Gelenek Görenek ve Tarihiyle…
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE YİNE TAŞÂBAD KAZASI
Gurbete çıkan oğlunun ardından ağıtlar yakan, geri dönene kadar dört gözle kapının eşiğinden yollara bakan analar dünyadan göçeli çok oldu. Gurbet yurdunda yazılıp postaya verilen ucu yanık mektuplar da galiba düzenden -gelişmeden, değişimden ve terakkiden- nasibini aldı ki postaya verilmez yolu gözlenmez oldu artık. O mektuplar selamla başlardı, kelamla devam ederdi. Bitirirken de büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpme sanki ezberlenmiş bir adetti. Eğer hanede hususi selam edilecek bir kişi varsa, haliyle bütün hane halkına selam edilerek onun da selamdan kelamdan hissedar olması temin edilirdi. Zaten baba ve ananın yanında kimse karısına adıyla hitap etmezdi, edemezdi, çocuğunu sevmezdi, sevemezdi. İzahı mümkün olmayan adetler iç içe geçmiş, birbiri üzerine yığılmış dağ gibi olmuştu. Adet ve gelenekler geçer akçeydi. Büyüklerden nasıl görülüp tecrübe edildiyse öylece hayata yansırdı, aynısı değişime uğramadan birebir tatbik edilirdi, sorgulamak ayıptı, günahtı…
Niçini nedeni yoktu…
İyisi kötüsü doğrusu eğrisi muhakeme edilemezdi, akıl süzgecinden geçirilemezdı…
“Biz babadan öyle gördük!”
Derlerdi…
Hakikaten, karı kocanın birbirlerine adlarıyla hitap etmelerinde sakınca ne idi? Mesela gelinler izin verilene kadar, izin verilmez ise ölene kadar kaynatasına, kaynanasına, büyük kaynına, kocasının en yakınlarına, misalen amcasına, dayısına, eniştesine yaşmak tutardı. Adam karısını örnek olarak “Köroğlu veya Hatun” gibi takma adlarla çağırırdı; bir şey isteyecek olsa, bir ulakla haber gönderecek olsa, “bizim Köroğlu’na söyle de” gibi sözlerle haber salardı. Kadın da kocasına bir lakap takardı; mesela ” Herif veya Bizim herif” gibi. Yahut laflarken, ederken, gıyabında konuşurken “Bizim çocukların babası” şeklinde hitap ederdi.
Bir de laflarken “Gı” adlı bir kelime dillerde dolanırdı. Karı koca da bu kelimeyi sanki bir isim gibi dillerine yapıştırmıştı.
Kadın kocasıyla aynı hizada omuz omuza yürümezdi, yürüyemezdi. İlle de üç beş adım geriden kocasını takip ederdi. Biliyorum hatta gözlerimin önünde canlanıyor da bazen sofraya dahi erkeklerden sonra otururdu kadın. Bıcaklıkta beklerdi.
Bu yazdığım adetler fazla değil 40 sene önce, 400 bilemedin 500 sene evvelki haliyle devam ediyordu, hiç değişme, gelişme yahut farklılık göstermemişti. Kadınların çoğunluğu nedense okuma yazma bilmezdi. Köylerde okullaşma olmuş son 80 yıl zarfında ama aileler bilinmeyen nedenlerle okula yollamazlardı kız çocuklarını. Erkek çocuklar genel itibariyle son 80 sene içinde mektep nimetinin beldelere, köylere, mezralara girmesiyle ilkokula başladılar, bitirdiler, okudular ve öğretmen oldular. İşte o paslı çarka çomağı ilk defa öğretmenler soktu…
Olan oldu…
Kız çocukları da okumaya başladı. Onlar da doktor, vali, öğretmen oldular.
Ne yazık ki ülkemizde soyka fakirlik yoksulluk yoksunluk bitirilemedi. Böyle olunca da ailesine işte güçte yardım etmek zorunda kalan, para kazanmak mecburiyetinde olan çocuklar ya mektebe gidemediler veya yarım yamalak gitmek zorunda kaldılar.
Bu gibi sorunlar çoktan aşılmış olmalıydı…
Aşılamadı!..
Niye bu kadar eveledim geveledim? Çünkü memleket üstüne yazacağım yine. Memleketin köylerine değineceğim. Eskiden yani 100 -150 yıl evvel bu derece şehirleşme söz konusu değildi. Zira toplumun geçimi toprağa bağlıydı, ilk akla gelen, bilinen ve yapılan iş rençberlikti. Yaşam, geçim ve gelir kaynağı bakımından tarım ve hayvancılık olmazsa olmazdı. Fazla değil 40 – 50 sene evvel ülkemizde yüzde 80 nüfus beldelerde, köylerde ve mezralarda yaşıyordu. Konar göçer aileler de Sonisa, Herek, Taşabad ve Ziğdi nahiyelerinde ve köylerinde mevcuttu. Koyun ve keçi besleyen bu aileler yazın yaylalara çıkar, Songüz ayında köylere, ovalara inerlerdi.
Almanya’nın Türkiye’den işçi talep etmesiyle beraber toplumda bazı kıpırdamalar oldu. İnsanlar geçim kaynaklarını değiştirme, gelir seviyelerini yükseltme konusunda düşünmeyi denedi, düşündü; yurt dışına ve köyüne yakın kentlere, büyük şehirlere göç etmeye başladı. Elbette köyden kente göçün içtimai, ekonomik ve kültürel anlamda çok farklı ve değişik sebepleri var…
Başka bir neden de aileler bir hanede bir arada yaşıyorlardı. Birbirlerine işte güçte ihtiyaçları vardı. Ayrıca kese babadaydı. Mal mülk olmayınca çobanlık, azaplık dışında ücretli iş bulmak da zordu. Az da olsa sanayileşme ve dolayısıyla ülke iktisadi sahasındaki gelişme ve ilerleme insanlara, taşra insanına ekonomik anlamda hürriyet, bağımsızlık ve nefes alma imkanı sağladı.
Elbette bugünden geriye dönüp bakınca iyi mi oldu, kötü mü oldu, işin bu tarafı da başka bir husus…
*
Taşâbad Kazası;
1844 – 1845 yıllarında iktisadi ve içtimai şartlar muvacehesinde bazı tespitler:
Taşâbad kazasının 1844 – 1845 yıllarında iş, işgücü ve meslek dağılımı konusuna değinmek, geçmişten günümüze değin kısa adımlarla yolculuğa çıkmak ve zaman aynasında eski günleri temaşa ede ede yürümek var hayalimde, hakikatimde, düşümde, gönlümde bu bahiste. Elbette eskiden de insanlar yakın diyarlara, uzak iklimlere, ırak sahralara gönüllü veya zaruri nedenlere bağlı olarak göç ediyorlardı. Göçlerin başlıca nedenleri ekonomik, politik ve güvenlik babında ele alınabilir. İşte nedir? Savaşlar, nüfus artışı, kuraklık, istila, işgal ve yaşam koşullarının hayatı idame ettirmek için elverişsiz, zor ve imkansız hale dönüşmesi gibi. Göç bazı durumlarda, bazı hallerde bir mecburiyettir; alıkonulamaz bir yolculuktur!
Taşâbad kazası dahilinde o devirde 845 hane mevcuttu. Bugünkü Taşova ilçesinin güney taraflarına Taşâbad adı verilmişti. Bir yerleşim yerinden ziyade bölgenin adına Taşâbad deniyordu. Yeşilırmak sınır kabul edilmişti. Bugün Taşova kazası Sonisa ve Taşabad nahiyelerinin köylerinden oluşmuş bir ilçedir. Taşâbad nahiyesinin bazı köyleri Taşova’nın kurulma aşamasında veya daha sonra Erbaa kazasına bağlandı.
Yeri gelmişken bu köyleri bir liste halinde sıralamakta fayda var:
-Değirmenli köyü 1845’te 90 hane.
-Tanoba köyü 1845’te 56 hane.
-Çalkara köyü 1845’te 22 hane.
-Ahur köyü 1845’te 5 hane.
-Karaağaç köyü 1845’te 32 hane.
-Evyaba köyü 1845’te 31 hane.
-Fidi köyü 1845’te 41 hane.
-Hacıbazar köyü 1845’te 18 hane.
-Tonu köyü 1845’te 10 hane.
Rahmetlik Ömer Lütfi Barkan hane katsayısını
5 olarak belirlemiş olsa da ortalama 4 – 7 kişi olarak hesaba katmak da mümkündür. Şu da bir hakikat ki Barkan Hoca’nın araştırmaları ve tespitleri asla ve kat’a göz ardı edilemez.
Osmanlı Devleti’nde sanayi, ticaret ve zanaat faaliyetleri genel itibariyle şehirlerde, tarım ve hayvancılık da köylerde yapılıyordu. Fakat yine de böyle bir ayrımı kesin ve kat’i bir ifadeyle sınırlandırmak mümkün olmasa gerek. Bölgemizde Sonisa Kazası sınai ve ticari faaliyetlere cevap veriyordu geçmişten günümüze bölgenin merkez şehri olması hasebiyle. 17. asrın sonlarından itibaren Erek kazasının da şehirleşme anlamında epeyce mesafe katettiğine dair emareler ve bilgiler mevcuttur.
Taşâbad köylerinde 845 hanede İşgücü ve Meslek Dağılımı:
661 hane toprağa bağlı işlerden geçim temin ediyordu; yani tarım ve hayvancılıkla uğraşıyordu.
Tarım ve hayvancılık dışında 30 hane ile ticaret ikinci sırada yer alıyordu.
Fazla büyük bir ticaret ağından söz etmek de mümkün sayılmazdı. Zira Defter kaydında şöyle bir cümle tahrir edilmiş: “Bir iki bargirle ticaretten temettüatı.”
Tarım ve hayvancılık dışında yapılan ve geçim sağlanan işler ve hane sayıları:
-İmamlık: 8 hane.
-Çobanlık: 28 hane.
-Çerçilik: 12 hane.
-Amelelik: 12 hane.
-Azaplık: 12 hane.
-Dülgerlik: 1 hane.
-Değirmencilik: 18 hane.
-Arabacılık: 1 hane.
-Kömürcülük: 6 hane.
-Berberlik: 2 hane.
-Hizmetkarlık: 7 hane.
-Hiçbir gelir kaynağı bulunmayan 21 hane.
Temettüat Defter kaydında bu 21 hane için “şunun bunun ianesi ile ta’yiş etmekte oldukları” yazılıdır.
Rum köyleri 18 hane olup 16 hanede duhan -tütün- üretimi yapıldığı kayıtlıdır. Geçimleri genel itibariyle tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
*
Meslek ve İşgücünün köyler bazında dağılımı:
-Kömürcülük: Aşağı Baraklı köyünde 6 hanedir
ve niteliği itibariyle Odun kömürüdür.
-Azaplık: Değirmenli köyünde 7 hane.
-Çerçilik: Evyaba köyünde 3 hane.
-Berberlik: Tanoba köyünde 1 hane ve Değirmenli köyünde 1 hane.
-Çobanlık: Değirmenli köyünde 8 hane.
-Amelelik: Değirmenli köyünde 4 hane.
-Hizmetkarlık: Tasna köyünde 2 hane.
14.11.2021
Enver Seyhan
*
Kaynaklar:
Doç. Dr. Necati Çavdar GOP Üni.
3. Uluslararası Geçmişten Günümüze Merzifon ve Amasya Yöresi Sempozyumu.
2015
Bildiri ve sunum:
İçtimai ve İktisadi Şartlar Dahilinde Taşâbad Kazası.
*
1844 – 1845 yıllarında Taşâbad kazasında 36 köyde 845 hane mevcuttu.