdoğru bir şekilde anlatan yok. Her hafta ayrı bir olay. Gelen her hafta gideni aratıyor. Arka arkası kesilmeyen Ergenekon iddiaları, hangisi gerçek hangisi değil bir sürü iddia var. Ve halkımızın şaşkınlıkla izlediği tarihi bir süreç yaşıyoruz.
Bundan on yıl önce ülkemiz bir deprem felaketi yaşamıştı. O felaket sonrası televizyonlarda her akşam deprem profösörlerini dinlemiştik. Şimdi de yaşadığımız hukuk depremi nedeni ile ekranlarda bolca hukuk uzmanı izlemek durumunda kalıyoruz.
Aziz Nesin Türkiye’de üç kişiden beş kişi ozandır demişti. Bu günlerde de üç kişiden beş kişi yargıç kesildi Türkiye’de. Herkes kendi hukukunun doğruluğunu ispat peşinde…
Ülke gündemi öyle değişken ki insanımız, ortalığı çingene çadırına döndüren kişi, kurum, partilerden birinin destekleyicisi olmakla ülkenin ve milletin kurtuluşa ereceği zannında…
Evet şu anda ülkemiz insanı yaşanan olaylar karşısında aynı frekansta hissetmek, aynı hassasiyetle olayları değerlendirmek, aynı tespit ve teşhiste bulunma konusunda kararsızlığa düşmüş durumda. İktidarla muhalefet, iktidarla kurumlar arasında yaşanan sıkıntılardan orduyla, yargıyla olan gerginliklerden halkımız huzursuzluk ve endişe duyuyor ve bir ülkenin iktidarının ordusuyla, yargısıyla kavga içinde gösterilmesine gönlü razı değil.
Bir tarafta halkın hür iradesi ile seçilmiş bir iktidar, diğer tarafta aynı halkın kendi evlatlarından oluşmuş ordusu. Halkının kurumlar içinde en çok güven duyduğu ve peygamber ocağı olarak değerlendirdiği bir kurum var.
Bir televizyon programında dinlemiştim;
Bir kadın elinde sefertası nizamiyeye yaklaşıyor nöbet tutan ere; oğlum diyor.
– Bana kışlada pişen yemekten biraz yemek getirebilir misin?
Nöbet tutan er kadına soruyor:
-Evinde yemeğin yok mu fakir misin deyince kadın:
-Oğlum fakir falan değilim. Evimde yemeğim var. Ancak benim evde hasta bir oğlum var. Burası peygamber ocağı burada pişen yemekten oğluma yedirirsem belki şifa bulur inancıyla sizden yemek istiyorum der…
İşte Türk milletinin askere bakışı bu askerine verdiği değer bu .
Oy veren bir halkın zekasından kuşkulanmaya kimsenin hakkı olmadığını söyleyerek, yönetenlerinde bizim yöneticilerimiz olduğunu belirtip milli irade ile ordumuz arasında yaratılmaya çalışılan gerginliğin bir an önce giderilmesini diliyoruz.
Türkiye’de siyaset hayatında asker ağırlığını demokratik ölçülere göre ağır bulanlar vardır. Bunda haklılık olabilir fakat Türkiye şartları, ülkenin jeopolitik durumu, siyasetin duyarsızlıkları göz önüne alındığında bunun bir sakınca değil bir sübap oluşturduğu açıktır.
Milletimizin gönlünde askerin ayrı bir yeri vardır. Çünkü bu milletin dünya üzerinde ölmediği bir yer yoktur. Kore, Yemen, Libya, Kafkasya, Çanakkale… Bu birbirinden binlerce kilometre uzakta olan yerlerde Mehmetçik ardında şeref ve şan bırakarak hep şehit düşmüştür.
Şunu demek isteriz ki…
Devlet bizim devletimiz, iktidar bu halkın iradesi, ordu bizim ordumuz, halkımızın göz bebeği, yargı mülkümüzün temeli böyle bir ortamda körü körüne inatlaşarak, hırsla, kinle taraflardan birinin müdafii kesilmek yarasa, yarasa ülkede hasım sayısının artmasına yarar.
Taraf olmak taraf olduğunuz cenahın dar iklimine mahkum olmak demektir. Oysa ülkemiz insanı özgürlükten yanadır. Ve Çörçil’in o güzel demokrasi tarifinin bu topraklarda yaşandığını görmek istemektedir.
‘Sabahın alaca karanlığında, kapınız çalındığında gelenin sütçü olduğundan emin olduğunuz rejimin adıdır demokrasi’ der Çörçil…
Uyuşmazlıklar ve savaş yerine, çözümler ve barış üretelim ve bir düşünce adamının tavsiyesine kulak verelim
‘Değerli fikirleri değerli malı olanlar bağırmazlar. Zerzevatçı bağırır ama kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz. Düşünenler bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir’
Kavgasız ve gerilimsiz günler dileğiyle…